Uygarlıklar beşiği Anadolu çağlar gerisine uzanan karanlık bir tünele sürükleniyor.
Tarihi boyunca acıların harman olduğu Anadolu’da, ısıtılan kurbağa örneği sürecini bir kez daha milletçe yaşıyoruz!..
Oysa Atatürk Türkiye’sine kolay ulaşmamıştık….
Tarihinde çok büyük acılar gören milletimiz, 20. yüzyılın başında ülkemizin işgali gibi bir faciayı yaşadı.
Atatürk’ün önderliğinde “Ya İstiklal, Ya Ölüm” diyerek ayağa kalkan milletimiz, verdiği milli bağımsızlık savaşıyla, aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedeli olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdu.
Öyle ki;
“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini;
Yok mudur kurtaracak baht-ı kara maderini?” diyen,
Büyük vatan şairi Namık Kemal’den,
“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini;
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.”diyen,
Bu toprakların yetiştirdiği büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’e uzanan, uzun, meşakkatli ve zorlu yolun ulaştığı sonuç : Kimsesizlerin kimsesi olan cumhuriyetimiz…
Kurtuluşu ve kuruluşu gerçekleştirenler, daha işgal süresinde ülkenin temel sorunlarını ve çıkış yollarını araştırılırken üç ana sorun tespit ediyorlar.
Bu temel sorunlar:
Misak-ı Milli:
“Millî sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür, parçalanamaz.”
İlkesi, emperyalizme karşı verilen bağımsızlık savaşıyla ve Lozan Antlaşmasıyla gerçekleştirildi. Yeni bir Türk Devleti kuruldu.
Misak-ı İktisadi:
“İstiklalin tamamiyeti (tam bağımsızlık), ancak istiklal-i mali (ekonomik bağımsızlık) ile mümkündür.”
Ana düşüncesi, İzmir iktisat kongresiyle belirlenen ve hayat bulan ilkelerle, milletin; fakirlikten, yoksulluktan, toplumsal ve siyasal felaketlerden kurtarılması hedefleniyor. Kısa sürede ülke, kendi kendine yetecek, başkalarına muhtaç olmayacak, siyasi ve ekonomik bağımsızlığı koruyacak olan milli ekonomi gelişiyor.
Misak-ı Maarif:
“Eğitimdir ki, bir milleti özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder.”
Ana düşüncesinden hareketle, Büyük Önder Atatürk; bir taraftan, Eskişehir-Kütahya savaşları yapılırken, diğer yandan da, 15-21 Temmuz 1921 tarihinde Ankara’da, I. Maarif Kongresi’ni topluyor ve açılış konuşmasında;
“…Yeterli şartlar ve araçlara sahip oluncaya kadar geçecek savaş günlerinde bile dikkatlice hazırlanmış bir millî eğitim programı oluşturmaya ve var olan eğitim teşkilatımızı bugünden daha yararlı bir faaliyetle çalıştıracak ilkeleri hazırlamaya zaman ayırmalı ve çalışmalıyız.” diyerek eğitim alanında yol haritasını açıklamıştır.
Türk milleti için; Emperyalist işgalden kurtulmak, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak için verilen Milli Mücadele ne kadar önem taşıyorsa, cehaleti ortadan kaldırarak, milleti gerçek kurtuluşa götürecek, tam bağımsızlığı sağlayacak, milli eğitim politikalarının belirlendiği I. Maarif Kongresi de o kadar önemlidir.
Eğitim öğretim, ülkenin ve öğrencilerin duydukları ihtiyacına göre belirlenen Misak-ı Maarif ilkeleri doğrultusunda şekillenmiştir.
Eğitim tarihimizde büyük bir öneme sahip bu kongrede, ilk ve ortaokul eğitim programları ile köy öğretmenlerinin yetiştirilmesi konuları görüşülmüştür. eğitim öğretim, ülkenin ve öğrencilerin ihtiyacına göre, milli, laik, bilimsel olarak belirlenen Misak-ı Maarif ilkeleri doğrultusunda şekillenmiştir.
Başöğretmen Atatürk eğitim alandaki gelişmeleri:
“Eğitim ya milli olur, ya dini olur. Biz, dini eğitimi aileye bıraktık. Milli eğitimi de devlete aldık. Mekteplerimizde ve bütün kültür müesseselerimizde milli eğitim esas kabul edilmiştir. Tuttuğumuz yol budur: Çocuk, dini eğitimini ailesinden alacaktır.” diyerek açıklamıştır.
Cumhuriyetle birlikte, Misak-ı Maarif ilkelerinin uygulanmasıyla Anadolu’da yeni bir aydınlanma süreci başlamıştır.
Ülkemizde her alanda tam bağımsızlığı hedefleyen uygulamalar ilk darbesini eğitim alanında, 1945-1946’da ABD ile başlayan ilişkiler sonrasında 1949 yılında imzalanan ve 1950’de yürürlüğe giren Fulbright Anlaşmasıyla kurulan, Kültürel Mübadele Komisyonu (Eğitim Komisyonu ) ile almıştır. Dördü Türk, dördü Amerikalı, sekiz kişiden oluşan bu komisyonun başkanı ise Amerika’nın Ankara Büyük Elçisidir!
Milli Eğitim sistemimiz de artık, ABD’nin talepleri doğrultusunda şekillenmeye, millilikten uzaklaşmaya başlamıştır.
***
Fulbright Anlaşmasıyla başlayan sürecin en acı uygulaması, UNESCO tarafından tüm ülkelere örnek eğitim modeli olarak gösterilen ve her yönüyle milli bir proje olan KÖY ENSTİTÜLERİ’nin kapatılmasıdır.
Diğer bir uygulama da, Fulbright Anlaşmasıyla başlayan yeni döneme uygun insanı yetiştirmek için İmam Hatip okullarının açılmasıdır.
Bu uygulamalar sonucu açılan yolda, tarikat ve cemaatleri STÖ olarak gören, onlarla protokoller yapmayı sürdüren Sayın Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin ÇEDES’ten sonra , “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ” ni 27 Mayıs 2024 tarihinde onayladı. 26 dersin müfredat programının değiştirildiğini, 2024-2025 eğitim öğretim yılında; okul öncesi,1.sınıf, 5.sınıf ve 9.sınıflarda uygulanacağını açıkladı. O da, Üsküdar’ı geçti!..
Bir gün sonra da, “Dünya Oyun Günü” etkinliklerinde çocuklar gibi şen olduğu görsellere yansıdı!?
“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ”:
Eğitimde birlik ve eşitlik ilkesinden ayrılmayı,
Bilimsel, laik ve demokratik eğitim anlayışından vazgeçmeyi,
Eğitimi; bilimsellikten uzaklaştırmayı, dogmatik nitelik kazandırmayı içermektedir.
Atatürk devrim ve ilkelerini etkisizleştirmeye yönelik bir çalışmadır.
Anadolu’daki, Türk aydınlanmasını, Cumhuriyet Devrimini karartma çabasıdır.
Kısaca; “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ”nin temel amacı, ete kemiğe bürünüp Misak-ı Maarife karşı yürümektir!….
Sonuç olarak şunu söylemeliyim ki;
“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ”ülkemizin ve öğrencilerimizin yararına olmayan, Fulbright Anlaşması’nın hedeflerinin ve işlevinin yerine getirilmesine hizmet edecek bir milli olmayan eğitim modelidir.
Ülkemizin, milletimizin, bağımsızlığımızın ve çocuklarımızın geleceği için, geri çekilmelidir.
Öğretmenlerimize ve öğrencilerimize iyi tatiller diliyorum.
22.06.2024
Ayhan Öztürk
Emekli Öğretmen
Maalesef bazı kararları siyasi hükümetlerin inisiyatifinden uzak tutmak gerekir.