Oscar Wilde’dan hepimize…
Tüm dünyayı bambaşka bir süreç beklerken, hayatlarımız başka bir yöne evrilirken kendi içimdeki kaygılarıma, varoluş sancılarıma daha fazla kulak vermeye başladım.
Şu an pek çoğunuzun yaşadığı gibi hayatta kalma arzumuzun direttiği yoğun kaygı, temel ihtiyaçlar noktasında kıtlık sendromu, günlük rutinin tamamen değişmesi ve belirsizliklerin yarattığı her türlü senaryoya karşı “Peki, sonra ne olacak?” sorusunun çıkmazındayım.
Pek çok sosyal medya hesabında “Dinlenin, sakinleşin.” gibi gönderiler görüyorum. Hatta öyle bir gönderi paylaşmayı da düşündüm. Ancak kendimi duygusal anlamda normalden çok daha fazla yorduğumu hissediyorum bu süreçte. Eminim ki benim gibi hisseden, evde geçirdiği süre zarfında kendini zihnen fazlasıyla yoran pek çok kişi var aranızda…
Haliyle korkuyor, kaygılanıyoruz. Kaygı bizler için hayati önem taşıyan bir duygu… Sistemi, bizi hayatta tutmak üzerine kurulu… Tehlike anında “Kaç ya da savaş” diyerek ittirici bir güç sağlıyor. Ancak kaygının düzeyi kritik derecede önemli…
Yoğun kaygı, özellikle içinde bulunduğumuz salgın hastalık döneminde bizi tekrarlayan, takıntılı davranışlara itebilir. Hijyeni sağlamak ve gereken önlemleri almak çok önemli… Ancak yoğun kaygı vücudumuzdaki kortizol dediğimiz stres hormonunun artışını hızlandırıyor. Vücut doğal olarak sürekli gergin, sürekli tetikte olma halini koruyor. Hal böyle olunca bağışıklık sistemi gücünü yavaş yavaş kaybediyor.
Konuyla ilgili yapılan pek çok araştırma, yoğun kaygının bağışıklık sistemi üzerinde olumsuz etkisi olduğunu bildiriyor.
Şuan dünyada herhangi bir yerde, çok uzak bir yerde sizinle aynı kaygıları taşıyan pek çok insan var. Bu sebeple tek söylemek istediğim şey şu;
Bu bir süreç… Kötü olması geçmeyeceği anlamına gelmiyor. Bazılarımızın maddi ve manevi çok daha rahat, bazılarımızın ise biraz daha zorlanarak geçireceği ama mutlaka geçecek olan bir süreç.
Bu süreçte kendinize karşı acımasız olmamanız dileğiyle…
Uzm. Klinik Psikolog Sedef Olcay Atıcı