İnsan, bildikleriyle ve bilmedikleriyle eksiktir. Bilgilenme, yaşama gereksinimlerimizin başında gelmektedir.
Üstad Cahit Sıtkı Tarancı’nın ifadesiyle;
“ Gök yüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.”
“Hayatta yapılacak o kadar çok hata var ki, aynı hatayı yapmakta diretmenin anlamı yok.”
J.Paul Sartre’in anlatımından anlıyorum ki hata yapmamaya direnmek, yaşamın bir gerçeği. Ancak aynı hatayı yapmaya direnmek aptallıktır demeye getiriyor.
“Hatasız kul olmaz.” Ferdi Tayfur:
Bende inanıyorum ki; hata varsa iş vardır. Hata yoksa işte yoktur. İnsan yerinde sayıyor veya havanda su dövmektedir, hiç yaşamamış diye algılarım. Marangoz atölyesinde, talaş, kıymık, tahta kırıntı ve parçaları yerlerde bulunuyorsa; kapı, pencere ve dolap…üretildiğinin gerçeğidir.
“Akıllılar (kendi) zayıf taraflarını bildiklerinden, yanılmazlık iddiasında bulunmazlar. En çok bilen, ne kadar az bildiğini herkesten daha çok iyi bilir.” diyor Thomas Jefferson.
Bu durumda;
“Ne kadar zengin olursan ol yiyebileceğin kadar yersin. Destiyi denize daldırsan alabileceği kadar alır, gerisi kalır.” Mevlana
Dünyayı sırtına yükleyip götüreceklerinin hırs ve gayreti içinde olanlara sunulan bir inci tanesini kaydettim.
Ama insanın asli görevi, kendisine emanet edilen mukaddes bedene ihanet etmeden yaşamanın, keyfini almaktır. Bunun için, zamandan, mekandan hep yol almanın tadına varmak anlamlıdır. Hovardalıklardan söz etmiyorum. Babam dostlarına, bu durumu şöyle tanımlamış; “Kuyuya fazla inip çıkan kovanın ağzı yamuk yumuk olur.” Kısaca “hatalarınızda ısrar etmeyiniz” demiş.
“HEP YOL ALMAK İSTERİM
Hep yol almak isterim hiç duramam yerimde,
Tanığımdır dalga, o denizde titriyorsa,
Rüzgara seslenirim gidelim! Rüzgar dönse,
Dalgadadır sıra: haydi daha uzağa!
İlerlerim, kasırga alır götürür beni…
İnsanlar, aşklarınıza dört elle sarılın,
Kapının önündeki taş sedire oturun,
Ve geçen günlerinizin arkasından bakın!
Ne mutlu evinden hiç çıkmayıp,
Her akşam aynı saatte çatının aynı,
Köşesinden havalanan gece kuşunu
Tekrara tekrar izleyen kişiye ne MUTLU!” V.Hugo
Siz bunu yapabiliyor musunuz?
“Her şeyi kötüye yormak, endişelenmek, insanın hiç bir hastalığı yokken hasta eder…” diyor üstadım…
Gökyüzünün renklerini fark edebimek için, güneşin doğuşu ve batışını, bir de güneş tam tepenizde, zamandan yol alırken gözleme ve izlemek gerekir.
GERÇEK FAKİRLİK nedir anlamaya çalışalım?
“Bir baba eşini ve oğlunu alıp bir köye götürür. Bu gezinin asıl hedefi, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek.
Yoksul bir aileye konuk olurlar. Bir gece ve bir gün geçirirler. Baba; gezi sonunda oğlunu sorgular.
-İnsanların ne kadar fakir olabileceklerini gördün mü?
-Evet.
-Ne öğrendin peki?
-Şunu gördüm: Bizim evde bir köpeğimiz var. Onların dört. Bizim bahçenin ortasında bir havuz, onların sonu olmayan dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar, onların yıldızları. Bizim görüş alanımız avluya kadar, onlarsa bütün ufku görüyorlar.
Oğlu sözlerini bitirince baba söyleyecek söz bulamaz.
– Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için…”
Zaman akıp giderken, küçük çıkarlar için, insanın insana zulmünün yaşandığı günlerde, “COVID- 19‘la doğa kendi öcünü mü alıyor” diyesi geliyor zannıma?
Gerçekler, asıl gerçekler ayrıntılarda, anlamlı düşünme, incelikleri görmek, farkı; fark etmekte yatar * İ D U R A K İ *.
Gökyüzünün rengini, renklerini, bulutlu, şimşek ve yıldırımlar ötesinden, kar beyazını, zümrüt yeşilini, deniz maviliğini, doğan ve batan güneşin kızıllığı ile tan yerinin ağarışını görebilmektir. Yağmurdan sonra toprağın kokusunu alabilmektir asıl gerçek… canlar…