Yüzyıl önce Eroin, acı çeken insanlar için ve özellikle de askerlerin cephelerde yaşadıkları ağır yaralanmalar da eroin acıyı yumuşatması ve hastayı başka bir dünyaya taşıması nedeniyle yüzyılın ilacı diye ABD den dünyaya pazarlanıyordu. Dünya bir anda bu ilacın hastası oluyordu.
II. Dünya Savaşı sonrasında bu sefer yüzyılın ilacı DDT oluyordu. Toprakta verimliliği azalttığı için zararlı böcekleri adeta yok eden ve verimliliği arttırdığı yani bir anlamda “Yeşil Devrim”i gerçekleştirdiği diye bu ilacı bireşimleyen Paul Müller Nobel ödülü kazanıyordu. 1970 yılında Rachel Carson yazdığı “Sessiz Bahar” isimli kitabında DDT’nin ürkütücü sonuçlarını dünyanın önüne koyuyordu. DDT artık toprağı zehirliyor ve kalıcı bir kalıntı özelliği ile önce topraktaki canlıları, sonra da bitki ve insanları zehirleyen bir düşmandı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında yine piyasaya yüzyılın bitkisi diye kolza sürülürken onun GDO’lu tohumundan elde edilen kanola bitkisi ve yağı reklam dünyasının gücü ile zeytinyağının önüne geçiyordu. Zeytinyağı dışında diğer elde edilen tüm yağlarda sentetik karışım olduğunu bilelim. Zeytinyağına eş değer diye satılan fındık yağında bile eter karışımı vardır. Diğer tüm bitkisel ürünlerden elde edilen yağlar da aynı durumdadır… Özellikle kanola yağı renklendirilmek suretiyle zeytinyağ tadında olduğundan piyasada zeytinyağı diye çok kolay satılmakta ya da karıştırılarak satılmaktadır. Ayrımı ise ancak gelişmiş laboratuvarlar da ortaya çıkmaktadır. İnsan sağlığı yönünden zararlı bir yağdır.
Yokluklar içinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 15 yıl gibi kısa bir sürede üç beyazı ihtiyacı kadar üretebilen bir ülke konumuna gelmişti. Un, şeker ve pamuk… Üretilen bu üç bitki insan sağlığı yönünden son derece önemlidir. Bir devlet her şeyden önce halkına güvenilir ve sağlıklı hizmet vermek durumundadır.. Cumhuriyetin şekeri, şeker pancarından elde ediliyordu. Şeker kullanımı ekonomide ve insan sağlığında son derece önemlidir. Ve şeker pancarı dünya genelinde üretimi bir bütünlük içinde ele alındığında uygulanması ve sonuçları itibariyle örnek gösterilecek bir projedir. Toprakta yorgunluk ve verimliliğe dönük olarak bir hasar meydana getirmemek adına aynı toprağa ancak üç yılda bir bu bitkiyi ekebiliyorsunuz. Elde edilen şeker ile özellikle çocuklarınıza ve insanınıza sağlıklı tatlı sunmuş oluyorsunuz. Artıklarıyla da hayvancılığınıza çok önemli bir besin maddesi sağlamış oluyordunuz. Bu projeyi bitirmek, şeker fabrikalarını özelleştirme ayağına kapatmak akıllara ziyan bir durumdur. Avrupa’nın en kaliteli şekerini en ucuza yerken yakın gelecekte yerine ikame edilenlerle nasıl hastalandığımızı ve öldüğümüzü hep birlikte izleyip göreceğiz. Ne demişti ABD’li doktor Mehmet Öz, yakın gelecekte Türkiye de kanser salgını bekliyoruz.
Pamuk bitkisi yine öyle…. Giyimin ve üzerine oturulan ya da yatılan eşyalarımızın ana maddesi… Teknoloji bize bu konuda çok ucuz hizmet sağlıyor olabilir ancak unutulmamalıdır ki sentetik ürünlerden elde edilen bu boyalı ürünler terimizle birlikte derimiz üzerinden vücudumuza alındığında bizi, bizleri hasta ediyor, öldürüyor…
Emperyalizmin içeceği Cola ise çağımızın en tehlikeli içeceği… O masumiyetin altında yatan ve uyuşturucu gibi bağımlılık yapan o tat , günümüzde en az 12 hastalığın nedeni konumundadır.
Fruktoz şurubu… Günümüzün en tehlikeli gıda tamamlayıcı maddesidir. Uyuşturucu kadar, belki de masumiyeti ile koca bir kitleyi etkilediğinden daha da tehlikelidir. Bir insanın, bir toplumun, bir ülkenin en sinsi düşmanıdır. Yok edicidir. Yok ederken hasta eden, insanı her şeyi ile yok ederek öldüren en tehlikeli düşmandır. En tehlikeli tatlandırıcıdır. Glikozdan daha kötüdür.
“*Fruktoz şurubu normal bir glukoz şuruba göre 2 kat daha tatlıdır.
*Fruktoz şurubu vücuda alındığı andan itibaren şeker oranını alt üst eder, hormonal sistemin bozulmasında etkilidir. Şeker hastalığı oluşmasının en büyük etkenlerinden biridir.
*Fruktoz şurubunun kanserli hücreleri beslediği ortaya çıkarılmıştır.
*Aşırı şeker yüklenmesinden dolayı karaciğer büyümesine neden olmaktadır.
*Bakır minareli başta olmak üzere birçok mineral üzerinde olumsuz etkisi vardır.
*Glukoz vücutta gliserol olarak depolanır.Ancak fruktoz şurubu yağ olarak depolandığı için kilo alma sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu da doğal olarak obezite oranlarını oldukça yükseltmektedir.
*Fruktoz şurubu doyma hissi getirmez, yedikçe yeme isteği ortaya çıkarmaktadır.”(Gıdabilimci- blog sayfasından alınmıştır.)
Fruktoz şurubu yerine kullanılan ve en az onun kadar tehlikeli olan kodlu ürünlerin bir kısmı bunlardır.
G40 – Glikoz Şurubu (DE-40)
G58 – Glikoz Şurubu (DE-60)
G95 – Glikoz Şurubu(DE min 97)
M50 – Yüksek Maltoz Şurubu
M38 – Maltoz Şurubu
F85 – Fruktoz Şurubu
Yüksek Fruktozlu Glikoz Şurubu
Yapılması gereken bu kodlu maddelerin bulunduğu gıda maddelerini almamaktır. Özellikle çocuklarımızı korumak zorundayız… “Fruktoz şurubu, Fransa, Hollanda ve İngiltere’de yasaklandı. En büyük üretici olan ABD’de de üretim kotası yüzde 10’dan yüzde 2’ye düşürüldü. Türkiye’de ise üretim kotası yüzde 10’dan 15’e çıkarıldı. 25 Avrupa ülkesi 1 milyon 200 bin ton NBŞ üretirken Türkiye tek başına 500 bin ton üretiyor. Bir tarafta GDO’lu mısır tüketip halkın sağlığını bozuyoruz diğer taraftan Türkiye’deki çiftçiyi değil, başka ülkeleri desteklemiş oluyoruz.” (T24 internet gazetesinden alınmıştır)
Çocuklarınızı NBŞ’den uzak tutmaya çalışın.
Geleceğimizin en büyük düşmanı budur. Yoksul insanımızın çaresizlik içinde önüne konan bu yiyeceği yemek zorunda olması geleceğinin çalınmasıdır. Ölüme hazırlanmasıdır. Hastalıklarla boğuşması demektir.
Bir devletin görevi insanına sağlıklı yaşam sunmasıdır.
Bir devletin görevi insanına hastahaneye gitme zorunluluğu olmadan koruyucu hekimlik üzerinden tedavi etmesidir. Sağlıklı beslemesidir. Sağlıklı su içmesini sağlamasıdır. Sağlıklı hava solumasını sağlamasıdır.
Bir devlet, kamuya ait olan alanlarını ve kamu hizmetlerini özelleştiremez. Özelleştirirse adı devlet olmaz…
Sigaraya ne uygulanıyorsa Fruktoz şurubuna da o uygulanmalıdır. “Fruktoz şurubu sağlığa zararlıdır. Ölümcüldür.” Bu yazı, kullanılan tüm ürün paketlerine yazılmalıdır.
Fruktoz şurubu değil, şeker pancarının toz şekeri…
Kanola ve trans yağları değil, zeytinyağı…
Emperyalizmin içecekleri değil toz şekeri ile yapılan kendi içeceklerimiz…
Fast food değil, tencere yemekleri…
Kendi yöresel ürünlerimize ve yemeklerimize sahip çıkalım…
Meralarımıza ve hayvancılığımıza sahip çıkalım…
Köylerimizi mahalle yapmadan zenginleştirelim, zenginleştirirken üretim ile bağını kesmeyelim.
Tarımda ve yemek kültürümüz de ve tatlı kültürümüz de şirketleşmeye kocaman hayır diyebilmeliyiz..
Ülkemiz yediden yetmişe üretim için koşturmalıdır…
Unutmayalım ki obezite zenginliği değil yanlış gıdalarla beslenmenin bir sonucudur. Ve üzerinden kocaman bir ekonomi yaratılmıştır.
Obezite, emperyalist uygulamanın insana tatlandırıcılarla sunduğu bir aldatmanın sonucunda ortaya çıkan ve insanı öldürürken cebinde ki parasını da son kuruşuna kadar alan sinsi bir uygulamanın sonucudur…
Yemek yemek bir kültürdür. Doymak değil yemek yemek ve ne yediğini bilmek bir kültürdür… Kültürümüze sahip çıkalım. Emperyalizmin tuzaklarına ve kolaylığına aldanmayalım…
Sevgi ve saygılarımla….