Bayramın üçüncü gün Ayvalık’a indim. Sağolsun dostlarım, önce belediye başkanımız ile sonra sağa sola selam vererek ve mekanlarına uğrayarak, çay içerek ve bol sohbetle Şeytan’ın kahvehaneye uğrayamadan günü tamamlayıp eve döndük.
Vecdi ağbi eski bayramları özlüyor musun diye soruyu sorunca değerli kardeşim derinlere dalarak yanıt verdim. Eski kurban bayramı olsaydı, Ayvalık sokakları, çarşısı kurban eti kokardı. Bu öyle bir kokuydu ki kimse rahatsız olmazdı. Bugün üçüncü gün, annemin öğle saatlerinde büyük bir itinayla hazırladığı sureyi ben mahalle fırınına getirip bırakmıştım. Akşama da bütün aile o surenin başında keyifle bir ziyafet çekecek… Öyle bir an dalıp gidiyorum. Bayram bittiğinde evde kurban eti kalmazdı. Babam bayram bittikten sonra büyük bir gururla kasaba gider, yarım kilo kıymasını alırdı. Gülerek bayramda dikkatimi çekti hep açıktın. Hayrola dediğimde ağbi elimde kaldı diye üzülüyordum, bütün derin dondurucuları(15 adet civarında) sattım.
Biliyor musun dedim…
Neyi ağbi…
Evlerin katili buzdolabı oldu…
Ağbi ne dediğini anlamadın…
Eve buzdolabı gelince, tel dolabı gitti. Evin kadını bunun getirdiği kolaylığı gördü. Daha önce sabahtan öğle yemeğini, öğleden sonra akşamın yemeğini yaparken bu sefer sabahtan yaptığı yemeği biraz fazla yapmak suretiyle artanı konu komşuya değil buzdolabına koyup akşama ısıtıp sofraya getirdi… Böylece biriktirme başladı… Bu biriktirme öyle lanetli bir şey ki insan bir süre sonra biriktirdiği şeyin kölesi oluyor. Bak gördün mü şimdi, buzdolabı yetmemiş, artan tüm etleri derin dondurucuya koyup daha sonra yiyecekler…
Ağbi eskiyi özlüyor musun…
Zaman zaman kendimle başbaşa kaldığımda o günleri hatırlamaya çalışıyorum.
Sana bir soru; çarşıda bu kalabalıkta eskiyle hatırlayarak gözüne çarpan en net değişim ne oldu mesela…
Bilemeyeceğim ağbi…
Gençlik yıllarımda erkeklerin çoğunluğu yürürken 5-10 adımda bir kıçlarını kaşırlardı. Niye biliyor musun… Bağırsak kurtları neredeyse çoğunluğunda vardı yine el yıkama ve taharet kültürü olmadığından ve en kötüsü en iyisinde haftada bir gün yıkanma nedeniyle ve külotlarında haftada bir değişmesi nedeniyle apışaraları, koltukaltları vıcık vıcık olurdu. O nedenle bu ağırlaşan insan kokularını bastırmak için hacı kokuları sürünülürdü. O kokuları bastırsın diye… Şimdiler de o hacı kokularına hiçbirimiz dayanamıyoruz. Oysa o günlerde kokucu geçti mi üstünüze ve bileğinize o kokuları sıksın diye gözünün içine bakılırdı…
İnsanı tanımlamak zordur. Eski ve yeni süreklilik içinde hep yanyana yaşarlar. Neyin iyi ya da kötü olduğunu ancak bilincimizle vakıf oluruz. Burada yani derin dondurucunun satıldığı bu bayram da bu olayı nasıl yorumladığımız önemlidir. İnsan bir ihtiyaç hasıl olduğunda onu çözmek ister. Dün bunu kavurma ile ya da tuzlayarak ya da tütsüleyerek ya da kurutarak yapıyordu. Bugün derin dondurucuda emek harcamadan sağlıklı bir şekilde yapıyor. Günlük banyo yapmadan sokağa çıkmak neredeyse yok denecek kadar azaldı. İç çamaşırı her gün bazen gün içinde birkaç kez oluyor. Hacı kokusu sürenlerin yanından hızla uzaklaşılıyor.
O zaman bugün daha güzel mi diyorsun Vecdi ağbi dediğinde bilmiyorum, dedim…
Dün adım başı çeşme vardı. Suya para verip içmeyi çocukluğumda İstanbul’a gittiğimde görmüştüm. Çocuklar su dolu kaplara buz atıp “soğuk su” diye bardak bardak satıyorlardı. Hijyen diye bir kavram henüz hayatımıza girmemişti. Ebe iğne yapmaya geldiğinde şırıngayı kaynatıp yapıyordu. Sofraya oturulduğunda doyma kültüründe boğazına kadar yemek yemek esastı. Az yiyene hasta gözüyle bakılırdı. Evimizin iki ötesinde ahır vardı. Yani ahırlar yanı başımızdaydı. Bahçesinde meyve ağaçları olanlar, meyvelerini korumak adına duvarlarının üst bölümüne kırık camları yerleştirirlerdi. Olur da biri girecek olursa eli kesilsin girmesin..
İnsan insandır, dün neyse bugün de aynıdır. Yani insan menfaatine gelen bir şeyi hemen benimser ve kabul eder. Önüne ardına bakmaz. Önemli olan onun için o an’dır. O an kazanacaklarıdır. Oysa insan kaybedeceklerini düşündüğünde daha fazla insanlaşır. İnsanın doğası gereği kazanmak içgüdüsünde vardır. İnsanın kazanma içgüdüsünü yenebilmesi ancak bilinçle olur. İnsanın bilince sahip olması keşke kolay olsaydı. Bilince sahip olmayan insanın tek mutluluk kaynağı kazanma yönünde atacağı adımlar ve kazanma hırsının getireceği adrenalin yükselmesidir.
Hazreti Muhammed ile Atatürk’ü hiç birlikte düşündün mü?
Ben düşündüm, diyorum…
Hazreti Muhammed de Atatürk de yola çıktıklarında kazandıkları herşeylerini geride bırakıp sade insan olarak kendilerinin önderliğine duyacakları insanları mutlu etmek adına hep o adımları çekinmeden attılar. Bu çok önemli bir ayrıntıdır. İkinci önemli ayrıntıda kazandıklarında kendileri değil yanında yer alanlar daha fazla kazanmıştır. Bu da çok önemlidir… İkisi de insanlığa sadece bilgiyi biriktirin, bilginin kölesi olun dedi… Hazreti Muhammed’in zekat konusunda ki tavrı 40 yıl sürebilseydi belki bugün bambaşka bir dünyada yaşayacaktık. Hazreti Osman ile zekat içi boşaltılarak anlamını yitirdi. Atatürk’te 40 yıl yaşayabilseydi, II. Dünya Savaşı çıkmayacağı gibi ABD’nin dünya jandarmalığı da hayal olacaktı.
Vecdi ağbi eski ile yeniyi fazla karıştırmadan anlatır mısın…
Huyum kurusun, karıştırmayı seviyorum. Eski insan çöp oluşturmuyordu. Çöpsüz insandı. O yüzden sokaklarında çöp varilleri yoktu. Affedersin kakası bile gübre niyetine değerlendirilebilecek bir kalitedeydi. Günümüz insanı çöp insandır. Çöp üretir. Çöp ile beslenir. Çöp derken kastettiğim insanı yavaş yavaş öldüren yiyecek maddelerin içine konan sentetik maddelerdir. O maddelerden oluşan şeyleri ağız şehvetine uygun hale getirildiği için ağzını şapırtata şapırtata yer. Bugünün zengini dün annelerimizin, anneannelerimizin yaptığı yemekleri yine o ürünleri çok pahalı hale getirmek suretiyle sadece kendi yemeyi zenginliğinin eşik kotu görmektedir. Bak unutma; zenginlik ölçüsü paranın harcanması gibi görünse de asıl önemli olan ayraç işin özünde diğer insanın yaşamını değersizleştirecek ve onu ölümün kıyısında yaşatacak ve öldüğünde herkesin ölüsünden bile iğrenecek hale getirecek bir ölçüttür. Dün bu sabundu, dolayısıyla kokan insandı, bugün beslenme rejimidir. İnsanın hormon sistemini darmadağınık eden sentetik beslenme ile bugün yoksul insan sanki çok yiyen insan görünümünde insana benzemeyen görünümüyle obez durumdadır.
Vecdi ağbi, dediklerinden doğru anladıysam zenginleştikçe fakirleşiyoruz. Doğru, diyorum. Zenginleşen birey, öyle bir sistem yarattı ki bir türlü doymuyor. Bugün koca dünyanın yarısı sekiz ailenin… Yine serveti milyar dolar üzerinde olan zengin sayımız 2018 yılında 40’ı geçmiş.. Zenginlik nedir bunu kimse sorgulamıyor…
Nedir ağbi…
Bir alıntıyla yanıt vereyim… ‘Evet, zenginler her zaman kazanacaktır, çünkü onlar acımasız, daha alçak ve daha vicdansız olanlardır. Bir devenin iğne deliğinden geçmesi, bir zenginin cennete gitmesinden daha kolaydır’ diye Kutsal Kitap’ta yazılı.’
‘Peki ya kilise? Kilise iğne deliğinden geçebilecek mi?’
‘Hayır,’ diyor Papaz ve yine gülümsüyor, ‘işin doğrusu bu pek mümkün değil. Çünkü Kilise iğne deliğinin kendisidir.’
Bakışıyoruz…
Konuyu değiştirelim, diyorum…
Biz çok şanslıyız diyorum. Bu dünyada cenneti yaşadık… Çık çarşıya bak… Görmediğini söyle, diyorum…
Bakıp, geliyor…
Bir şey söylemiyor…
Görmediğin şey ya da gözüne az göründüğü için dikkatini çekmeyen beton diyorum. Betonu bulunca insan, doğadan uzaklaşıp hava boşluğuna doğru yaşam alanlarını pardon hapishanelerini kurdu. Ölmeyeceğini düşündü ancak yaşarken ölmeye başladı. Ayvalık’ta bu hapishanelerden çok az var. Onlarıda hep birlikte yakın gelecekte yıkacağız, dedim. O günleri görmek istiyorum. Ayvalık’ın bayramı o gün olacak, dedim…
Özlüyorum eski Ayvalık’ı diyorum. Halk bankasının yıkılacağı ve yerine Taş kahvenin yapılacağı gün Ayvalık’ın bayramı olacak, diyorum. Bütün sokaklarımızdan deniz göründüğü gün Ayvalık’ın bayramı olacak diyorum. Sahilde yer alan kazulet beton binalar yıkıldığı gün Ayvalık’ın bayramı olacak diyorum.
Vecdi ağbi, hastahaneye gittin mi diyor. Yoo hayrola, bir durum mu var. Ben dün gece gitmek zorunda kaldım. Acil insan kaynıyordu. Genç doktor, yorgunluktan yıkılacak durumdaydı. Kendine iğne yaptı, hizmete devam edebilmek için… Hastaların çoğunluğu ishal vakasıydı…
Beni tanıyan bir dostum yanıma öfkeyle gelerek ve yükselen ses tonuyla, bak Vecdi, bu memleketin katilleri bunlar, dedi… Gülerek hayrola, sakin ol, anlat ne oldu… İki yabancı genç bisikletiyle yolda bir bakkalın yanında durdu. İki simit ve iki ayran istedi. Bakkal 20 lira dedi gibi geldi o anda bana ve bu rakama çok sinirlendim. Yabancı erkek 20 lirayı verdi. Bakkal 20 değil 20 avro deyince yuh dedim. Yabancı erkek çok pahalı deyip bıraktı, dedi. Şöyle o bakkalı, sosyal medyada bu kent turizmine hainlik ettiği için linç edilmeyi hakediyor, dedim. Olmaz söyleyemem, dedi… Ben gereğini yaptım. O ne yaptı, dedim. Hadi git işine der gibi gülerek beni kovdu, dedi.
İnsanımızın zenginlik hayali uğruna postmodernizm çağında bindiği dalı böyle kesmesi karşısında söylenebilecek bir şey kalmıyor… Karşıdan biri sesleniyor. Vecdi ağbi, filan mekanda limonata 15 lira… Nerden çıktı bu laf der anlamında bakış atınca ağbi, 7,5 lira dediği çay bardağından biraz büyük onu bil dedim. Git istersen bak…
Cunda’ya sahip çık diyor, uzaktan bir ses… Maliye dokundu, geçti, diyor. Sonra dokunmanın boyutunu anlatıyor.
Kerem bey, Vecdi bey bir kahve içelim deyince olur diyorum. Ağbi işler çok durdu, diyor. Birşeyler yapmak lazım… Bize yol gösterin, diyor… Ayvalık çok güzel şeyleri hakediyor…
2020 yılında bu kente turizmde yeni bir heyecan ve yeni bir ruh gerekiyor. Yediden yetmişe hepimiz yek vücut olup yanımızda hırsız ruhları barındırmadan bu kenti yeniden emeğe saygı temelinde sil baştan yenilenecek insan varlığı ile 2020 ye hazırlamak gerekiyor… Belediye başkanımız Mesut beyin bunu başaracağına inanıyorum. Önemli olan onun gücünden birileri görev çıkarıp kendine yönelik olarak kendi etrafında kendini tiran konumuna getirecek yeni tirancıklar oluşmasına izin verilmesin. Bizim görevimiz o tirancıklar olacaktır… Tirancıklara nefes aldırmamak…
Bir kent turizmde ancak top yekün değişim ve kalkınma anlayışıyla varlığını kabul ettirir. Ayvalık bunu yapabilecek kudrettedir.
Çünkü gelen orta sınıf krizidir. Esnafımızı ayakta tutmak zorundayız. Tutamazsak birlikte kaybederiz.
Ayvalık’ta yaşamak bir ayrıcalıktır.
Ayvalık’ta yaşamak bir aşktır.
Ayvalık’ta en güzel zaman Eylül aydır. Eylül ayında en güzel aşk Ayvalık’ta yaşanır, bunu unutmayın…
Ayvalık’ı aşkı ve emeğin değerini bilmeyen yobazlara kaptırmayacağız…
Sevgi ve saygılarımla…