Hazreti Muhammed’in şu sözünü nasıl değerlendirebilirsiniz: “İnsanlar, babalarından çok, zamanlarına benzerler”, “Her yerde söylenecek başka sözdür, her zamanın başka adamları vardır”. Bu iki sözün açılımı, yenilik, evrim ve değişim değil midir?
Konuştuğumuz zaman 570-630 yıllarıdır. Bizans imparatorluğu çöküş dönemindedir. Kabe’nin içinde 360 put vardır. Kadın ise eşyadan daha da değersizdir. Bu koşullarda yapılan değişimi o günün koşulları içinde değerlendirmek gerekir. Yapılan bir anlamda medeniyet devrimidir. Bir yandan yeni bir din doğmuştur ama diğer yandan da yeni bir uygarlık kurulmasına önderlik etmiştir. İslamiyet kabileler halinde örgütlenmiş bir toplumun devlete dönüşmesidir. Muhammed’in ölümünden 30 yıl sonra Emevi devleti kurulmuştur.
Hazreti Muhammed’in şu sözünü nasıl yorumlamak gerekir: “Anlamını düşünmeden Kur’an okumakta hayır yoktur.” O zaman Kur’anın ezberlenmesinin önemi nedir sorusunu düşünmek zorundayız…
Peki Kur’anı kendi dilimizde okuyabilir miyiz? Büyük İslam düşünürü Sarahsi, Mepsut adlı eserinde(1. cilt, 36. sayfasında) bunu, yani Ebu Hanife’nin namazda “Kur’anın Arapçadan başka bir dil ile okunmasını” caiz gördüğünü şu cümlelerle bildirmektedir: “İranlılar Selman’dan Kur’anın birinci suresi olan Fatihayı Farsça yazıp kendilerine göndermesini istemişler, Selman bu sureyi Farsça yazıp onlara göndermiş; onlarda namazlarda Fatiha’yı Farsça okumuşlardır.” der. Bahriye ÜÇOK ise şu bilgileri vermektedir. “İmam-ı Azam, Ebu Hanife… Arap olmayanların kendi dillerine yapılmış Kur’an çevirileri ile namaz kılmalarını olumlu karşılamıştır.”
Yine Kur’anda bildirilen “Bilmediğin şeyin peşine düşme” (İsra, 36), “Rabbim, bilgimi arttır, de” (Taha, 114) anlamını düşünmekte fayda vardır. Kur’an, aklı ve bilimi miras bırakmışın başka bir ifadesidir. Milattan beş yüzyıl önce yaşamış olan Çin filozofu Lao-Tse, “Namuslu adamın tek düşüncesi, kendi kendini aşmaktır” der. Bu iki ifade bir anlamda örtüşür. Ya da başka bir hadisinde “İnsanın dini aklıdır; aklı olmayanın dini yoktur” diyebilecek kadar da akla ve akıllı insana değer veren bir insandır.
Dediğim gibi cahiliye döneminden bahsediyoruz. Aile kavramı ya da bilinci henüz oluşmamış yine mesken dokunulmazlığı diye bir kavram yokken bir takım kurallar bildirilmiştir. “Ey iman edenler, kendi odalarınızdan başka odalara, sahiplerinden izin almadan ve selam vermeden girmeyiniz, bu sizin için hayırlıdır. Onlarda bir kimse bulamazsanız, size bir izin verilmedikçe içeriye girmeyiniz ve eğer size dönün denilirse, hemen dönün; bu sizin için daha hayırlıdır. Oturulmayan ve içinden yararlanma yetkiniz bulunan odalara girmenizde sizin için bir günah yoktur”(Nur, 27-29)
O dönem hela kültürü de yok. İnsanlar kırlara çıkıyor tuvalet ihtiyacını görmek için.. O nedenle kadınların gece uzaktan görünmeyecek şekilde giyinmiş olarak çıkmalarını bildiriyor. Kadının çalışmasına izin veren peygamberin onları umacı konumuna getirecek giysiler giymesini isteyeceğini düşünmek yanlış geliyor bana..
İnsan yaşamı birikimler üzerine kuruludur. Bu birikimler değişimin nedenidir. Hazreti Muhammed’den önce Mekke’de Sabiiler, beş vakit namaza inanıyor, garip olaylara saygı gösteriyor, oruca Tanrı’nın birliğine, bayram ve haccın lüzumuna iman ediyorlar ve doğruluğunu savunuyorlar. Yine Mekke’de hak dinine bağlı olan Muvahhitler de vardır. Bunlar, İslamdaki inançların çoğunu İbrahim dini olarak savunmuşlardır. İslamdan önce, bütün ilkel kavimler gibi Araplarda ölümden sonra dirilmeye inanırlar yine birinci batın akrabaların, ikinci batındakilerle evlenmelerini haram saymaktadır. Zina ve şarabın haram olduğuna inananlar vardır. Üç aylar inancıyla(Eş-her-ül-haram) Kabe’ye saygı duymaktadırlar. Peygamber bütün bu eski inançları ayıklamış ve düzgün hale getirmiştir…
Kadir gecenizi tebrik ediyorum. Hayırlara vesile olsun…
Sevgi ve saygılarımla…