Sabah yan komşumun bahçesinde çalışan emekçi kardeşlerime çay yapıp balkona getirdim. Çay molası verin, birlikte bir çay içelim, dedim. Çay içerken sohbet ediyoruz. Lafın bir yerinde emekçi kardeşim, filanca halk niye hırsız ağabey diyor. Onlar hırsız değil kardeşim. Anlamadım ağbi, diyor. Adam evine gelip paranı, altınını yada değerli bir şeyini çalıyorsa buna hırsız diyoruz tamam da ya hayatını, geleceğini, ya emeğini, ya düşünsel mücadeleni çalıyorsa buna ne diyeceğiz, diyorum. Bana öyle bakakalıyor. Bak güzel kardeşim, bu dünya da hırsız olmayan var mı? Var mı diyorum. Şimdi sen emeğini doğru yönetmezsen ben senin emeğinin karşılığını vermekten itina edersem ne olacak… İkimiz de hırsız olmayacak mıyız…
Gel bu konuyu biraz detaylı inceleyelim. Öğretmensin iki öğrencin var… Notları çok iyi… Derse katılımları çok iyi.. Öğretmen olarak birine özel ders veriyorsun diğerine vermiyorsun… Bu öğretmen ders verdiği öğrencisini kollayacak şekilde sözlü de puan verip diğerini de üzecek şekilde not verirse ve kollanan öğrenci okul birincisi olarak okul birinciliği kontenjanından daha iyi bir üniversiteye yerleştiğinde bu öğretmene hırsız der miyiz, demez miyiz… Ya da öğretmen sınıfın kapısını kapatıp, ders anlatırken söylediği sözler ile o öğrenciler de nasıl bir kırılma yaşatıyor, bunu bilmiyoruz. Öğretmen bu yönüyle hayatımız da o kadar etkili ve belirleyici ki…
Doktor olarak devlet hizmetindeyken yakın tanıdığın yada özel muayene olan hastana ayrıcalıklı işlem yaptığında diğer hastanın yaşadıklarında göstermediğinin hassasiyetinden dolayı yaşadıklarından sorumlu olur musun olmaz mısın…
Mühendis olarak imzan da göstermediğin hassasiyet nedeniyle yarın birileri öldüğünde sorumluluğun ölen insanların geleceğini çalmak olmuyor mu…
Hukuk adamı olarak yapılan kamu görevinde gereği hassasiyetle yapılmadığında mağdur olan kişinin yaşamını çalmak suçu işlenmiyor mu?
Din adamlarına gelince yine öyle… Özellikle küçük yaşta ki çocuklarımıza Kur’an kurslarında anlattıklarıyla bırakın o çocukların hayatını nasıl çaldığını an geliyor o etkilenen çocuklar eliyle toplumların kaderini etkileyebilir. Oysa oku diyen şüphenin peşinden git diyen, emeği savunan bu değerli kitap, okumaktan nefret edenin elinde korkunun, acımasız gücün amacına hizmet eder şekilde değerlendiriliyor. Anlamını bilmeden ezberleyerek kendini yaşarken yok ediyor. Bu dünyayı bırakıp öte dünyanın peşine düşüyor.
Ya siyasetçilerin aldıkları kararlarla birilerinin yaşamlarını karartırken birilerinin yaşamlarını zenginleştirdiğinde bunun hesabını vermekten kaçınırsa ya da sorumluluğu oy verenin sırtına yüklerse ne yapacağız… O siyasetçiyi baş tacı mı edeceğiz… Birlikte olduğu kız arkadaşına mutlu hayaller satıp ilişkiye girdikten sonra da yaşamından çıkıp gittiğimizde onun duygu dünyasında yarattığımız hayal kırıklıklarının hesabını ödemekten kaçındığımız da bunu yaşamın doğal bir hareketi olarak mı göreceğiz. Bunun tersi de olabilir. Kızın sırf parası fazla diye biriyle çekip gitmesi gibi…
Bir iş yerinde çalışıyorsunuz. Oda arkadaşınız daha temkinli olmasına karşın siz çalışmalarınızı, bildiklerinizi, gözlemlerinizi sohbette söylerken onun sizin bu sözlerinizden bazılarını alıp birleştirip sizden önce ara ara birim amirine iletip sizin emeğiniz üzerinden kendine bir zemin hazırlarsa, kendini pazarlarsa… Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Bunlar neredeyse hepimizin gün içinde yaşadığımız küçük masum olaylar değil mi.. Küçük masum mu yoksa bunlar toplumsal bağlar yönünden yani o “biz” duygusunun çözülmesi yönünden küçük fakat çok etkili zehirler mi…
Babamın büyürken söylediği söz beynime işlenmişti. Bir genç kızın ahını alma, karşıma sakın böyle bir suç ile gelme derken söylemek istediği geleceğini çalma düşüncesinin ifadesiydi. Biraz daha ileriye gidersek doğacak çocuğun vebalini taşıma, bir anlık zevk adına bu çocuğu da zehirleme ve geleceğini çalma, olumsuz yönde etkileme… Ben kızlarıma böyle bir nasihatte bulunmadım. Sadece ülke insanımın zaaflarını bilerek hareket edin, etmeye özen gösterin. Onun hayallerinin içine girmemeye özen gösterirken insan olarak da değer vermeye çalışın. İlişkilerinizide size değer verip vermediği noktasını değerlendirme olgunluğuna gelmeniz açışından analiz etmeyi gözden kaçırmadan ve gerçekçilik ilkesinden ayrılmadan yaşayın. Ve cinselliğe de çok fazla anlam yüklemeyin. Kimse kimsenin özel malı yada mülkiyeti değildir. Cinsellik içinde sevgi duygusu varsa işte o zaman porno olarak görülmez. Anlamı olur. Yoksa diğerlerinde gerekçe ne olursa olsun olay ihtiyacın tek taraflı ya da bazen iki taraflı olarak da giderildiği basit bir pornodur. Birinde fiyatlandırma da para çok öndedir, birinde ihtiyaçlar yönünden bakıldığında para çok önde olmayabilir. Ancak sonuç değişmez. Çünkü içinde sevgi duygusu yoktur… Hayatta genel anlam da böyledir. İçinde sevgi duyusu karşılıksız vaziyette yer almıyorsa yaşamınız da adeta pornodur. Pornodan kurtulabildiğiniz ölçüde yani fiyatlandırma da paradan uzaklaşabildiğiniz ölçüde yaşamınız da daha fazla insani duygular içinde olacaktır. Yani belirleyici unsur olan paranın gücünün etkisinden kurtulabilme ve ona boyun eğmemedir…
Örneklerin boyutunu biraz büyütelim mi…
Hitler’in hayali ressam olmaktı. En az altı kez bu bölüme başvurmuş ve kabul edilmemişti. Burada ona hayır diyenler daha yol gösterici olsalardı, belki 50 milyon insanın ölümünden sorumlu olacak bir kanlı cihan savaşını önleyebilirlerdi. Burada öğretmen açışından durum yapılan değerlendirmesinde notun önemi ve iletişim özelliği ve yine öğretmenin insan olabilme faktörü ile emeğe değer vermesi öne çıkmaktadır. Tesla ile Edison noktasında kalındığında emperyalizm bunu çok tatlı bir hareket ile çözmüş. Edison’un annesini öne çıkarmış.. Çocuğunu doğru ve olumlu yönde motive eden anne yoluyla çözmüş… Oysa biliyoruz ki Tesla, emperyalizmi ya da o günler için kapitalizmi yıkacak olan girdi maliyetlerini sıfıra düşürecek olan buluşuyla dünyaya sosyalizmi getirebilirdi. İzin verilmedi…
Ya Stalin’e ne demeli.. Girdiği papaz okulunda ilk kaçamağında yakalandığında günlerce dövülme yaşamasaydı belki papaz olarak kalacaktı ve sosyalizmin yayılması ya da oturması yani toplumlar tarafından kabul görmesi olabilirdi. Burada Stalin yapı itibariyle yani örgüte sahip olma gücüyle Lenin’in ölümünü fırsata çevirmiş ve iktidara gelmiş ve Troçki başta olmak üzere neredeyse tüm beyin tabakasını yok etmişti. Ya da Lenin’in ağabeyini Çar astırmasaydı, belki de Çarlık düzeni devam edecekti. Lenin çok uzun yaşayabilecekti. Çarlık Rusyası yıkılmayıp devam etseydi bu sefer de belki de Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması gecikecek ve Atatürk tarihte yerini almayacaktı. Evlenip çocukları olacak ve öyle yaşayacaktı.
Uzattım farkındayım. Hırsızlık öyle bir şey ki emekçi kardeşim hepimiz bir anlam da bu yaşamda hırsızız… Söylediğimiz sözler, davranışlarımız ve eylemlerimiz ile birilerini etkiliyor ve o birilerinde farkında olmadan değişimlere neden olabiliyoruz. O değişimlerle farkında olmadan toplumların kaderini etkileyebiliyoruz. Bu dünyanın böyle bir özelliği var. O nedenle iyiliğin tanımını yapmak her zaman mümkün olmayabiliyor. İyiliğin kaderini sürecin tamamını görmeden karar vermek çoğu zaman yanıltıcı olurken kötülüğün süreç içinde ki boyutu çok etkili oluyor. Lafın tam burasında bir şey diyebilir miyim, dedi. Dinliyorum, dedim. Siyasal din açışından yaşadıklarımıza tanık olmasaydım Atatürk’e olan sevgim çok zayıf olacaktı. Ona çok kızıyordum. Şimdi ise ona yaptıkları nedeniyle çok hak verdiğimden sevgim ve saygım çok büyüdü, diyor.
İlk fotoğraf makinesinden digital fotoğrafçılığa geçildiğinde kocaman fotoğraf sektörü bir anda çökmüştü. Yüzbinlerce çalışan bir anda işinden olmuştu. İşinden olan insanların neler çektiklerini, kayıplarını, acılarını bilmiyoruz. Teknolojik buluşlar hayatımızı kolaylaştırırken ve yine hızlandırırken içimizde ki sevgiye ve emeğe olan değeri de ne acıdır ki törpülüyor: Bu törpüleme de bizleri birlikte yaşama ve dayanışma ruhundan giderek uzaklaştırıyor. Bizlere sunulan gerçek, birey olarak hayatından sen tek başına sorumlusun sözünün pratiği… Böyle bir anlayış doğru bir anlayış mıdır…
Böyle bir anlayış, sizi yani kişiyi kötülükleri nedeniyle yargılamaz. Önemli olan sizin yolun sonunda varacağınız nokta da ki konumuzdur. Bu konum emperyalizmin amacına hizmet ediyorsa sizi başarı öyküleriyle öne çıkartıp biraz da parayla şımartıp yine bir şekilde gelecek kuşakları etkilemek yönünde pratiklerinizi satıp sizi çok ucuza getirip işin sonunda kaliteli çöp olarak birazcık değer vererek değerlendirmiş olurlar. Ancak siz bu arada anlattıklarınız ile sizi dinleyen genç kuşakları nasıl etkilediğinizi düşünmezsiniz… Siz sadece alacağınız parayı düşünürsünüz. Etkilenen gençlerin kaçının hayatını, geleceğini çalarsınız bunu düşünmezsiniz. Çünkü sizi yöneten kötülüktür. Kötülüğün içinde kendisini başarılı saymaya çalışan çöp insan…
Ustalar ne kadar güzel özetlemiş, insanın bu sıkışıklığını…
“BİZ İKİ HIRSIZ ARASINDA KENDİMİZİ FEDA EDERİZ.DÜNE AİT ÜZÜNTÜLER VE YARINA AİT KORKULAR.” (BERNARD SHAW)
“Hırsızlık, para, mal mı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mi olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?” Victor Hugo
“Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen.” Ömer Hayyam
“Samimiyetsizlik uygarlıkla gelişmiştir. Çünkü uygarlıkla birlikte diplomasi de gelişmiş, çalınacak şeylerin sayısı da artmıştır. İlkel insanlarda mülkiyet geliştikçe hırsızlık ve yalan da artar.”Engin Geçtan
“Soyulduğu zaman gülen adam, hırsızdan bir şey çalmış demektir. Boş yere üzülense, kendi kendini soyar.”William Shakespeare
“Bir millete karşı işlenen hırsızlık suçu asla zaman aşımına uğramaz. Bu yüksek düzeyde dolandırıcılıkların hiçbir geleceği yoktur. Bir milletin alameti, bir mendil markası sökülür gibi sökülemez.”Victor Hugo
“Ne zevk var, ne sanat, ne mutluluk. Hep hırsızlık, hep üçkağıtçılık, hep ağıt yakma. Kokuşup parçalanıyoruz. Sufisiyle, dervişiyle, yaşlısıyla, genciyle, esnafıyla, dilencisiyle hepimiz para ve makamın büyüsüne kapılmışız; hem de utanç verici ve çirkin şekliyle.”Sadık Hidayet
Velhasıl emekçi kardeşim bu dünyada birey olarak hayallerinin peşinden gitmeye doğru koşarken içine sadece kendini koyarsan kendi hayallerini koyarsan başarıya ulaştığında bil ki ayaklarının altında birileri ezilmiş ve yok olmuştur. Yok, kendi hayallerini değil de içine yaşadığın anın sorunlarının çözümüne dönük olarak ve daha çok biz duygusuyla hareket eden düşünce sözlü hayallerini koyarak hedefe doğru koşmaya çalıştığında çekeceğin çileyle doğru orantılı olmayacak şekilde belki değerlendirileceksin… Ve sonra düşünce sözlü hayallerinin zamanın pratiğinde değer bulması durumunda ölsen bile birilerinin hayalinde yeniden yaşayacaksın….
Hayatın içinde yaptıklarımızın, çabalarımızın geneline baktığımızda gördüklerimiz ya da yaşadıklarımızın içinde hırsızlık bu nedenle çok önemli yer tutar. Bilinç denilen ve anlam yönünden bizi daha fazla insan yapan ağzımızdan çıkan sözler ve davranışlarımız ile uyumlu olan duruşumuz yada pratiğimiz sonuçları itibariyle bizleri daha fazla insan mı yapıyor noktasında sorulan sorulara verilen yanıtların içinde aranacaktır. Bu elbette kendi iradesiyle bu yaşama tutunan insanların vicdan muhasebesidir. Oysa çoğunluk bu vicdan muhasebesinden kurtulmak için çoğunlukla bir başkasının gölgesi altında yaşamayı daha kolay bulur ve öyle yaşayarak diğer insanların acı çekmelerinin sebebi olurken bundan dolayı kılları dahi kıpırdamaz. Çünkü onlar verilenle yetinenlerdir. Verilenle yetinmeyenler ise bunun daha eşitlikçi ve adil bir şekilde paylaşılması gerekir diye direnç gösterirler. Verilenle yetinenler de bu dirence karşı kalkan olması bu dünyanın en acıklı sahnesidir. Çünkü üstte yer alan bir avuç çok büyük hırsız bu ölüm kalım mücadelesini büyük bir keyifle izler…
“Aç olduğun için hırsızlık yapmak suç mudur? Asıl suç açlıktan ölmektir.” Samed Behrengi
Unutma; evinden bir şeyi çalanlar hırsız olarak değerlendirilir ve sonuçta az bir cezayla cezalandırılır.
Sözlerle yaşama dair söyleyecek sözü olanlar ise isyancı olarak değerlendirilir ve öldürülerek cezalandırılır. Başaranları ise ölümsüz olarak tarihe not düşerler…
Bugün ülkemde güneş Tanrıların dağı Kaz dağında çok güzel doğdu. Bir avuç insanın çevresi için, ağaçları için, diğer canlılar için ortaya koyduğu direnç bugün öyle büyüdü ki on binleri dağa hançer saplanan yerde eylem yapmanın gücüne getirdi. Şimdi bu “su ve vicdan nöbeti” eylemi dünya genelinde ses bulacak, yankılanacaktır. Dünyanın bir ucunda doğa için yapılan soygun girişimine bu mücadele ışık olacak ve orada direnen insanlara örnek olup yol gösterecektir. Anadolu yeniden dünyaya ışık olmaya başlamıştır. Anadolu’nun ışığı dünyanın efendisi olduğunu söyleyen emperyalist soyguncuları yenecektir.
Yalaka takımından kurtulmak isteyen ATİNALI TİMON’UN toprağın altında ALTIN BULUNCA neler söylediğini SHAKESPEARE’İN AĞZINDAN DİNLEYELİM Mİ…
“Aman bu ne? Altın! Sarı, pırıl, pırıl, halis altın!
Ben kök istedim sizden, cömert tanrılar, kök!
Altının bu kadarı karayı ak, çirkini güzel,
Yanlışı doğru, soysuzu soylu, yaşlıyı genç,
Korkağı yiğit etmeye yeter de artar bile,
Bu sarı köle dinleri yıkar da yapar da;
Cehennemliği cennetlik eder;
İğrenç cüzamlıları sevdirir insana;
Hırsızları başköşelere oturtup,
Şanlar, şerefler, alkışlarla senatörler arasına sokar.
Yıpranmış dullara koca
Bulduran budur;
Hastaneyi, çıbanlı hastaları tiksindiren kadına
Gül kokuları sürer, nisan güneşleri getirir bu!
Hadi git, adı batası çamur!
Seni bütün insanlığın ortak orospusu seni!
Sen değil misin millet sürülerini birbirine düşüren?”
İnsanlık ayağa kalktı..
İnsanlığın “ortak orospusu” yenilecek…
Son söz; bugün kitap ya da makale yazmak çok önemli sorumluluktur. Avrupalı insan bu konu da ahlak dersi vermektedir. Kahvede duyduğu kelimeyi bile yazısı içinde kullanırken not düşüyor. Hırsızlığın küçüğü büyüğü olmaz. Hırsız, hırsızdır. Biz de bu noktaya gelmek zorundayız. Önce ahlak… Önce insan olmak… Önce kendin olabilmek… Ve sevmeyi bilmek…
Sevgi ve saygılarımla…