Atatürk sevgisi iliklerime kadar işleyen öğretmenim, babam Enver Satılma için yazdım. Bu vesile ile bende büyük emekleri olan Nuri Erbak Ortaokulu ve Çelebi Mehmet Lisesi’ndeki öğretmenlerimin; Şırnak İdil Lisesi, Dursunbey Üçeylül İlkokulu, Dursunbey Raif Eriş Anaokulu, Dursunbey Atatürk Ortaokulu ve Bursa Osmangazi Şehit Yunus Yılmaz Ortaokulu’nda birlikte görev yapma şansına eriştiğim mesai arkadaşlarımın öğretmenler gününü kutluyorum.
ERDOĞAN TOKER
Yıl 1965, Diyarbakır Öğretmen Okulu.
Lice ortaokulundan 1964 yılında mezun olan Vedat Öztürk, ilk senesinde Diyarbakır Öğretmen Okulunu kazanan kıdemli bir öğrenci olarak test sınavını geçerek mülakat sınavına girmeye hak kazanan arkadaşını uyarıyordu.
-Şu baştaki hocayı başarıyla atlatırsan sınavı geçtin demektir.
Vedat Öztürk’ün “baştaki hoca” diye basitçe tarif ettiği kişi ise sadece Diyarbakır Öğretmen Okulu değil, çalıştığı her kurumda büyük izler bırakmış, siyasi çizgisi ve entelektüel birikimi ile öğrencilerinin kahramanı olmuş Erdoğan Toker’dir.
Bu uyarılardan sonra mülakatta sıra kendine geldiğinde büyük bir heyecanla Erdoğan Hoca’nın masasına yaklaşır ve kendini tanıtır. Erdoğan Hoca, önce açık olan pencereden tüm ihtişamıyla görülen Diyarbakır Surlarını göstererek, sur ve kale gibi yapıları kimler yapar gibisinden basit bir soru sorar. Aldığı cevap karşısında istifini bozmaz ve bu sefer neden öğretmen okuluna gelmek istediğini sorar. Cevap yetersiz ama samimidir.
-Maddi durumum olmadığı için yatılı okumak zorundayım!!!
Erdoğan Hocadan sonra diğer masalarda mülakat için bekleyen öğretmenlerin yanına gider. Kolay ve birazda gayri ciddi sorular karşısında morali bozulur ancak sınavı muhakkak kazanmak zorunda olduğu için özenle her soruyu cevaplar…
Sınav sonunda Vedat Öztürk hızla yanına gelir ve arkadaşının Erdoğan Toker’in sorusunu ve arkadaşının verdiği cevabı öğrenir. Yüzü buruşur ve arkadaşına sınavı kazanamayacağını üzülerek ifade eder.
Sonuçlar açıklandığında arkadaşının dediği gibi sınavı kazanamamış ve tekrar kendi dünyasına dönmüştür. Artık 4 yıldır çalıştığı demirci dükkânındaki işine daha bir ciddiyetle sarılmalıdır. Zira bundan sonraki hayatını demirci olarak geçirme seçeneği diğer alternatiflerden çok daha fazladır.
SON BİR ŞANS DAHA!
1966 yılında öğretmen okulu için 3. ve son şansını denemeye karar verir. Başvuru için Garabet Ustasından gizlice Lice Ortaokulunun yolunu tutar. Üst katta odası olan okul müdürü Y. D.’ye başvuru için geldiğini söylediğinde çok sert bir karşılık alır.
-Her sene sınava giriyorsun, senden öğretmen falan olmaz. Başvuru yapmana gerek yok!!!
Sağ yüzük parmağına taktığı ve öğrencileri döverken yüzlerinde iz bırakan büyük yüzüğü, ağzından eksik olmayan küfürleri ile Müdür Y. D. Hoca’nın bu tavırları aslında sürpriz olmamıştır. Ancak son şans olarak gördüğü öğretmen okulu heyecanının kaba bir müdürün odasında bitmesine çok içerlemiştir. Merdivenlerden inerken gözyaşlarına hâkim olamaz. Tam o sırada ilkokul öğretmeni Ahmet Odabaşı ile karşılaşır. Kendine çeki düzen verse de gözyaşlarını gizleyemez. Eski öğrencisine neden ağladığını sorar Ahmet Öğretmen. Durumu öğrendikten sonra öğrencisini sert bir şekilde kolundan tutarak tekrar müdür odasına götürür ve müdüre çıkışır. Öğretmeninin sert ve korumacı tavrı karşısında çaresiz başvuruyu kabul eder. Müdür ile araları hep limoni olan Ahmet Hoca hırsını alamaz, öğrencisi odadan çıkmak üzereyken kendisini durdurur ve onu göstererek şöyle der,
-Git sınavı kazanda şu şerefsizin karşısına birlikte çıkalım!
1966 yılının temmuz ayında öğretmen okulunda yine sınav heyecanı vardır. Ancak geçen senekinin aksine sadece yazılı sınav olmuş, mülakat sınavı yapılmamıştır. Türkçe ve Matematik yazılı sınavları öğretmen okuluna girecek öğrencileri belirleyecektir.
Sonuçların açıklanacağı gün Lice’den çocukluk arkadaşı Mehmet Aytek ile birlikte büyük bir heyecan yaşamaktadır. Bir ara Mehmet Aytek arkadaşına dönüp “Sen bu sınavı zor kazanırsın.” der. Açıklaması da ilginçtir
– Sınav sonucunu bekleyen öğrencilerin yanlarında hep anne ve babaları var, senin yanında sadece ben varım, senin işin zor!!!
Moralini bozmaz bizimki, “sen bana yetersin” der gülümseyerek…
Birkaç dakika sonra Mehmet Aytek arkadaşının sınavını kazandığını öğrendiğinde büyük bir çığlık atar ve sevinçle arkadaşına sarılır. Salondaki ilgili anne babalar ilgisiz bir aileden yetişmiş gencin başarısını hayretle izlerler.
Sınav sonrası ilk aklına gelen kaderini değiştiren öğretmeni Ahmet Odabaşı’na bu güzel haberi vermek ve onun dediği gibi kendisine güvenmeyen ve aşağılayan Ortaokul müdürü Y.D. öğretmenin karşısına çıkmaktır. Ancak müdürün o sıralarda tayini çıkmış ve memleketine çoktan dönmüştür. Belki bizimkinin kendisini ispat çabasını görse, önyargılarını bir yana bırakıp ve öğrencilerine olan tavrını gözden geçirebilirdi… Ancak bu güzel başarı hikâyesinin sonucunu görmeden Lice’den ayrılmıştır.
İYİ BİR EĞİTİMCİ
İyi bir eğitimci demişken Erdoğan Toker’e geri dönelim. Yatılı okulda eğitim görmeye başlayan çömezler eski öğrencilerin abartılı okul maceraları ve tecrübeleri ile okullarını tanımaya başlarlar. Şu öğretmene dikkat et diyerek başlanan cümleler genellikle Erdoğan Toker ile ilgilidir. Onun ne kadar sert ve disiplinli olduğu yeni öğrencilerin beynine kazınır.
Erdoğan Hoca bizimkinin ilk dersine geldiğinde de sınıfta benzer bir gerginlik vardır. Sınıfa girip gazetesini açar ve öğrencilerden neden öğretmen okuluna geldiklerini sırayla anlatmalarını ister. Öğrenciler tek tek öğretmenlik mesleğini ve çocukları ne kadar sevdiklerini anlatır ballandıra ballandıra. Her yapmacık ve abartılı cevaptan sonra Erdoğan Hoca gazetesini indirip alaycı bir şekilde gülümser karşısındakine. Sıra bizimkine geldiğinde farklı ama tanıdık bir cevap duyar;
-Maddi durumum olmadığı için yatılı okulda okumak zorundayım…
Erdoğan Toker yine gazetesini indirir, ama bu sefer yüz ifadesi farklıdır…
-Tebrik ediyorum, çok samimi bir cevap üstadım!!!
Hocanın tavrı karşısında şaşkınlığını gizleyemez. Erdoğan Toker gibi birinin iltifatı elbet kendisini gururlandırmıştır. Ama geçtiğimiz yıl aynı hoca değil midir hayallerini yıkan! Soru aynı cevap aynıdır, peki 1 yılda ne değişmiştir. Cesaretini toplar ve hocaya olan sitemini dile getirir.
-Ama geçen yıl ki mülakat sınavında bu soruyu sormuştunuz ve bende aynı cevabı vermiştim. Sonuçta sınavı kaybettim
Açıklamalar karşısında büyük bir şaşkınlık yaşayan Erdoğan Toker’in her halinden sinirlendiği bellidir.
-Sen şimdi sınavı benim yüzümden mi kazanamadığını düşünüyorsun?
Derin bir sessizlik olur ve ders kaldığı yerden devam eder.
Zil çaldığında Erdoğan Toker, kendisini derste sinirlendiren öğrencisine sınıftan çıkmamasını söyler. Kimseler kalmadığında gergin tavırlar yerini samimi bir ortama bırakır.
-Bak evlat geçtiğimiz yıl mülakat sınavı aslında formaliteydi ve kazananların bir çoğu önceden belirlenmişti. Sen benim yanıma geldiğinde verdiğin cevapların pek bir önemi yoktu. Yani sınavı çoktan kaybetmiştin… Bu durumu büyük mücadele vermeme rağmen engelleyemedim. Ancak bu sene durum değişti. Şunu bil ki bu yıl mülakat sınavı olmadıysa ve senin gibi öğrenciler yazılı sınav sayesinde okulu kazandıysa bu Erdoğan Hocan sayesindedir. Tekrar ediyorum, verdiğin cevap samimi ve güzel bir cevap. Geçtiğimiz yılda bu yılda aynısını düşündüm.
Öğretmeninin açıklamaları karşısında büyük bir mahcubiyet hisseder. Ancak ona olan büyük hayranlığı o gün başlar. Erdoğan Toker, Enver Satılma’nın meslek yaşamı boyunca örnek aldığı kahramanı olacaktır…
Sayın Uğur Bey
Erdoğan Toker 1969 – 1963 yıllarında Diyarbakır Erkek İlk Öğretmen Okulunda benimde Öğretmenimdi. Çok emeği geçmiştir biz öğrencilerine. Kendisine sağlıklı yaşamlar dilerim.
Anılarınızı okuma fırsatı bulduğuma da çok mutlu oldum. Selamlar.
Düzeltme 1960 – 1963 yılları olacak . Özür dilerim.