Google’a girip “İstanbul boğazı nasıl oluştu?” diye basit bir cümle yazdığınızda, saniyeler içinde pek çok bilimsel makale, kurultay sunumlarıyla sonuç bildirgeleri ve bilim insanı araştırmalarına ulaşabiliyorsunuz.
Bilginin bir tık uzağında olmanız bile bilgiye bir tıkla ulaşabilmenin dahi “bilgi” sayesinde olduğunu ortaya koyuyor.
Bununla beraber bakıyorsunuz OECD Raporu’na:
Türkiye, eğitime en az harcama yapan 3.ülke konumunda.
Eğitime en çok para harcayan ülke Lüksemburg.
OECD ortalaması 10.502,00 dolar.
Türkiye’nin ilkokuldan üniversiteye kadar her bir öğrenci için bir yılda harcadığı tutar ise 5 bin 633 dolar.
Bizden daha az harcayan sadece Kolombiya ve Meksika.
Sıralamaya alınan 34 ülke içinde eğitime harcama sıralamasında 31. olunca da “bilgi” halimizin saç baş yoldurur seviyelere inmesini anormal karşılamamak gerek.
Tam bir “eller gider aya, bizler yaya” durumu.
Bu tatsız durum ise her gün başka dumur haline dönüşmemize sebep oluyor.
Son örneğini de Uğur Dündar’ın 12 Eylül 2019 tarihli yazısından öğrendik:
Bir tarih doçenti…
Kelimeleri yineleyelim ve son kelimeyi heceleyelim:
Bir tarih do-çen-ti…
İstanbul Boğazı’nı Türklerin kazarak açtığını iddia ediyormuş.
İstanbul’u 1453’de fethettiğimize göre demek oluyor ki tarih do-çen-ti-ne göre 1453’den önce İstanbul Boğazı yok.
Bilgiye ulaşmanın böylesine kolay olduğu günümüzde bilgisizliğin akademik düzeyde böylesine dip yapması karşısında insanın nutku tutuluyor.
Google’da beş dakikalık bir araştırma yaptığınızda İstanbul Boğazı’nın İstanbul ve Kocaeli bloklarının saat yönünde farklı hızda dönmeleri sonucu ve blokların makaslama zonu şeklinde açılmasıyla oluştuğu, su bağlantısının ise bundan da çok daha sonra ama günümüzden yaklaşık 7200 yıl önce, kuzeydeki ve güneydeki körfezlerin birleşmesi ile meydana geldiği bilgisine ulaşıyoruz.
Keza halen kapalı olan ve sakıncalı içeriklerin engellenmesi yerine tümden kapatılan wikipedia’da yer alan bilgiye göre de İstanbul Boğazı’nın oluşumu 4.Jeolojik Döneme uzanıyor.
Bir tarafta bilgi…
Bir tarafta 2019’un dibe vuran safsatası…
Doçent(!), acaba bu engin bilgisiyle mi doçent oldu diye düşünürken Marmara Denizi’ni de bizim su taşıyıp doldurarak oluşturduğumuz ve bu kez gaza gelip bir de Çanakkale Boğazı’nı kaza kaza açtığımız tezini de ileri sürebilirdi.
Artık şaşırmazdık da!
Zira ciddi ciddi öyle diyor:
“İstanbul Boğazı’nı Türkler kazarak açtı.”
Dünya bilim sıralamasında Türkiye’nin adı yokken, üniversitelerimiz ilk 500’lerde 480.sıradan kendine yer bulunca sevinir hale gelmiş, bilimsel yayın anlamında İran, Türkiye’ye fark atmış ve lise üstü kurumlar haline dönüşen üniversitelerdeki son parlak beyinlerimiz dışa göç ederken…
Ortalığın bu tür tarih doçentlerine kaldığı bir çerçevenin tam ortasındayız artık.
Bilgiye ve eğitime sırtımızı döndüğümüz an, ne yargıda, ne ekonomide, ne sağlıkta ve ne de bilim dünyasında iyi bir noktaya gelebiliriz.
Barış Manço’nun şarkısını hatırlarsanız eğer, ne diyordu müziğin içinde ders veren o büyük sanatçı:
“Bu kafayla bir baltaya sap olamazsın ama
Gün gelir sapın ucuna olursun kazma”
Bugün eğitime –olması gereken- bütçeyi ayırmayan Türkiye’nin kaynaklarının nasıl israf edildiği ortadayken, üretimi unutan bir ülkenin eğitimi de unutması halinde üçüncü dünya ülkesi haline dönüşeceği ve bunu bekleyen akbabalarla çevrili olduğumuz, öngörülebilir korkulu ihtimal değil mi?