Hakim, savcı, kaymakam, vali gibi mesleklere sevdalıysanız…
O sevdanız ile özgürlüğünüzü kıyaslamanız gerekir.
Özgürlük mü, mesleğin cenderesi mi?
Hakim ve savcı gibi meslek mensupları, şimdiki kuşak belki farkında değil ama, “bilerek ve isteyerek” özgürlüğünü ikinci plana atar, atmak zorundadır.
Atmazsa, Kıvanç Tatlıtuğ olayında olduğu gibi kamuoyunda gündem maddesi olur.
Ama suç kimin?
Etik ne? Kim etiğe bağlı?
Orası tartışmalı işte.
İki yıl hakim adaylığı, bir yıl Cumhuriyet Savcılığı görevinde bulunduğumuz 90’lı yıllarda… Hakim Adayları Eğitim Merkezi’nde ders veren duayen gerçek hukukçulardan Yargıtay’da görev yapan “efsane” hakimler öğüt verirdi biz çömezlere:
“Küçük ilçede görev yaptığınız zaman yolda yürürken dondurma bile yemeyeceksiniz.”
“Görev yaptığınız yerde bisiklet bile sürmeyin.”
“Aman mahalle bakkalında oturup da çayını içmeyin.”
“Aman ibadetinizi camide yapacaksınız, gittiğiniz cami gözden uzak olsun, ibadetinizi reklama da çevirmeyin, kötüye de kullandırmayın.”
Nedendi bu öğütler?
Yaşamla ve mesleğin içinde geçirilecek yıllarla öğrenilecek özgürlük feragatlarıydı, çünkü meslek göz önünde olan meslekti, lafı kaldırmazdı, küçük yerleşim birimlerinde öyle bir yoğun baskı ve izleme vardır ki vatandaşın gözünde, “tarafsızlık, ciddiyet, disiplin” imajının sarsılmaması asıldı.
Kur’a çekerek göreve başlayan hakim, savcı; eğer eskiden olduğu gibi küçük ilçelerden, 5.bölge dediğimiz ilçelerden göreve “merhaba” deseydi, hep söylüyoruz; meslek içi pişerek, olgunlaşarak, hayatı ve insanları tanıyarak, kendi boynuna taktığı “hürriyetsizlik” bağcığının farkında olarak veya farkına vararak meslekte ve kıdemde ilerlerdi.
Yapabilecekse ve idealistse devam ederdi. Özgürlüğü ağır basıyorsa da meslekten ayrılırdı.
Şimdi hukuk fakültesini 21 yaşında bitirdiğinizi düşünün, ilk sınavı kazanırsanız 23-24 yaşında hakim ve savcı olmanız imkan dahilinde.
23-24 yaşındaki o gençlerin kur’a torbasına eğer İstanbul da dahil tüm il merkezlerini de atarsanız…
Büyükşehirde o gençlerin hiçbir deneyim kazanmadan, neyin ne olduğunun farkına varmadan ünlüyle foto çektirmek gibi gaflara imza atmasını yadırgamamanız gerekiyor.
Ki, en azından Kıvanç Tatlıtuğ dosyasına bakan değilmiş hakime hanım, ki olabilirdi de, yine şaşırmazdık.
Sonuç itibariyle gençsin, Türkiye’nin gözdesi ünlü gelmiş yanına.
Vergi ile ilgili bir hususta yargılanan Tatlıtuğ, misal Vali ile denk gelse Vali ile poz verse bu kadar olay olacak mıydı?..
Olmayacaktı.
Yer, mekan, görev, meslek o nedenle önemli işte.
Peki etiğin hangi boyutunu ölçeceğiz? O gencin büyükşehir kaosu içinde, daha mesleğin mevzuat dışı kurallarını öğrenememesinin suçlusu sadece o mu?
Gaftır, hatadır, etik değildir, acemiliktir, gençliktir.
Ama madem “hakim kararıyla konuşur” diyoruz.
O zaman asıl “abuk sabuk” kararlara imza atan, hukuku katleden yargı mensuplarının kararlarına bakmamız daha elzem değil mi?..
Lüks makam araçlarından inmeyen, her açılışta fotoğraf karesine girmeye çalışan, Ankara’da torpil peşinde koşan, korumasıyla camiye giden, siyasilerle sıkı fıkı olan yargı mensubu mu etiğe bağlı?
Fotoya bakın tekrar… Tatlıtuğ gelmiş, en azından önü ilikli, kürsüde ciddi… Hakim de tebessüm bile edememiş, yine de ürkek.
Etik dersek… Etik diyenlerin etik dışı hangi hareketini saymalı ki?
Taşra dediğimiz 5 ve 4.bölge o yüzden önemli işte.
Hamur fırında ekmek oluyorsa, tecrübesiz genci de hakim yapan taşradır.