Kafiye uymadı elbet.
Zaten aslı da öyle değil biliyorsunuz: “Para isteme benden, buz gibi soğurum senden.”
Vatandaşın cebi delik olduğu için zaten istenecek para kalmadı, o nedenle buz gibi soğuma için artık başka sebepler var.
Eleştirme beni.
Soğurum senden.
Benim eleştirme hakkım var ama el eleştirdi mi aman aman!
El-eştirmeye gelmeyiz, gelemeyiz, eleştiri ancak bize haktır. Ama karşıdan geldi mi düşünme yerine değil, saldırı pozisyonuna geçeriz.
Seçim zamanı olan ne?..
Herkes karşısındakini eleştirirken özeleştiri var mı; hak getire…
Siyasetin yansıması toplumun bütününe aynı paralelde düşerken Aziz Nesin’in “Korkudan Korkmak” isimli kitabında yazdıkları geldi:
“….Her şeyi eleştirmelisiniz. Eleştirmek, her zaman haklı olduğunuz anlamına gelmez. Ama bir şeyi eleştirdikten sonra benimserseniz, neyi, niçin kabul etmiş olduğunuzu bilirsiniz. Eleştirinin amacı eleştiri değil, doğruyu bulmaktır.”
Eleştirinin hedeflediği gerçekten budur. Eleştiri yol gösterir, düşündürür, fikirlerin çatışmasını sağlar…
Yapılan veya yapılması muhtemel olan bir hataya karşı fren sistemidir.
Eleştiri ile doğruya ulaşmak daha sağlıklıdır.
Ve eleştiri, demokratik bir rejim için olması gereken en önemli değerlerden biridir, korkulacak öcü de değildir.
Eğer özellikle siyaset arenası eleştiriye tahammül edemiyorsa bu durum o ülke için aslında demokrasinin ne kadar zayıf olduğunu gösterir.
Ne yazık ki Türkiye’nin bütününde eleştiriye saygı ve tahammül son yıllarda giderek azalmış durumda.
Ne yazık ki bireylerin bir kısmı eleştiri yaparken diğer kısmı eleştirinin altında yatanı dinleyip, inceleyip değerlendireceğine, eleştirdi diye karşısındakini düşman gibi görür halde.
Türkiye’nin bu stresle zaman içinde daha da yıpranacağı açık.
Ancak en küçük bir idari yapılanmaya veya siyasi kuruma bakın…
Eleştirmek serbest, eleştirilmek tu kaka vaziyetinde.
Hal böyle olunca da sessiz bir toplum haline dönüşülüyor… Televizyonlarda taraflı çanak tartışma programları, objektiflikten uzak yayınlar insanları artık ekranlardan uzaklaştırarak çoğu kişinin Netflix gibi dijital mecralara yönelmesine yol açıyor.
Keza yazılı basın…
Türkiye’nin köklü gazetelerinde sayfaları çevirin birer birer…
En çok satan(!) gazetelerde bırakın eleştirel yazıyı, normal köşe yazısı yazan yazar bile kalmayacak hale gelinmiş durumda!
Satışların dibe vurması ve şişirme/promosyon gazete dağıtımları ile gerçek satış rakamlarının bile ne olduğu bilinmez bir halde.
Ne yazık ki artık medya 4.güç değil. Medyanın “denetleme” görevi artık işlevsiz halde.
Fiili durum siyasetin içinden toplumun en küçük yerleşim birimi olan aileye kadar yansıyor.
Erkek egemen kültürde erkek, gücün verdiği yetkiye(!) istinaden karısının ağzını kapatıyor. Güç ile gösteri yapıyor, kadın sesini çıkardı mı erkek cezasını kesiyor!!
Aziz Nesin’in tespiti aslında bilinmeyen değil, bilineni yinelemek.
Eleştirinin –unuttuğumuz- amacı sadece doğruyu bulmak.
Doğruyu bulmanın tek yolu farklı bakış açılarından düşünce bohçası oluşturup en doğruyu, en iyiyi, en gerçeğe gidebilmek.
Eleştirinin nesi kötü olabilir ki?..
Eleştiri olmadı mı korkmak gerek asıl.
Eleştiri varsa, olabiliyorsa, sivil toplum örgütleri başta olmak üzere ve üniversiteler… Varlığını artık “skandal rektör söylemleriyle” andığımız üniversiteler ses verebiliyorsa doğruyu bulmak adına…
Gazeteler “gerçek gazetecilik” nedir hatırlayabilirlerse…
Belki o zaman geleceğe umut aşılanabilir.
Lakin bugünkü manzara tam aksi bir tablo çiziyor: Eleştiririm seni, el-eştirme beni, buz gibi soğurum senden…
Türkiye için asıl tehlike; sorunları halının altına süpürüp habire birbirimizle kavga edip çözümü unutmamız ve daha da kötüsü kavgaya sevdalanıp çözüm bulma ihtiyacı hissetmememiz ve ortak paydayı sıfır yapmamızdır.
Payda sıfırsa o toplumun yerinde saydığı ve her sonucun sıfır olacağı açıktır.
Eleştiri; doğruya giden yoldur, ortak akıldır, oto-kontrole imkan veren el frenidir, korkulacak bir “öcü” de değildir.