featured
  1. Haberler
  2. YAZARLAR
  3. GAZİ’NİN KAĞNILARI

GAZİ’NİN KAĞNILARI

5 Aralık 1934 günü Türk Kadınına seçme ve seçilme hakkının verildiği gün.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün biz Türk kadınlarına verdiği en büyük armağan.
Ama gelin görün ki , Atatürk bu konuda bizler gibi düşünmüyor.
Afet İnan ile yaptığı bir konuşmada Türk Kadını için şu sözlerini bilmek yeterlidir.
” Afet sakın ha bu hakları size bir lütuf olarak sunduğumuzu zannetmeyin. Siz bu hakkı bileğinizin hakkı , alnınızın teriyle kazandınız. Aslında bu vazifelere girmek çoktan beri hakkınızdı. Yani biz vermiyoruz. Siz gerek kurtuluş gerekse kuruluş döneminde yaptıklarınız ve büyük başarılarınızla çoktan hak ettiğiniz bir hakkı alıyorsunuz”

Gazi Paşa Türk kadınına ahde vefasını çok ince bir düşünceyle ifade eder. Zaman zaman ” altın tepsi” içinde sunuldu bu haklar diye konuşuluyor ya. Türk kadını bu haklarını zaten çoktan hak etmişti. En yakın tanığı Gazi Mustafa Kemal Atatürk idi.
Gazinin kağnılarının anlattığı bu yazıda en duygu dolu olan cümle şu.
“Gazi’nin buyruğuyla beş yüz yatak ve karyola aynı gece Ankara’nın evlerinden teker teker toplanarak kağnılara yükletilmiş. İşte gelen onlardı… İçlerinde öyleleri vardı ki daha hiç kimse yatmamış. Alta serilmemiş… Kar gibi, genç kızların rüyası olan gelinlik çeyizleri idi. Nice sırmalı, nakışlı örtüler, yastık yüzleri, atlas yorganlar, daha katlarından açılmamıştı bile. ”
Bu yazıyı emekli Albay – Yazar / Yaşar Aladağ komutanımızdan aldım. Kendisine teşekkürler ediyorum.
Atatürk ve kurtuluş savaşımız ile ilgili sayfalarca yazılar, kitaplar okudum. Ama bu yaşananları ilk kez okuyup öğrenmenin heyecanını yaşadım.

Sevgili okurlarıma 5 Aralık Kadın Hakları günü armağanım olsun. İyi okumalar.

GAZİNİN KAĞNILARI

İbrahim Göktürk’ün 10 Kasım 1964 yılında Ankara / Ulus gazetesinde yayımlanan yazısında ” Zihni Kavukçu’nun ağzından pek bilinmeyen bir Ankara gecesi”:
“Ben Kurtuluş Savaşı sıralarında Ankara’nın Samanpazarı semtindeki bir askeri hastanede sağlık memuru idim.
Hastane dedimse öyle ahım şahım bir bina ve kurum aklınıza gelmesin…
Burası, o zaman ilk Rus Elçiliği binasının arkalarına düşen koca bir konak bozuntusu ve bozuk bir evdi.
Odalar, koridorlar, merdivenler, haraplıktan gıcırdar dururdu…
O günlerde muhtelif savaş cephelerinden durmadan hasta ve yaralı askerler buraya sevk ediliyordu… Hastanemiz yüzlerce yaralı ve hasta ile ağzına kadar doluydu. Buna rağmen binada sağlık personeli olarak bir ben, bir tek de doktor vardı…
Nizamiye kapı nöbetçimiz, ünlü kadın kahraman Kara Fatma idi.
Elimizde ilaç yoktu ve ameliyat aletleri pek basit ve sınırlı şeylerdi. Tek doktorumuz ise bir operatör bahriye binbaşıydı. Tabii o zaman kendisi hastanenin her şeyi sayılırdı. Sarı saçlı, yakışıklı, babacan bir deniz subayı. Kasımpaşa’dan kaçarak gelmiş buraya. Üstelik sesi de güzel ve yanık. Rakı bulursa birkaç tek atar akşamları. Bir taraftan hem yanık türküler söyler hem de isli bir petrol lambasının altında yaralıların ameliyatını yapar, kurşunları çıkarır, masanın üstüne dizerdi.
Gündüz ki çalışmaları yetmediğinden gece de bu kesmeli, biçmeli, dikmeli ve gazelli operasyonlar geç vakitlere kadar devam ederdi.
Bu esnada ben de bayılan yaralıların başucunda eter koklatır ve kendine yardım ederdim.
Tabii o vakit hemşire filan hak getire… Ayrıca balık istifli yaralı ve hastaların inilti, feryat ve figanları çevreden duyulurdu…
Yokluk ve yoksulluk diz-boyu, battaniye, karyola v.s. bulmak veya almak olanaklı değil…
Üst makamdan bazen çaresiz istersek resmen: “Var olanla yetinin” diye yanıtlanırdı…
Yine kanlı cephe muharebelerinden sonraki gecelerden birindeyiz… Hastane iyileşmemişleri bile taburcu ettiğimiz halde yaralılarla dopdolu… Tek operatörümüzle ameliyat odasındayız. İsli petrol lambası tepemizde… Ortalık dağınık, karışık, ben yerimdeyim. Doktorun sarı saçları terli alnına yapışmış. Beyaz gömleği kan ve leke içinde… Ağzında tatlı, özlemli, bir İstanbul türküsü, ha bire yaraları kesiyor, biçiyor, temizliyor, sarıyor, dikiyor. Bir yaralı masadan kalkarken yerine başkası yatırılıyor… Tam bu sırada odaya birkaç gölge ve ayak seslerinin girdiğini hissettim. Ve sertçe bir ses:
“Kolay gelsin doktor bey!” dedi.
Başlarımızı uzatarak dikkatle baktık:
Gelen Gazi Mustafa Kemal’di… Sessizce binadan içeri girmişti, elinde bir kırbaç vardı.
Hâl ve hatırımızı sordu ve: “Doktor, hele bir hastaneyi gezelim,” dedi.
Hep beraber odaları, koğuşları, koridorları gezerken ve yaralıları üst üste balık istifi tahtalar üzerinde görünce, Gazi Mustafa Kemal’in gözleri birden şimşeklendi ve: “Kaç hastanız var? Karyola, battaniye ve yatağınız yok mu?”
Doktor, altı yüz hastanın olduğunu, var olan yüz karyolayı kurduklarını ve gereksinime yetmediğini söyledi. Gazi Mustafa Kemal bir an düşündü sonra:
“Şimdi beş yüz tane yatak ve karyola göndereceğim. Hem iki saate kadar bunların hepsi kurulmuş olacak ve yerde yatan tek bir nefer görmeyeceğim!” dedi. Ellerimizi sıkarak yanındakilerle birlikte hızla ve yıldırım gibi hastaneden uzaklaşıp gitti.
Uykulu gözlerle saate baktık; gece yarısından üç saat sonralarıydı. Baştabip ile birbirimize bakıştık. O zamanın Ankara’sında ve savaşın en civcivli günlerinde bir gece de iki saatte değil beş yüz karyola ve yatak, elli tane bile zor bulunuyordu…
Hatta doktor; “Bu akşam Gazi, bir iki tek fazla atmış galiba.” dedi. Gülüşerek odamıza uykuya çekildik.
Neden sonra idi ki kapının vurulmasıyla derin yorgun uykumdan uyandım… Kapıdaki er: “Gazi’nin yatakları geldi, hemen kurulacak!” dedi.
Kulak verdim, etraftan gıcır gıcır bir sel halinde sesler, uğultular, sert emirler birbirine karışıyordu. Pencereden şöyle bir başımı uzattım. Sayısız kağnılar birbiri ardınca gıcırtılarla Samanpazarı yokuşu yollarından hastaneye doğru akıyordu. Tanyeri neredeyse ağaracak gibi. Henüz aradan iki saat geçmiş bulunuyor… Gazi’nin buyruğuyla beşyüz yatak ve karyola aynı gece Ankara’nın evlerinden teker teker toplanarak kağnılara yükletilmiş. İşte gelen onlardı… İçlerinde öyleleri vardı ki daha hiç kimse yatmamış. Alta serilmemiş… Kar gibi, genç kızların rüyası olan gelinlik çeyizleri idi. Nice sırmalı, nakışlı örtüler, yastık yüzleri, atlas yorganlar, daha katlarından açılmamıştı bile…
Hayretler içinde kaldık…
Önceki sözlerimizden utandık… Ve sıcak sevinç yaşlarımızı tutamadık. Gözlerimiz boşalıverdi. Bütün ömrüm boyunca inandım ve gördüm ki, her zaman ve her çeşit koşullar altında Atatürk’ün kağnıları onun buyruğunu zamanında yerine ulaştırırdı…”

 

0
sevdim_bunu
Sevdim Bunu
0
_ok_sevdim_bunu
Çok Sevdim Bunu
0
g_ld_rd_
Güldürdü
0
karars_z_m
Kararsızım
0
bu_ne_bi_im_bi_ey
Bu Ne Biçim Bişey
0
k_zd_rd_n_z_beni
Kızdırdınız Beni
GAZİ’NİN KAĞNILARI
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Balikesir24saat ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!