“Lamia”, saygıdeğer Hamza Yıldız’ın okurun ilgisine sunmuş olduğu şiir kitabının adı. Kitabı oluşturan her şiir, öylesine duygu yüklü ki… Kitabı elime aldığım gibi bir solukta okudum. Değerli şairimiz, büyük bir ustalıkla yaşadığı toplumu şiirin büyülü dünyası ile buluşturmuş. Kendisini canı gönülden kutluyorum. Başarılarının devamını diliyorum.
Büyük bir keyif ve beğeniyle okuduğum Lamia ile bazen Hamza beyin çocukluğunu geçirdiği köylere doğru bir yolculuğa çıktım. Bazen de çıkarsız bir sevginin parçası oldum. Kısacası, şiirin anlatım gücü hayatın bütün renklerini gözler önüne sermiş. Bundan dolayı da beni oldukça etkileyen bu şiir kitabını, dilim döndüğünce anlatmak istedim. Çok daha doğrusu Lamia gibi oldukça başarılı bir eseri, siz sevgili okurlarım ile paylaşmak istedim. Bir kusurum olursa şimdiden affola.
Sayın Yıldız, Lamia’yı kendine göre tanımlamış. Bugüne dek yaşamış olduklarını, Lamia ile özdeşleştirmiş. Biz okurlar da, kendi duygu ve düşüncelerimiz doğrultusunda kim bilir Lamia’ya hangi anlamları yükleyeceğiz. Şiirin güzelliği bu değil mi zaten? Öncelikle, Lamia’ya teşekkür etmek istiyorum. Sayesinde, Çanakkale’nin Çan ilçesine bağlı Hacılar ve Maltepe köyleri ile tanıştım. Kobak suyu çeşmesini, Çam halılarını, yöresel kilimleri ve heybelerini öğrendim. Şairin, Kazdağları’nın en önemli dağ silselerinden biri olan Ağı Dağı’na sakladığı hayallerine ve yalnızlığına konuk oldum.
Sanki okuduğum her dize de doğa harikası köylerimizin geçmişi canlanmıştı. Bir zamanlar var olan urgancılar ve bakırcılar, artık benim de arkadaşımdı. Köy halkından olan topal ustayı, yalakçı İsmail’i ve potuk İsmail’i görmeden tanıdım ve çok sevdim. Çapar Ali, Güvem, Kıraç, Hacı Ağa Mehmet ve Habil Ağa çeşmelerinden ben de bin pınarlı İda’nın şifasını taşımaya başladım. Biliyorum ki, bu çeşmeler umuda doğru akıyor. Ve içtiğimiz suda özgürlüğün tadı var.
Lamia, duygu ve düşüncelerini hiç çekinmeden anlatan bir sırdaşım oluvermişti. O’na göre, gece boyunca vicdanın sesi uyanık kalmaktaydı. Bir kadının gülümseyişi, manolya çiçeğini kıskandıracak kadar güzel olmalıydı. Hatta rüyalara girmeyen masallarda bile yer almamalı. Rüyalara girmeyen masal da olur mu hiç demeyin. Sevgi, nasıl engel tanımıyorsa, şiirde o derece özgürdü. Yağmurlar mahremdi. Narında üşüyen de yardı. İşte o yardı, Lamia’nın ıslanıp üşümesinden korkan. Belki de gülümseyişi güzel olan kadın Lamia’dır?
O’ydu, hem insanı var eden topraklar hem de kendinden bile sakladığı dizeler. Lamia, Çan sokaklarından geçince bütün şehir fesleğen kokardı. Nedendir bilinmez aklına birden ölüm gelirdi. İçi ürperirdi o zaman. Korkar O’nu kaybetmekten. Bir haber bekler O’ndan. Lamia’nın kendinden habersiz çekip gitmesini istemezdi. Kendisine bu kötülüğü yapacağını düşündükçe ne yapacağını bilemezdi. Aşk, koca bir muamma değil midir zaten? Ve mevsimsiz olan, insanın aklını başından alan.
Sonu böyle bitsin istemezdi hiç kimse. Ama ansızın çekip gitmişti Laima. Hem de hiç ardına bakmadan. Lamia’nın olmadığı zamanlardı işte köyde geçen çocukluk çağı. O’na duyulan sevgiydi, doğa sevgisi. Bahçelere her atılan tohumda sanki Lamia’nın eli vardı. Dikilen her fidana can suyunu sanki O vermişti. Ve anlatıyordu Lamia olmadığı zamanlardan bugüne kalanları: ‘’ Can suyuna, dirlik suyu, abı- hayat ve hayat suyu da denildiğini tasavvuf şiirlerinin mısralarından öğrenmekteyiz. ‘’
Lamia’yı hiç tanımayan köylü de yol kenarlarında, sokaklarda üstü ve üç tarafı kapatılmış bir oda içine yapılmış olan oda çeşmelerinin başında sohbet ediyordu. Onlardı Çan’ın ve köylerinin çeşme kültürünü bugünlere ulaştıran. Lamia’ya göre, oda çeşmeleri bu kültürün ince ruhlu mekânlarıydı. Çan sokakları da suskun âşıklar diyarı. Köy sakinlerinden biri olan Neşet ustanın gönül telinde fırtınalar kopmaktaydı.
Lamia yoktu artık. Çocukluk günlerini büyük bir özlem ve sevgiyle anan şair, kendini sisler şehri dediği Çan kaldırımlarında terk edilen bir kedi gibi hissetmekteydi. Birden Türkan adında bir kadın o sislerin arasından beliriyordu. Kim bilir O’nun nasıl bir hikâyesi vardı? Belki bu yalnızlığa son veren kadındı. Belki de başka bir ayrılığın kahramanı oldu. Belki de Lamia da Türkan da birer hayal ürünüydü.
Çan’ın ve köylerinin doğal ve kültürel değerlerini anlatan dizelerin de söyleyeceği sözü vardı. Artık söz sırası onlardaydı. Her bir dize hep bir ağızdan şöyle diyordu: “Eski eşyalar mahzenindeki ruhların izleri serpilmiş her köye. Çeyizlik tahta kaşıkların üzerindeki Türkmen motifleri, geçmişin ayrıntısı, anın telaşı ve geleceğin kaygılar… Her biri de bu toprakların ürünüdür. Geçmişinin ve adının onuruyla Kocataş Çayı ve köprüsü de tanıktır bu yaşanmışlıklara… Nice nice sevdalara… “
Teşekkürler kardeşim. Lamia ve beni önce sen anladın.