Toplum olarak; velveleyi, gırgır şamatayı çok severiz. Komşunun evinde bir tıkırtı olsa duvara kulak kesiliriz. Bırak kardeşim herkes evinde ister sevişsin, ister koklaşsın, ister sandalye masa ve evinin eşyalarının yerini istediği gibi değiştirsin. Sana ne? Merak bu, illa ki bir şeyler öğrenecek ya! Ne öğrenecekse? Öğrenecek bir şeyler var kendilerince insanların.
Karşı sokakta bir bağırış, çağırış işitsek, hemen fermaya kalkarız. Kim ne yapıyor? Kim kime ne diyor? Nedir bu bağırışmalar, çağrışmalar diyerek her şeyi merak ederiz?. Ama başımıza ne gelirse meraktan gelir. Vatandaş reklam peşindedir. Reklam olsun da nasıl olursa olsun?
Bu sabah komşulardan yazdım; “Benzin alacaksan SHELL’den, akıl alacaksan KELDEN.” diye uyardılar * İ D U R A K İ * yi. Bir de neymiş efendim? “ Maden bulunan arazide ot bitmezmiş..” Bu tevatürler tarama özürlüler üstünden yaşamı eleştirel bakımdan değerlendirmenin bir yönü.
Ancak memleketin dört bir tarafından gelen bağırışmalar ve çağrışmalara aklım takıldı. İnsan olarak bir yanılgımız var; çok bağıran, çok konuşan, uzun konuşanı çok doğruyu, asıl gerçeği söylüyor sanıyoruz. Sanılarımızın bizi yanılttığının farkında bile olamıyoruz. Kişi başı dış borç tutarını bilen var mı? Haydi hayırlısı. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete. Meydanlarda bir bağırış, çağırıştır gidiyor. Herkes sahibin sesi tarafından azarlanıyor, aşağılanıyor, güdülüyor. “Taraf olmayan bertaraf olur.” diyerek aşağılanıyor, hakarete uğruyor, tekmelenip tokatlanıyor. Yüzünüze tükürenlerden, Allah razı olsun diyerek tevekkel halimizle kabuğumuza çekilip mübarek günlerin suyu hürmetine; fış fış kayıkçı küreğiyle aheste, aheste boğaz sefasıyla kendimizi avutmanın peşindeyiz. Eşitsizlik, adaletsizlik ayyuka çıktıysa senin yapacağın bir çözüm yok * İ D U R A K İ *. Akıllar satılmış, diller tutulmuş olunca, ortalık güllük gülistanlık, meydanlar hınca hınç olup borazan başılar, lale, papatya, gonca gül… demet ve buketleri ortalığa çıkınca insanın bir şey diyesi gelmiyor.
Yaz bitti, okullar açılıp eğitim öğretim başlayacak;Tolstoy diyor ki; “kötüler kendilerine tahammül edildikçe çok azarlar.”
SON DURUM
“ Okul var, eğitim yok. Cami var cemaat yok.
Tarla var ürün yok, ahır var hayvan yok.
“BEYİNLER VAR AKIL YOK.” … Elin oğlunun dilinin kemiği yok. Aklına geleni söyleyiveriyor.
Zaman, geçmiş zaman. Bekri Mustafa sözü gediğine koyan kabadayılardan.
Bekri Mustafa; İstanbul’da balıkçı esnafına kafayı takar. Zil zurna çarşı girişte narayı basar PAZEVENKLEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEER !…
Narayı duyan esnaf kapılara koşarlar. Ellerinde süpürge, odun, pala, her ne varsa..
BEKRİ, bakar ki pabuç pahalı, kuyruğunu kısarak geri kaçar.
Sessizce söylenerek uzaklaşır.
KENDİNCE
-Ne kadar çok?
Ne kadar çok?******…”
(Bekri Mustafa’nın yaşamı kitabından )