Kadın seviyordu, hiç demeyi bazen de hiç kimse olmayı.
Hiç kimse olmak onu özgür yapıyordu, kendi düşüncesine göre…
Herkesin bir şeyler olmak istediği bu evrende hiç kimse olmak iyi geliyordu kadına. Kaybolup gitmek, kimlerin içinde kimsesizliklere dalmak her zaman iyi olmasa da çoğu zaman iyiydi.
Aslında çocukluğundan beri hep severdi, gürültü içinde sessizliği yaşamayı, insanlar arasında yalnızlığı yaşamayı, yokluk içinde varlıkların en zenginine sahip olduğunu hissetmeyi, canı yanarken kahkaha atmayı…
Hissettiği duyguları düşündü. Bu yüzyılda saçma mı bulunuyordu bu duygular, yüzyıllarca öncesinde nasıl bulunuyordu, yüzlerce yıl sonra nasıl bulunacaktı.
Hiç dalmaya niyeti yoktu. Aslında çok da önemli değildi. Kadın hayatı çok irdeliyor, planlıyor gibi görünse de aslında doğaçlama yaşıyordu çoğu zaman… Bazen Şems’in dediği gibi, sadece niyet edip yoluna devam edip kaderinin niyeti olmasını diliyordu.
En güçlü olduğu zamanları düşündü canının en çok yandığı zamanlar mıydı?
Ne kadar çok sorgulamıştı kendini gecenin dördünde, oysa yaşadığı bir hayattı al nefes ver nefes…
İnsanoğlunun, gitmeye inanırken kalmaya ne büyük değer verdiğini küçüklüğünden beri anlam bulamamıştı, bulabileceğini de düşünmüyordu. Belki de bundandı hiç kimse olması, hiç kimsesiz olması…
İnsanların yaşam denilen bu oyun içinde tüm mücadelesinin var olmak için değil de kalmak için olması, inançtaki ummanı kaybetmesi, mana yerine maddeye verdiği değer kadını hep düşündürmüştü.
Çoğunluğun sahip olduğu değerlere sahip değilsen, kendinsen ve hayatı cesurca içinden geldiği gibi yaşıyorsan zaten hiç kimsesiz kalıyordun bu dünyada…
Sonra kadın kendi kendine içindeki sese dedi; bir tane hayatın var, onu da istediğin gibi yaşamayacaksan ne anlamı var.
Seviyordu içindeki bu sesi, hiç yanıltmamıştı onu, hayatta en zorlandığı anlar bu sesin sessiz olduğu zamanlardı.
İnsanların ona çok farklı gözle baktıklarının farkındaydı fakat çoğu zaman bu farklılığın hangi pencereden olduğunu anlamlandıramıyordu. Böyle zamanlar kahve kokusuna ihtiyaç duyuyordu.
Adam için ise her şeydi hayat, var olmanın temel taşı gideceğini düşünmeden kalmak için planlar yapmaktı. Hayat uçsuz bucaksız bir pınardı ve bu pınardan doya doya içmeli, inandığı ile yaptığının tezadını yaşamalıydı. Dili farklı uyguladığı farklı olmalıydı. Kadın, adamın hayata bu bakışını her şey dahil tatil anlayışına benzetiyordu.
Belki de bir birlerine ilk sırt çevirişleri, birbirlerini ilk fark ettiklerinde başlamıştı. Kadın adamın vitrinlik hayatında değil hayatının derinliklerinde olmak istiyordu. Adamın hayatı ise vitrinden ibaretti. Kadın yine adamın hayatında hiç kimse olduğunu fark etti.
Hayatta her şeyi isteyen ne çok insan olduğunu düşündü. Her şey olmaya çalışırken hiçbir şey olan ne çok hayat vardı.
Bazen insana gülünç geliyordu. Fakat kadın durdu düşündü aslında gülünç değildi. Bireyin yaşam tarzı buydu, hayata bakışı, algısı, hissedişi böyle yaşamaktan mutlu ise bireyi eleştirmemeliydi.
Sonra hayat dedi. Düşün tüm balıklar suda yaşıyor. Akarsu, göl, baraj, deniz ve okyanus hepsi su…
Her suyun hissettirdikleri ve yaşam kültürü farklı, birde sığ sularda ve derin sularda yaşayan balıklar vardı. Güzellikler her zaman derinlerde mi gizliydi?
Müzik önerisi: https://youtu.be/I19VXFB1X_4
Döndü POLAT’ın tüm yazıları için tıklayın
https://www.balikesir24saat.com/author/dondu-polat