Bir bireyin toplumsallaşmasının anahtarı nedir?
Kullandığı sözcüklerin ve sorduğu soruların gücüyle bireyleşen ve “insan” olan insanın, toplumsallaşmasının anahtarı ilk adımı; eğitimdir, okumaktır, düşünmeyi öğrenmektir, bilimin peşinden gitmektir ve bu çok önemlidir üretimin bir parçası olmaktır. Üretmeyen insan, toplumun kanser hücresidir. Cahillik bu kanser hücresinin şekeridir. Cahilliği yenemediğimiz sürece sorunlarımıza kalıcı bir çözüm bulmamız zordur. Cahillikten kasıt üretmeyen asalak insan profilidir. Asalak insan profilinin en önemli özelliği toplumu, topluluk ya da yığına dönüştürecek yapı içine sokma gayreti içinde olmasıdır.
Kendisini sorgulamayan ya da kendisinden önceki dönemi merak etmeyen insan, özündeki hayvanlığı nasıl yenebilir. Üretimin içinde olmayan insan, özünde ki hayvanlığı nasıl yenebilir.
Öğrenmenin peşinde koşmayan, şüpheciliğini sorgulamayla, soru sormayla ve soruşturmayla tamamlamayan insan özünde ki hayvanlığını nasıl yenebilir.
Soruyorum, nasıl yenebilir!
Hayvanlığını yenemeyen insanın, erkek olanından kadına karşı şefkat beklememiz olanaklı mıdır? Topluma, diğer insanlara şefkat beklememiz olanaklı mıdır?
Her insanda bir hayvanlık vardır ama insan denilen varlık, yani insanın “insan” olma hali bu hayvanlığın sınırını aştıktan sonra başlar.
“İnsan” ile “hayvan” arasında ki temel farklılıkları özetleyecek olursak;
*Hayvan, organlarının özelleşmesi yüzünden çevresine bağlıdır. İnsansa, organların özelleşmemesi yüzünden çevresine karşı özgürdür.
*İnsan özgürlüğünü, beyin-el diyalektiğine borçludur. Bu yüzden hayvan, uygunsuz koşullar içinde türünü yok ederken insan her şart altında türünü sürdürmektedir.
*Hayvan geçmişini bilmez, insan bilir.
*Hayvan geleceğini tasarlayamaz, insan tasarlar.
*Hayvanın davranışları içgüdüseldir. İçgüdü, bir düşünce işi değil, bir beden yapısı işidir. Düşmanını görmek, hayvanı ya bağırtır, ya kaçırtır, ya da düşmanına saldırtır. İnsanınsa ne türlü davranacağı belli olmaz. İnsan, bütün bu yaklaşımların dışında eğer işine geliyorsa düşmanını yanaklarından öpebilir.
*Hayvan ölürken çocuğuna hiçbir bilgi veremeden ölür. İnsan, çocuğuna en az 20 milyon yıllık bir bilgi bırakır.
*İnsan, dünyayı teknikle değiştirebilen tek canlıdır. İnsan, tekniği zekasıyla ortaya koyar. Teknik, hayvan da ve doğada yoktur.
İnsanın “insan” olma serüveninin hikayesine yakından baktığımız da gördüğümüz kendinden kaçan insanın diğer insanlar üzerinden kendini aklama mücadelesidir. İnsanın kendini aklama mücadelesinin içinde var olan sahtecilik öyle bir zaaf oluşturur ki artık o insanın diğer insanlar üzerinde yapamayacağı kötülüğün sınırı yoktur. Kötülüğün sınırsızlığında anlaşan insan yığınlarının yapacakları karşısında hayvanlar daha fazla insan gibi olurlar ve o insanlara ders verircesine yaşarlar. Bugün bunları yaşıyor olmamız bize öfkeyi değil kendimizi, içinde bulunduğumuz toplumu yeniden sorgulamayı hatırlatmalıdır.
Dünyayı fethetmenin derdine düşen insanın en büyük korkusu kendisinin keşfedilmesidir. Kendisinin keşfedilmesinden niye bu kadar korkar oda bir muammadır, bir bilmecedir. Güce olan bağımlılık mıdır, cinselliğine olan zayıflığı mıdır, ne ile tanımlanacağı konusunda ki yetersizliği midir, saklanmanın getirdiği hazzın doyumsuzluğu mudur, gerçeği anlatmanın getireceği zorluklar karşısında yaşayacağı sıkıntılar mıdır, üretmeden ziyade tüketmenin ve hesap vermezliğin cazibesi midir, cahilliğinin anlaşılmasının getireceği kayıplarının acısı mıdır, bu böyle uzayıp gider…
Milattan önce 7. yüzyılda var olan Delf Mabedi’nin mabedinde yazılı olan “kendini bil” sözü ünlü filozof Pythagoras’a aittir. Yaşamın sırrı bu sözdür. Yaşam bu kadar basittir. Kendini bil demek kendini fethet demektir. Kendinden kaçma demektir. Kendi içinde ki çatışmayı sona erdir demektir. Kendi içinde ki çatışmayı sona erdirmeden yaşamın içinde var olmak mümkün değil ki.. Atatürk’ün bize en büyük mirası neydi; “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!” Yani önce kendinin efendisi ol ki sonrası kolay… Kendisinin efendisi olamayan bilin ki bir başkasının uşağıdır. İnsan hangi noktaya gelirse gelsin bir insana mutlaka ihtiyaç duyar. Önemli olan bu ihtiyacın sevgiyle mi yoksa baskıyla mı çözüleceği noktasıdır. İçinde ki dürtüleriyle mücadele etmek yerine onların etkisiyle hayvanlığının peşinden gidenlerin yarattığı tarih, insanın insanlık yolunda ki acılarının tarihidir. Savaş meydanında ölenlerin şu yada bu olması önemli değildir, hepsi Allahın çocuklarıdır. Ve Allahın çocukları, verilen akla ve sonunda ölüm olmasına karşın zalimlikten asla vazgeçmiyorlar.
İnsan aklı da soruyor; kim insan, kim hayvan…
Oysa aklımızın bize verdiği en büyük değer, ağzımızdan dökülen sözcüklerin ya da kalemlerimizin yazdığı kelimelerin gücü olması gerekirken biz yine işin kolayına kaçıyoruz ve satın alınacak şeylerin peşinden gidiyoruz. İnsanın bireysel değerleri, sözcüklerin gücüdür, bu gücün etkisiyle ya toplumsallaşmayı becerecek, akıl ile hukuk ile kurallar ile yönetilecek yada yığın olarak kalacak ve yalanla dolanla hurafelerle yönetilecek. Günümüzün sihirli sözcüğü toplumsallaşmadır. Toplumsallaşmayı becerebilirsek bugünkü çağdaş dünyada yerimizi alacağız…
Nazım ustanın deyişiyle;
Birlikte barış içinde bir orman gibi kardeşçesine, bir ağaç gibi tek ve hür yasayabilmek, yaşayabileceğimiz günleri görebilmek umuduyla…
Ve doğaya, doğada ki tüm canlılara saygıyı esas almanın bilinci içinde olmak şartıyla tüketimin değil üretimin parçası olmak özlemiyle….
İnsan aklı da sormasın; kim insan, kim hayvan diye sormasın…
Sevgi ve saygıyla…Vecdi Yılmaz