Hür kısmı nicedir düştü aslında.
Oysa gazetelerin gerçek anlamda kalıcı marka olması, kamuoyuna mal olması, en çok satan olması, referans olarak gösterilmesi, hele hele “amiral gemi” olarak tanımlanması zordur, büyük başarıdır.
Hürriyet onlarca yıl Türkiye’deki gazetecilerin hayalini süslediği bir son durak olmuştur.
Ancak Erol Simavi’nin gazeteyi Doğan Grubuna satması ve Doğan Grubu’ndan da Demirören Grubu’na geçmesiyle Hürriyet artık o bildiğimiz unvanlarını zamanla kaybeden ve basının içinde olan herkese acı veren bir görüntü sergilemeye başlamıştır.
Demirören Grubu’na geçtikten sonra hayat damarları iyice solan gazete, bu kez genel yayın yönetmeninin dahi haberinin olmadığı işten çıkarmalarla gündeme geldi ve sayısı dahi tam takip edilemeyen bu işten çıkarmalara ilk tepki Gülse Birsel’in istifası ile geldi.
Bilahare Fikret Bila’dan görevi devralan Genel Yayın Yönetmeni Vahap Munyar da dayanamadı, istifa etti.
Sahi; bir gazeteyi elinize aldığınızda neye bakarsınız?..
Gazete sayısı böylesine çokken.
Bir numarayız demekle bir numara olunmuyor, gazetenin içi ne kadar doluysa, ne kadar objektif haber, hür yorum varsa okur gözünde o derece değerlidir gazete. Elbette merkez medya olarak kabul edilmenin, bu kulvarda yayın yapmanın gerek kolay, gerek zor tarafları vardır ama bir gazetenin asli ve ilk görevi toplumsal düzene, kamuya, idareye, siyasete velhasıl hayata eleştirel gözle bakmak, yaşamın içindeki yanlışların düzeltilmesine katkı sağlamak, idareyi basın yoluyla denetlemek, kamuoyu hassasiyetlerini aktarmak ama bunu yaparken var olan olumlu gelişmeleri de okuruna iletmektir..
Bir gazete her gün “biz mükemmeliz, biz iyiyiz, bir harikayız, biz bir numarayız, sorun yok, her şey güllük gülistanlık, insanlar mutlu” derse ve köşe yazılarında “eleştiri” anlamında bir şey bulunmuyorsa o gazete artık gazete olmaktan öte, bültene dönüşen bir mevkute olmuş demektir.
Oysa gazeteler fikir bohçasıdır.
Öyle de olmalıdır.
Hoşumuza gitmese de eleştiriye tahammül etme zorunluluğumuz var ve bir gazetede ne kadar eleştiri varsa, bir gazete ne kadar çok olumsuzluğu gündemine alırsa toplumdaki aksamaların daha hızlı düzelmesine yardımcı olur, hassasiyetler artar.
O nedenle eleştirisiz gazete içi boş tenekeye döner. Rasyonel aklı ve basın ilkelerini unutur.
Hürriyet’te son yıllarda gazetenin fikir renkleri soldu.
20 yıl önceki Hürriyet ile bugünün Hürriyet’ini salt köşe yazarları açısından karşılaştırın, hangi yılın gazetesi daha çok ufkumuzu açar durumdaydı takdir edeceksiniz.
Liyakat ve nitelik düşmesi Türkiye’nin her kurumunda var ve bu iniş toplumsal kaliteyi de kendiliğinden düşürüyor diyoruz ya; aynı tespit basın için de geçerli işte.
Hürriyet’in genel yayın yönetmenlerine kimler oturdu kimler geldi kimler geçti…
Artık yeni gelen isimler o Hürriyet markasını doldurabilecek nitelikte olacak mı, kaldı mı Hürriyet bünyesinde öyle bir isim, bunu da zamanla göreceğiz.
Bu noktada Vahap Munyar ve Gülse Birsel gibi isimler, işten çıkarılmalara tepki olarak istifalarını verirken gazetenin temeline çivi çakmış gibi oturan ve aslında ilk tepki verip tavırlarını istifa ile göstermeleri gereken “sabit değişmez” isimlere ne demeli?
Eminiz en çok Hürriyet’e değer verenlerin içi sızlıyordur bu isimlerin kayıtsızlığını gördüklerinde.
Bir tarafta tepki istifaları…
Bir tarafta Hürriyet’te “hep var olan isimlerin vurdumduymazlığı”
Sonuç itibariyle satış rakamlarına bakıyorsunuz…
Bir zamanların Pazar günleri satış rakamı milyonu aşan, hafta içi 600-700 bin satan Hürriyet’i, gerçek bayi satış rakamlarını bilememekle (artık gazetelerin gerçek satış rakamlarını bile bilemediğimiz bir zaman dilimindeyiz) beraber şimdi promosyon satışlarla ancak 200 bin satıyor ve en çok satan sıralamasında ise 3.sırada!
Amirallik vasfı ise sanırız çoktan düştü.
Hala Hürriyet okuyor muyuz?
Okuyoruz.
Üzülerek de olsa okuyoruz.
Hürriyet gitmiş, Hür’riyet olsa da okuyoruz.
Çünkü geçmişten gelen bağlılığımız, ismine verdiğimiz değer ve isminin yanında logosunda bulunan Atatürk portresi ile Türk bayrağı ve “Türkiye Türklerindir” yazısı hatırına okuyoruz.
Tek emniyet sübabı onlar kaldı çünkü.