“Çok kereler Fatihin karşısında kaldığı sorunları düşündüğüm zaman ben de aynı çözüm yollarına varmışımdır. Yalnız Fatih benim karşısında kaldığım olayları nasıl çözerdi? Bunu merak ederim. Fatih büyük adamdı büyük.” (*)Mustafa Kemal Atatürk
Evet, Fatih büyük adamdı. Çocukluğundan beri hayaliydi İstanbul’u almak. İstanbul O’nu çağırıyordu. Gizemli sesi duydukça içindeki İstanbul ateşi alevleniyor ve “Ya İstanbul beni alacak, ya ben İstanbul’u.” diyordu.
İstanbul’u almanın öyle kolay olmayacağını da tarihten biliyordu. Çünkü İstanbul tarihin büyük orduları tarafından defalarca kuşatılmış ama bir türlü alınamamıştı. O güçlü surlara bir de “ Bizans Oyunları” eklenince aşmak kolay olmuyordu. Bu surları yıkacak, “ Bizans Oyunları” nı bozacak bir yolu olmalıydı. Yolunu da akılda buldu. Bilimde buldu. Fatih Sultan Mehmet Bizans Surlarını yıkacak Şahi adı verilen toplar döktürmenin yanında başka önlemler de alıyordu.
29 Mayıs 1453’te büyük gün gelip çatmıştı. İstanbul el değiştiriyor iki sevgili birbirine kavuşuyordu.
İstanbul’a giren Fatih Sultan Mehmet mutluluğu yaşarken bir papazla yaptığı diyalog ile de hüznü yaşar.
Diyalog şöyle:
”Fatih, İstanbul’u alıp Ayasofya önüne geldiği zaman derinden derine bir inilti işitir. Sesin geldiği tarafa bir adam gönderir. Sakalları uzamış, hali perişan bir keşiş bulup getirirler.
Fatih, niçin hapsedildin diye sorar?
Keşiş fala baktığını ve kuşatma hazırlıkları sırasında Konstantin’in kendisini çağırıp İstanbul’u Türklerin alıp almayacağını bildirmek için remil atmasını söylediğini, remilde İstanbul’un Türklerin eline geçeceğini söylemesi üzerine de, Konstantin’in kızarak onu zindana attırdığını söyler. Ve şimdi karşınızda bulunuyorum, demek ki falım doğru imiş der.
Bunun üzerine Fatih de İstanbul’un kendi elinden çıkıp çıkmayacağına dair remil atmasını ve doğruyu söylerse ödüllendirileceğini bildirir.
Keşiş, remil atar ve şöyle der:
İstanbul Türklerin elinden harp ve darp ile çıkmayacak, lakin öyle bir zaman gelecek ki, emlak ve arazileriniz satılacak, bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak.
Bu falın bildirdiği sonuçtan büyük üzüntü duyan Fatih ellerini kaldırarak ‘İstanbul’da edindiğim yerleri ecnebilere satanlar, Allah’ın gazabına uğrasınlar!’ diye beddua eder.” (**)
İstanbul’a yapılan “ihanetleri” yan yana getirdiğinizde Fatih’in bedduasını hatırlamadan edemezsiniz.
Osmanlı Devletine büyük bir gururla onurla Başkentlik yapan İstanbul ne acıdır ki, Fatih’in torunu, Padişah Vahdettin döneminde; 13 Kasım 1918′ de fiilen; 16 Mart 1920’de de resmen işgal edilerek elimizden alınmıştır.
Tarihi bir tesadüf olarak 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelen işgal gemilerini boğazın üzgün sularında gören Mustafa Kemal Atatürk : “Geldikleri gibi GİDERLER” demiş ve 6 Ekim 1923’te İstanbul’u işgalden kurtarmış ve ebediyen TÜRK şehri kalmasını sağlamıştır.
Torun Vahdettin ise 17 Kasım 1923’te İngilizlerin Malaya isimli zırhlısı gemisine binerek İstanbul’dan ayrılmıştır.
Atatürk’ün “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” dediği gibi atalarımızı tanıyalım daha büyük işler başaralım.
Fethin 567. yılında Atatürk’e, Fatih Sultan Mehmet’e ve tüm şehitlerimize saygıyla..
***
(*) Enver Ziya Karal: Atatürk’ten Düşünceler S.187
(**) A. Süheyl Ünver –1995. “İstanbul Risaleleri” S.158 – İBB yayını)
Ayhan Öztürk