Dünyada anayasal özgürlüğün temellerinin İngiltere’de Magna Carta ile (1215) atılmaya başlandığı yaygın kabul görür. Baronlar yeni palazlanan Burjuvazinin desteğini de alarak Kıralı ödün vermek zorunda bırakırlar. Bu ilk sözleşme de yer alan üç madde özellikle önemlidir:
• Hiç bir özgür insan yöneticilerin ya da bir jurinin güvencesi altındaki bir mahkeme dışında yargılanamaz, hüküm giyemez.
• Adalet satılamaz, talebi reddedilemez ya da ertelenemez.
• İnsanların Krala verecekleri vergi ancak ulusal konseyin (1246’dan sonra parlamento) rızası ile uygulanabilir.
İngiltere’de Lortların, papazların ve halkın temsilcilerinden oluşan ilk parlamento 1295’de ortaya çıkar. O günden itibaren papazların ve Lortların parlamentodaki ağırlığı giderek zayıflarken halkın temsil gücü giderek artar.1688’den itibaren ise Halk, parlamentoya hesap veren bir hükümete artık sahiptir.
İngiltere’de uzlaşma kültürü böyle doğar. İngilizler, Emperyal yönetim yeteneklerini, kolonici politikalarını bu kültür içinde geliştirirler. Çünkü fikirlerine katılmadıkları gruplarla bir arada yaşamayı ve onları çıkarları doğrultusunda etkilemeyi ve yönetmeyi öğrenmekle olağanüstü bir donanıma sahip olurlar.
Diğer yandan Hıristiyanlık içindeki katılığa ilk muhalefet eden, Protestanlığa ilk ilgi ve hoşgörü gösteren ulus da İngilizlerdir. Anglikan Kiliisesine muhalefet eden iki gencin başlattığı yeni dini hareket olan (dini daha bireysel olgu haline getiren) Metodist Kilisesi doğar. Böylece Britanya Avrupa’da dini hoşgörüye sahip ilk ülkelerden biri haline gelir. Sanayi devrimini başlatan buhar gücücünün bu koşullarda İngiltere’de kullanılmaya başlanması (1712) rastlantı değildir.
Amerika’ya Avrupa’dan 1600’li yılların başından itibaren büyük bir göç dalgası başlar. Gelenlerin çoğu Protestan’dır ve İngilizce konuşmaktadırlar (%83’ü). İngiliz deneyciliği ve hoşgörüsünün göç eden insanlar arasında yaygın kabul görmesi bundandır. Deneycilik, bu topraklardaki çetin yaşam koşullarıyla buluşunca ortaya Pragmatist Düşünce çıkar. Amerika’da kurulan ilk koloniler İngilizlerin bile alışık olmadıkları düzeyde bağımsızlıklarına düşkündürler. Birleşik Krallıkla aralarına mesafe koymakta gecikmezler. Birleşik Krallığa karşı bağımsızlık savaşı veren Yenidünyada ortaya çıkan 13 kolonide yine temelinde İngiliz gelenekleri yatan anayasal hükümetler ortaya çıkacaktır.
“Bağımsızlık Bildirisi” (4 Temmuz 1776) yalnızca bir ulus devletin doğuşunu açıklamakla kalmaz, bütün bir Avrupa’yı etkileyecek bir özgürlük felsefesi ortaya koyar. Fransız ve İngiliz Aydınlanması’nın siyasal kavramlarını içselleştiren bu bildiri ile “İnsan Hakları” kavramı evrenselleşecektir. Bildirinin özü kısaca şudur:
“Tüm insanlar eşit yaratılmışlardır. Yaşam, özgürlük ve mutluluğa ulaşma gibi belirli, devredilemez ve vazgeçilmez haklarla doğmuşlardır. Bu hakları güvence altına almak için, insanlar arasında gücünü sadece yönetilenlerin onayından alan hükümetler kurulur. Herhangi bir Hükümet biçimi bu amaçlar için yıkıcı olduğunda, onu yıkmak, değiştirmek ya da ortadan kaldırmak, yeni bir hükümet kurmak, bu hükümetin temellerini söz konusu ilkelere dayandırmak ve yetkilerini halkın güvenlik ve mutluluğunu en iyi sağlayacak biçimde düzenlemek insanların hakkıdır.”
Bu bildirgenin ardından Amerikan Hükümet Sistemi kurulur. Bu sistem dünyada demokrasinin gelişimine dört önemli katkı sunar:
• Değişik etnik kültür ve dinden insanların bir arada yaşadıkları, vatandaşlık bağı ile birbirlerine bağlandıkları ve kendilerini yönetenleri özgür iradeleri ile seçtikleri 13 bağımsız devlet ortaya çıkar.
• Bu bağımsız devletler birbirlerini yemeden, birbirlerinin haklarına saygılı olacak biçimde 13 Federe devlet olarak bir araya gelecek aralarında güçlü bir birlik oluşturacaklardır. “Uluslar Birliği” ilkesi günümüzde hala esin kaynağı olmaya devam etmektedir.
• Bu 13 devlet, İnsan Hakları Bildirgesinde yer alan hükümlere anayasalarında yer verirler. İnsan hakkı devlet karşısında güvence altına alınır. “Anayasa”, devleti değil, insan haklarının devlet karşısında güvence altına alındığı bir metin olarak tarihteki yerini alır. Böylece insanın yaşama, güvenliğe sahip olma, refahı için ekonomik özgürlüğe sahip olması, mutlu olması için devlet, anayasa ile sorumluluk üstlenmiş, güvence vermiş olur.
• Amerikan Hükümetinin insanlık tarihine en önemli katkılarından biri de inanç özgürlüğü alanındadır. 13 federe devlet, sınırları içinde hangi inancı seçecekleri konusunda insanları serbest bırakacaktır. Herhangi bir dinin Federal Hükümetin kontrolü altında olmasının önerilmesi bile yasaklanır.
Amerikan Emperyalizmine elbette karşıyız, karşı olmasına da, adamların üzerinde yükseldikleri güç aldıkları böyle de bir gelenekleri var.
Avrupa’da Modernleşme sürecinde ortaya çıkan siyasal birlik türlerinin böylesine güçlü temel dayanakları bulunuyor. Avrupa hala bir çekim merkeziyse nedeni bu!
“Niye arkamızda tek bir Avrupa ülkesi bile yok, bizim terörist dediğimize terörist demiyor, bizi neden anlamıyor” diye mi düşünüyorsunuz. Kolayı var. Avrupalıların 400 yıl önce gördüğü, güç kullanarak bir yere varılamayacağı gerçeğini sizde görün. Birbirlerini yemeyi bırakıp aralarında uzlaşma ile kabul ettiklerini siz bugün 2020 Türkiye’si için kabul edin.
Demokrasiye bir şans verin. Anayasanızı, kanunlarınızı, teamüllerinizi bu ilkelere göre yeniden düzenleyin. Belediyelere seçimlerden üç ay sonra kayyum atamayı, jeotermal istemeyen köylüye dayak atmayı, mesnetsiz iddialarla hapishanelerde insanları süründürmeyi, yani şiddeti bir devlet politikası olarak kullanmayı bırakın.
Bırakın insanlar kendini hangi dinden, hangi milletten tanımlarsa tanımlasın, bırakın ana dilinde eğitim alsın, işe alırken, sokakta miting yaparken neci olduğuna bakmayın. Şu İslamcı politikalarınıza, Milliyetçi politikalara, ötekileştirmelere bir son verin. İnsanları bir rahatlatın, kardeşlik hukukunda bir buluşun. Önce Modern Devlet olun, laiklik temelinde toplumsal yaşamı modernleştirin.
Buna rağmen size yönelen bir şiddet olursa, inanın o zaman arkanızda herkesi dost bulursunuz, iddialarınızın bir inandırıcılığı olur. Hukuk devletine dayanmayan, güçler ayrılığı içinde denetime tabi olmadan alınan her karar keyfidir, sorumsuzca edilen her laf ideolojiktir, demagojiden başka bir şey değildir, huzursuzluk yaratır. Sonuçta bütün bunlar, toplumun keyfi biçimde yönetildiğini gösterir.