Yaşam, gülmek ile başlayan ağlamak ile biten bir süreç demiştik. Demiştik ya her doğum bizi mutlu ederken, her ölüm bizi üzmekte…
Dünyada öleceğini bilerek yaşayan tek canlı biz insanlarız. Diğer canlıları anlayamadığımız için böyle anlamlandırıyoruz belki de…
Nasıl da ölümü bile bile yaşamaya devam ediyoruz. Çünkü beynimizin en büyük kabiliyeti “kabullenme yeteneği”dir. Kabullenme yeteneğimiz olmasa nasıl dayanabilirdik ki bu kadar acıya, bu kadar yokluğa, sayamayacağım bu kadar kötülüğe……
İnsan ölmemek için harcadığı çabayı yaşamak için ne kadar harcıyor?
Belki de bu yüzdendir;
Boş verişlerimiz,
Aldanışlarımız,
Aldırmazlıklarımız….
Belki de bu yüzdendir biz insanların daha çok sonuçlara odaklanmamız, her işin en başından sonunu düşünmemiz.
Aslına bakarsanız tüm zayıflıklarımız bu sondan gelmekte, tüm gücümüzü de hayatın bir gün biteceğini kabullenmekten almaktayız.
Koçluğu meslek edinmiş biri olarak kişinin kendisini geliştirmesi gereken her noktada odaklanması gereken sürecin, duygu ve bilişsel duruluk olduğunu belirtiriz. Oysaki çalıştığımız tüm danışanların sorunları neredeyse sonuç odaklı olmaktan geçmekte…
Hayatı nasıl yaşıyoruz.
Sonuç odaklı mı?
Süreç odaklı mı?
Haz odaklı mı?
Yarar odaklı mı?
Yaşamda ki gayemiz yaşamımız mı?
Yoksa yaşıyoruz işte mi?
Yoksa başkaları ne der ne söyler mi?
Tabii ki bir sonu var. Son olduğunu hepimiz bilerek yaşıyoruz fakat bu sona geldiğimizde yeniden baştan başlasam aynı hayatı yaşamak ister miydim?
Sorusuna cevabımız,
Kısmen de olsa evet, ise sıkıntı yok o zaman yaşadığımız hayat istediğimiz hayattır ve bizim için yeterince anlamlıdır.
Yeniden yaşama şansım olsa aynı hayatı yaşamak ister miydim?
Sorusuna cevabımız,
Hayır, ise hayatımızı anlamlandırmaya ya da hayatımıza bir anlam bulmaya başlamalıyız.
Bu noktada hayatımızda değiştirmek istediklerimize değil de odaklanmamız gereken bundan sonrası olmalı. Hani sonuç odaklı olmak dedik ya, işte burada sonucun nasıl olacağını tahmin etmek yerine, hayatımızda olmasını istediklerimize odaklanmak bizim için daha mutlu sonuçlar getirecektir.
Kısacası neleri istediğim gibi yaşayabilirim, hayatımda neleri anlamlandırabilirim, yapmaktan keyif aldığım neler var bunları belirleyip devam etmek daha fazla hayatı anlamamızı sağlayacaktır.
***
Hayatımızın anlamında karakterimizin ise ayrı bir etkisi var. Mesela;
Bazılarımız mutluluktan,
Bazılarımız acıdan,
Bazılarımız başkalarının ne yaptığından,
Bazılarımız başkalarının olumsuzluklarından,
Bazılarımız acımaktan veya kendini acındırmaktan,
Bazılarımız kendini çok önemli zannetmekten,
Bazılarımız öfkeden (mutlaka kızacak bir şey bulurlar)
Bazılarımız iyilikten, yardımseverlikten beslenir.
Hayatı anlamlandırmak çocuk yaşta öğrenmemiz gereken bir durum, bizler hayatı anlamlandırmayı pek öğrenmeden büyüdüğümüz bir kültürün çocuklarıyız. Beni en çok üzen noktalardan biri bu çocuklarımız daha küçük yaşta kendini ve özelliklerini keşfetmek yerine yarınını nasıl kurtarması gerektiğine odaklanıyor. Bunun için de tek bir yol var gibi yaşanıyor.
Canımız çocuklarımıza kendilerini ve yeteneklerini keşfetmenin, bu yetenekleri hayalleri ile beslemenin, yaşamlarının bir amacı olmasının gerektiğini anlatabilsek…
Zamanı, süreci, gelişimi izleyip gözlemlediğimiz de hayat hep geçilmesi gereken bir sınav hatta hayatın her aşaması bir sınav mantığı ile bakmak hayatımızı ne kadar anlamlı kılabilir?
Aslını sorarsanız hayatın anlamı ise bizim baktığımız pencere kadar değil midir?
Bir Çin atasözü der ki; “Kuyunun dibindeki kurbağa, gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanır”
Ne dersiniz gökyüzüne bakarak bir ömrü geçirmek mi?
Kuyudan çıkma cesareti gösterip gökyüzü dışındaki güzellikleri keşfetmek mi?
Mutlu sağlıklı pazarlar…
Müzik önerisi: https://youtu.be/5s3ytiYZS8g