Futbolu sevmeme rağmen futbol programlarını izlemiyorum, daha doğrusu izlemeye tahammül edemiyorum. Bunun nedeni tek başına futbolu yorumlamaya çalışanların tuhaflıkları değil. Birçok sporsever gibi ben de müsabakaların ardından laf kalabalığı duymak istemiyorum. Yalnızca maç içindeki güzel hareketleri görmek istiyorum. Bunun dışında ilgimi çeken tek şey rakamlar. Gazeteyi aldığımda müsabaka ile ilgili aradığım, maçın istatistiklerini gösteren tablo. Açıkçası maç sonucunda oyunculara puan ya da yıldız veren futbol maçları yerine basketbol maçlarının istatistikleri çok daha keyif verici.
Hem basketbolu hem de futbolu uzun yıllardır ilgiyle takip eden biri olarak Ufuk Sarıca’nın Teamsystem Bologna’ya 12/9 ve Chris Lofton’un Ted Kolejlilere 22/17 isabetle attığı üçlük istatistiği hiç aklımdan çıkmıyor. Futbolda ise en iddialı maçta bile bir futbolcunun kaç olumlu pas yaptığı ya da kaleye kaç şut attığı ile ilgili hiçbir rakam aklımda yok…
Ülkemizde futbolun hep gölgesinde kalan basketbolun NCAA ve NBA’den kapması gereken en önemli nitelik oyun tarzından önce seyirci kültürü. Amerika’da çok küçük yaşlardan itibaren mercek altına alınan oyuncuların sayılarla takip edilen gelişimleri öylesine heyecan verici bulunuyor ki, bu yüzden NCAA basketbolu profesyonel basketbol kadar ilgi çekiyor.
Basketbolda sadece profesyonellerin değil sıradan insanların kişisel sınırlarını keşfetme konusundaki merakları ilginç sonuçlar ortaya çıkarabiliyor. Bunun için bir top ve sürekli kendini aşmak isteyen bir bünye yeterli. Basketbol topunu elinize alıp potaya şut atmaya başladıktan bir süre sonra içgüdüsel olarak attığınız ve kaçırdığınız basket sayılarını aklınızda tutmaya başlıyorsunuz. Bu alışkanlık bir tutkuya dönüştüğünde kendinizi aşmanın keyfine varıyorsunuz. Düzenli çalışma sonucu yükselen şut yüzdeniz ise müthiş bir haz oluşturabiliyor. Üstelik çalışma ve başarı arasında toplumda sürekli kurulan denklemlerin keyifli bir sağlaması şut antrenmanları…
Benim gibi şutseverlerin günümüzdeki idolü ise Josh Ruggles. 2014 yılında İspanya All Star’daki 3’lük yarışmasında finalde Jaycee Carroll’u yenen Ruggles henüz 16 yaşındaydı. Muhtemelen üst düzey olamayacak amatör bir basketbolcu olan Ruggles 3 sayı konusunda ise tam bir üstad. Sanal ortamda attığı 150/135 üçlük isabetiyle ses getirmiş, ve İspanya Basketbol Federasyonu tarafından 2014 All Star’a davet edilmişti. 2 yıl üst üste Avrupa’nın en güçlü basketbol liginin oyuncuları arasından sıyrılarak şampiyonluğu kazanan Ruggles, büyük ilgi toplamıştı.
Josh Ruggles’in hikayesinin bir benzerinin bundan 60 küsur yıl önce ülkemizde de yaşandığını biliyor musunuz? 1940’lı yıllarda çeşitli Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan serbest atış çizgisinden şut atma yarışmaları ülkemizde ilk kez 1946 yılında düzenlenmiş ve şampiyon 60/52 atan Kamil Nezih Okuş olmuştu.
Daha sonraki yıllarda Enis Günşar, Hüseyin Öztürk ve Yalçın Granit gibi Türk basketbolunun büyük değerleri şampiyon olacaklardı. Ancak serbest atış birinciliğine damgasını vuran ve 3 yıl üst üste hem İstanbul hem de Türkiye birinciliğine ulaşan isim bambaşka birisi. Uzun zaman önce tarih olan serbest atış birinciliği denilince bugün yorgun zihinlerde canlanan en önemli isim Halil Arslan’dır.
HALİL ARSLAN DA KİM?
En bilgili basketseverler için bile Halil Arslan ismi pek tanıdık değil. Cem Atabeyoğlu’nun “Türk Basketbolu” adlı eseri olmasa muhtemelen hafızalardan tamamen silinecek, hatta bu yazıya bile konu olmayacaktı. O dönem üst üste Türkiye’nin en iyi şut adamı olan Halil Arslan bir basketbolcu değil, İstanbul Teknik Üniversitesi Spor Salonunun temizlik ve bakım işlerinden sorumlu hademesiydi.
İTÜ Spor Salonunda çalışmasa basketboldan pek haberi olacağını düşünmüyorum. Yaşamda önceliği ekmek parası kazanmak olan Halil Arslan, salonda izlediği kişilerden mi esinlendi ya da can sıkıntısından mı şut atmaya başladı bilinmez, ama bir şeyi iyi biliyorum, her şey o ilk atışla başladı. Hani tuğla gibi potaya fırlatılan, panyaya çarpıp geri dönen ya da potanın üstünden giden… Nasıl yani diyerek tekrar tekrar denenen şutlardan sonra Halil Arslan’ın dilinden şu kelimelerin dökülmesi muhtemeldir: 10’da 1, 2 bilemedin 3… Artık start verilmiştir; merakla sınırlarını keşfeden bir bünye, pota ve basketbol topu… Üstüne koca bir salon… Halil Arslan için artık işi çok daha keyiflidir. Günde kaç şut attığını Allah bilir. Kendi sınırlarıyla yüzleşmesinden sonra sıra hayatını şut atarak kazananlarla yüzleşmeye gelmiştir.
Herhangi bir takımda oynamadığı için ferdi lisans çıkararak yarışmalara katılmıştır. O dönem sporcular yarışmalara istedikleri kıyafetle katılabiliyordu. Halil Arslan da günlük kıyafetiyle, yamalı pantolonuyla atışlarını yapıyor ve rakiplerini alt ederek şampiyonluklara ulaşıyordu.
Tıpkı Josh Ruggles gibi profesyonellere karşı Halil Arslan tek silaha sahipti: Rakiplerinden daha fazla çalışmak… Sonuçta günümüze büyük oranda unutulsa da harika bir başarı öyküsü kaldı. Eğer gencecik yaşında işine giderken elim bir trafik kazasında kaybetmeseydik kendisini, daha fazlasını da bilebilirdik. Ama “Olanla ölene çare olmuyor.” derler. Evet “ölmüş” ama daha da önemlisi “olmuş” Halil Arslan. Mekanı cennet olsun…
Yazıya Merhum Cem Atabeyoğlu gibi son vereyim. Haydi İTÜ birazcık vefa…