Neresinden başlasam bilemedim…
Hikaye çok eskilere dayanıyor..
Cumhuriyet’in ilk yılları..
Yıl 1928..
Bundan 92 yıl önce..
Nal mıhına muhtaç olduğumuz yıllar..
Yokluk zamanı..
Hastalık çok..
Salgın alabildiğine..
İnce hastalıktan millet kırılıyor..
Halkın sağlığının korunması için “Hıfzıssıhha” kuruluyor.
Aynı şırıngadan 20 kişiye iğne yapıldığı günler.
Bize bile ilkokulda aynı şırıngadan koca iğneyle çok aşı yapıldı.
Allah’tan o zaman Corona yoktu..
Bize de bi halt olmadı..
Neyse..
1928’de kurulan Hıfzıssıhha “laboratuvar “ ağırlıklı..
O günün şartlarında halkın sağlığı için mucizeler yaratır..
O yıllarda doğru dürüst mimar falan da yok..
Theodor Jost isimli bir mimar binayı tasarlar..
Bakteriyoloji-Kimyahane (Aşı üretim) bölümü ile dizayn edilir..
Refik Saydam’ın adını da alarak AŞI üretim merkezi konumunda “Uluslararası “ sertifikaya sahip bir merkez olarak üst üste kurulan laboratuvarlar ile kısa zamanda “ Enstitü” ye dönüşür.
İşte o ünlü kuruluş BCG aşısından tutunda sonradan durdurulan çiçek ve kuduz aşısına çeşitli serumlara varıncaya kadar birçok üretime imza atar..
Sektörün de korkulu rüyası olur bu arada..
İç piyasada gıdadan suya, parazit kontrolünden ilaç denetimlerine kadar yaşamsal önem taşıyan her şeyin adeta jandarmasıdır..
İthalatın ise “yaptığı üretim” ile önünü kesecek kadar adeta bir duvar gibidir.
Ne yazık ki..
83 yıl sonra..
Kanun hükmünde kararname ile 2011 de bugünkü iktidar tarafından kapatılır..
Bunları “herkes bilsin diye” neden yazdım?..
Malum tüm Dünya bir pandemi sürecinden geçiyor.
AŞI yok!..
Millet kırılıyor!..
Herkes aşıyı biran önce bulma çabasında..
Yoksa virüs galip gelmeyi sürdürecek..
Aşının ne zaman kullanılacağı da meçhul..
Zatürre aşısı için bile 15 gün önceden sıraya girdim daha dün sıram geldi.
Grip aşısı için eczaneler kuyruk..
Şimdi gel de sorma..
“Grip aşısı” da üreten “Refik Saydam Hıfzıssıhha” yı 9 yıl önce kapatmanın alemi neydi acaba?..
Yönetenler açıklasa da bilsek!..
Mevcut aşılar için bile sıra beklemenin tek nedeni dışa bağımlılık!..
Kendin üretsen sorun yok!..
Üretemezsen sorun da var,
kuyruk da var, döviz ile ithalat da var!..
TÜBİTAK Gen Mühendisliği ve Biyoteknoloji Enstitüsü harıl, harıl çalışıyor.
Ne güzel..
İnşallah önce bizimkiler bulur..
En büyük sıkıntı ne biliyor musunuz?..
“Aşı ve ilaç geliştirirken birçok malzemede yurt dışına bağımlıyız!.. En önemli sıkıntımız bu..”
Eh be arkadaş!..
1928’de kurulmuş “Dünyaca üne sahip” Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsünü “efsane” olmuşken daha da geliştirip, teknolojik donanım ile bilgili ve becerili Tıp bilimi insanlarımızın araştırma-geliştirme yetileriyle “pik yaptırmak varken” neden kapattınız?..
O kapatılan Enstitü de neler üretilmiş biliyor musunuz?..
1930’da Çiçek aşısı..
1931’de Tüberküloz aşısı..
1937’de Difteri-Boğmaca aşıları..
1938’de Kolera aşısı..
1940’da Çin’deki kolera salgınına Türkiye’den aşı ihraç edilmiş..
1945’de İkinci Dünya savaşında pek çok ülkeye tifüs aşısı ihraç edilerek destek sağlanmış..
1952’de BCG aşısı..
1990’lı yıllarda ise 18 farklı AŞI üretilmiş.,
Daha ne yapsın?..
Yapacağı çok iş olmasına rağmen fişi çekilivermiş!..
* Fransızların dünyaca ünlü “Pasteur Enstitüsü” 1887’de kurulmuş ve 133 yıldır halen hayatta..
* Bizim “Refik Saydam Hıfzıssıha Enstitümüz” 1928’de kurulmuş , Dünya’da kabul görmüş , Dünya Sağlık Örgütü tarafından tescillenmiş, haklı bir ün yapmış olmasına rağmen
“KHK ile 2011 de 83 yaşında kapatıyoruz” …
Ve maalesef…
“O” bugün hayatta değil..