“Dayanışma” sözünün, günlük dildeki kullanımının yanı sıra, bir de siyasi, politik dildeki kullanımı vardır.
Siyasi-politik dildeki kullanımı, dünyadaki sol- sosyal demokrasinin,
temel ilkelerinden olanıdır.
Bunun Türkiye’deki bir karşılığı da “halkçı dayanışma” olmaktadır.
Ancak “halkçı” çevrelerde bu en çok konuşulup, nedense en az tartışılmaktadır.
Bu yüzden adına ve özüne uygun kullanılmadığından, “halkçı” siyaset alanında,
ne yazık ki yaşam alanı bulmakta oldukça zorlanmaktadır.
Sorun ise “idrak”tadır.
Bilinen bir doğru; dünyada “kapitalizm” soldan önce doğdu.
Kapitalizm doğduktan sonra politik olarak “sol”u doğurdu.
Kapitalizmi savunmak, siyasal anlamda “sağcılık” veya siyasi anlamda “sağcılığı” savunmak, “kapitalizmden yanalık” oldu.
Kapitalizmin karşıtı olan emekten yanalık da “solculuk” ya da sol-sosyal demokratlık; ülkemize göre de “halkçılık” oldu.
Kapitalizm vahşi mi vahşi idi çıktığı ilk zamanlar.
Bir yanda her şeye sahip olan sermayedar burjuvalar; diğer yanda da insanlık dışı koşullarda, azgınca sömürülüp çalıştırılanlar…
Kazanılıp bugün var olan; ancak o zamanlarda ayaklar altında olan, adı bile anılmayan bütün sosyal haklar…
Sömürenler küçük bir azınlık; fakat iktidarda olan hep onlar.
Devlet ellerinde, hizmetinde olup; ses çıkaranı ezmekte, benzetmekte!
Sömürülüp ezilenler ise çoğunluktalar; fakat bir türlü iktidarda olamamaktalar.
Ezenlerin tarafı, her yola başvurmakta; azınlıkta da olsalar, sandıktan “çoğunlukla” çıkmaktalar!
Üstelik de ezilen çoğunluğun oy desteğini de sağlamaktalar!
İşte o günlerden, bugünlere kadar, sağın elinde tuttuğu ve hep kullandığı üç büyük gücü oldu.
En başta “sermaye-para” gücü olmak üzere; diğer ikisi de “din-inanç” ve bir de “ırkçı-etnik milliyetçilik” en etkili silahı oldu.
Kiliseleri de arkasına alarak, toplumu hep kasıp kavurdu.
İtalya’daki adı faşizm, Almanya’daki Nazizm;
diğer yerlerde de “diktatörlük” oldu.
Ezilen, sömürülen çoğunluğun siyasal, toplumsal gücü ise;
“eşitlik, özgürlük, adalet
ve “DAYANIŞMA” oldu.
Sol-sosyal demokrat-halkçı siyasette bu nedenle, önce “dayanışma” ilkesi olmazsa olmaz.
Ama önce içeride, kendi içinde “dayanışma” kaçınılmaz.
Gerçeği olmazsa eğer; sahtesini kimse, halk da yutmaz!
“Dayanışma” geçerliyse eğer, orada bencillik bulunmaz.
Kişisel bencilce çıkarlar,
senlik-benlik, kariyercilik barınamaz.
Yapıda, düşünceler esastır, ilkelerden sapılmaz.
Eğer yoksa bunlar, diğerinden bir farkı kalmaz.
Dayanışmanın beslenip güçlendiği kaynak ise,
kendi içinde işletilmesi gereken iç demokrasi,
olmazsa olmaz.
İç demokrasi çalışırsa, “yetenek birikim-donanım”
demek olan nitelik- liyakat ve emek, dışlanamaz.
Kumpas, entrika, hile-dolap ve ölümüne rekabet
geçerliyse, böyle bir yapı iflah olmaz!
Evet, sağın en büyük gücü, başta sermayeden; ırkçı-etnik milliyetçilik ve din-inanç sömürüsünden.
“Sol-sosyal demokrat,
halkçılarda” ise ol(a)maz
bu üçünden.
En büyük güç kaynağı da “dayanışma” düşüncesinden.
Bütün toplumun önüne bunu koyacak, bunu yayacak; ama önce kendi içinde bunu yaşatacak.
Elbet, ülkemizde de siyasette, sol-sosyal demokratların ya da halkçıların en büyük gücü, özellikle ve de öncelikle
“dayanışma”dan.
Demokratik, laik Cumhuriyet;
adalet ve hürriyet yolunda; önümüzdeki bu kurultayda;
Toplumu kavrayıp menzile erilir mi “dayanışma”dan!