“Söyle bakalım, Yaşar Kemal’in Ölmez Otu romanı hakkında ne düşünüyorsun?”
1969 sonbaharı, Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümüne girebilmek için “mülakat” sınavındayız. İlk sınava Balıkesir’de girmişiz, ikinci sınav Gazi’de yazılı şeklinde oldu, şimdi üçüncü sınavdayız. Bölüme alınacak çok az kişiden biri olmak için çabalıyoruz. Soruyu bana yönelten hoca, sonradan hepimizin yaşamında çok önemli izler bırakan Emin Özdemir. Yaşar Kemal’in “Dağın Öte Yüzü” üçlemesinin son kitabının ilk baskısı üzerinden henüz bir yıl geçmemiş ama köyde öğretmenlik yaparken bu romanı da alıp okumuştum. Dilim döndüğünce bir şeyler söyledim. İkinci soru yine Emin Özdemir’den geldi:
“Peki geçen yıl Nobel Edebiyat Ödülünü kim kazandı, hangi yapıtını okudun?”
Yasunari Kavabata’yı da biliyorduk. “Uykuda Sevilen Kızlar”dan söz ettim. Balıkesir Necati Öğretmen Okulundaki edebiyat öğretmenimiz Türkân Mersinlioğulları (Miskioğlu) Varlık ve Türk Dili dergilerine abone olmayanların, bu dergileri okumayanların, önemli edebiyat olaylarını (ödüller vb.) bilmeyenlerin canına okurdu.
Öbür hocaların ne sorduğunu unutmuşum. Galiba Haydar Diriöz, milliyetçi muhafazakâr yazarları da okuyup okumadığımı sormuştu.
Sınavı kazananlar ilk günün akşamı sınıfta toplandık; Özkan Fidan, Ahmet Telli, Gürhan Gündüz, Öner Yağcı, İbrahim Sevimli, Erdal Vural Kesimli, Bekir Özcan, Hasan Yiğit, Yusuf Özbek, Berrin Caner, Hülya Kayal ve ben. O geceden aklımda en fazla kalan ayrıntı, bıyıkları yeni terleyen en genç arkadaşımızın (Öner Yağcı) ezbere gümbür gümbür okuduğu Nazım’ın “Salkımsöğüt” şiiriydi.
İlk kompozisyon dersinde Emin Bey konuştu; “Hepiniz yetersizsiniz. Çok okumanız, çok çalışmanız gerekiyor. Haftaya hepiniz şu üç kitabı edinecek, okuyup geleceksiniz, derste tartışacağız: 1. Edebiyat Nedir (Jean Paul Sartre) 2. Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı (Georg Lukacs) 3. Sanatın Gerekliliği (Ernst Ficher). Tam elli yıl önce alıp her taraflarını çizip notlar aldığım bu üç kitap hâlâ yan yana durur kitaplığımda.
Derste saçmaladığımız olurdu zaman zaman, öyle durumlarda şöyle bir durur, saçmalayana bakar, “Maşşallah, bu yaşta bu zekâ, akıllara seza.” derdi.
ABD’de Colombia ve Indiana Üniversitelerinde “metin hazırlama ve anlatım teknikleri” konusunda öğrenim görmesine karşın bir kez bile” Ben Amerika’dayken…” dediğini duymadık. Oysa yurt dışına bir haftalık geziye gidenlerin bile “Ben Paris’teyken, ben Amerika’dayken…” dediği bir ülkede yaşıyorduk.
Üç yıl boyunca klasik anlamda ders yaptığımızı hiç anımsamıyorum. Ama bir ömür boyu öğrenemediğimiz şeyleri öğreniyorduk sınıfta. Her ay yazın dergilerindeki yazılar konumuzdu. Amacı çok yönlü düşünmemiz, eleştirel bakış açısı kazanmamızdı ve bunu da büyük ölçüde başardı.
Yozgatlara, Çankırılara sürgüne gönderildiğimizde bir gün TDK’de ziyaretine gitmiştim. Yıllar sonra karşılaşmamıza karşın hemen tanımış, uzun bir sohbetin ardından TDK yayınlarından çıkan bütün kitaplarını (hemen hepsi bende vardı gerçi) imzalamıştı.
Ankara Üniversitesi Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Uygulama ve Araştırma Merkezi (ÇOGEM) tarafından düzenlenen “Türkçenin Büyük Ustası: Emin Özdemir” açık oturumunda yakın çalışma arkadaşları Emin Özdemir hakkında konuşmuşlardı.
ÇOGEM Müdür Yardımcısı Profesör Dr. Ömer Adıgüzel: “Ben yaratıcı drama hocasıyım. Emin Özdemir yaratıcı dramanın Türkiye’deki öncülerinden biridir.”
Emin Özdemir’le ortak kitap yazan, en yakın arkadaşı Adnan Binyazar: “Köy enstitüleri kitap demekti. Emin Özdemir; Gogolleri, Gorkileri, Balzacları, Dostoyevskileri, Hugoları, Shakespeareleri, ve Siloneleri orada (Pamukpınar Köy Enstitüsü MA) okumuştur. Bir eli bu yazarlarda ise öbür eli Yakup Kadrilerde, Halit Ziyalarda, Orhan Kemallerde olmuştur.”
TODAİE’de Kentleşme dersimize giren SBF eski dekanı Profesör Dr. Ruşen Keleş, Emin Özdemir ve Adnan Binyazar’la TDK Yönetim Kurulunda görevliyken tanıştığını söyledikten sonra: “Gerçekten onlar benim dil öğretmenlerim olmuştur. Dildeki hatalarımı, yanlışlarımı onlardan esinlenerek onlardan yardım alarak düzeltmişimdir. Hâlâ da düzeltmeye devam ediyorum. Çok zengin öğreticilerdir onlar.”
Oturumun sonunda bir teşekkür konuşması yapan Emin Özdemir ise şunları söylüyordu: ” “Benim için profesör dendi ama ben dümdüz öğretmenim. Konuşmaları izliyorum, ne zaman Adnan Binyazar adı geçse hemen arkasından benim adım geliyor. Biz ikimiz tıpkı bir kâğıdın iki yüzü gibi birbirimizden ayrılmayız. 62-63 yıl oldu. Bu böyle sürüp gidiyor.””
Üniversite sınavları ile ilgili çalışmalarda emeklerinin olduğuna değinen Emin Özdemir, “sözel” sözcüğünü kendinin bulduğunu, Anadolu’da göze seslenene “gözel” dendiğini, onu örnekseyerek (bu sözcüğü derslerinde çok kullanırdı) “sözel” dediğini belirtir. Nitekim “şık, alternatif” yerine kullanılan “seçenek” sözcüğü de onun buluşudur. 1970’lerin başında, “seçenek” sözcüğünü TDK’ye önerdiğini söylediğinde önce bütün sınıf yadırgamıştık bu sözcüğü, şimdi “seçenek” yerine “şık” diyenleri yadırgıyoruz.
Ne mutlu bize ki onun, Türkçenin büyük ustasının öğrencisi olmuşuz.