Ülke gündeminde yine ekonomik dar boğaz ve geçim sıkıntısı var. 1976 doğumlu olarak bu dar boğaz ve geçim sıkıntısını hep bilirim. Sanırım ömrümüzün sonuna kadar da göreceğiz.
Peki neden ülke olarak sürekli bu olumsuz mali tablo ile karşı karşıyayız? Ekonomist değilim. Uzmanlık alanım değil. O yüzden çok teknik ve de rakamsal veriler verecek bilgi ve birikimim yok. Ancak öznel bazı değerlendirmelerim elbette var.
Öncelikle ekonomik egemenliğin yeni dünya düzeninde önemini bilmemiz lazım. Artık eski dönemlerdeki gibi bir ülke bir ülkeyi egemenliği altına almak isteği öyle ordularla veya işgaller ile olmuyor. Ekonomik ve kültürel işgal daha kalıcı sömürgeciliği sağladığı emperyalist devletlerce keşfedileli epey oldu. Asimetrik savaşın en büyük ve en etkin enstrümanı ekonomik işgaldir. Ekonomik işgale uğrayan ülkenin yeni nesilleri arzu edilen seviyede yetiştiremediği bir gerçektir. Söz konusu ülkelerde yeni gelen nesillerin en zeki olanlarının, ekonomik olarak daha gelişmiş ülkelere gitme motivasyonunda olduğu görülmektedir. Bu motivasyon sosyolojik olarak ekonomik işgal altında olan devletteki toplumun devam ettirebilir yönetilmesi basit insan yığınlarından mürettep hale gelmesini sağlıyor.
Ülkemiz olan Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, kurucu lider ve kadrolarının bu yılları bilircesine iktisadi yapımızın ana esaslarını çizdiğini görüyoruz. Osmanlı İmparatorluğu iktisadi teşebbüslerini şerri hükümlere göre yapılandırdığı için, yüksek vergi mükellefi olan gayri müslimlere vergilerini ödeyebilmeleri için tahsis ettiğini biliyoruz. Osmanlı endüstrisi ve ticareti gayri müslim vatandaşlarının elinde idi. Ne zaman 1789 Fransız Devrimi ile ulus devlet modelleri çoğaldı ve bir çok imparatorluk bundan nasiplendi, işte bizim için de ekonomik darboğaz yaşadığımız dönemler başlamış oldu.
Hani basit bir zamanlama ile benim 4-5 nesil önceki ata ebeveynlerimden beri biz ulus olarak hep mali zorluklar çekeriz. Bitmeyen savaşlar, isyanlar, göçler ve beraberinde getirdiği ekonomik buhranlar. Kurucu liderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK bunu çok iyi irdelemiş ve “karma ekonomik model” olarak iktisat literatürüne geçmiş olan modeli ülkemizin iktisat yapısına kazandırmıştır. Burjuvası ve proletaryası olmayan imparatorluk bakiyesi Türk Milletine bu sıfatları ve rolleri ilk 15 yılda kazandırmış ve ülke ekonomisi milli ekonomik bir yapıya bürünmüştür. Cumhuriyetin ilk yıllarında gayri müslimlerin çalıştığı ve işletmeciliğini yabancı şirketlerin yaptığı demiryollarını, telgraf hatlarını ve limanlarımızı kamulaştırmıştır. Ve dahası… Uzun uzun yazılır o devrim destanı. Ulustan ve devletten yana bir iktisadi yapılanmadır o devrimin adı.
Yıl 2022. Ülkemde herkes pahalı enerji fiyatlarından bahsediyor. Çareler yazılıp çiziliyor. Şahsi fikrim hepsi inanın beyhude. Enerji piyasası kamulaştırılmadan ucuz enerji maalesef koca bir hayal. Ulusun sarf edeceği enerjiden kâr amacı güden ekonomik anlayıştan asla uygun fiyatlı tüketim çıkmaz. Çıkamaz. Neden?. Çünkü ülkemiz Karma Ekonomik Modeli terk edeli yıllar oldu. Serbest Piyasa Ekonomik model ile yönetiliyoruz. Bu modelde her türlü ekonomik teşebbüs şirketlerin elinde olup ana hedef şirketlerin kar etmesidir.
Peki serbest ekonomik modelde toplumun hiç mi yararına bir şey olmaz. Olur elbette. Bu sistemde toplumun yararına olan tek ama en güçlü enstrüman şirketlerden elde edilen vergidir. İşte sorun buradadır. Bu vergi toplanabiliyor mu? Ülkemize bakıyorum, maalesef. Meclisi oluşturan siyasi partilerin milletvekili profillerine bakınca ne demek istediğimi anlarsınız. Meclisimizin neredeyse 2/3’ü ya müteahhit ya da tüccar. Geri kalan 1/3’ü ise emekli bürokrat. Böyle bir meclisten çiftçinin, memurun, esnafın yararına kanun veya uygulamalar çıkmayacağını görmek için çok derin iktisat bilgisine gerek yok.
Örnekleme yapalım… Örneğin Amasya ili. Bundan 15-20 yıl önce Amasya’nın temel geçim kaynağı tarımsal çiftçilikti. O tarımında merkezinde şeker pancarı üretimi vardı. “Devletin işi ekonomik üretim değildir.” sloganı ile iktidara gelenler Amasya şeker fabrikasını önce özelleştirip sonra da özelleşen fabrikanın ilgili şirketi dışarıdan şeker ithalatının daha uygun olduğunu görünce kapattı fabrikayı. Sonrası toprağında ürettiği pancardan ailesini geçindiren çiftçi aileler geçim derdine düştü. İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerin gettolarını oluşturmak üzere göç ettiler. Kendi toprağında yetiştirdiği ürün ile onurlu hayat yaşayan vatandaşlarımız büyük kentlerin gettolarında asgari ücrete muhtaç örgütsüz işçi yığınlarının ana kaynağı oldular. O yıllarda Meclise giden Amasya milletvekillerini incelemek lazım. Hiçbiri sıradan şeker pancarı çiftçisi değildi. Hepsi müteahhit ya da tüccardı. Bir tanesi şeker pancarı üreticisi olsa veya o üretilen şeker pancarının işlendiği fabrikanın emekçisi olan işçi olsa asla özelleştirmeler olmazdı.
Bu sadece Amasya örneğidir. Bunun Bitlis, Samsun, Manisa ve gençlik yıllarımın şehri Balıkesir gibi tütün çiftçisinin bol olduğu iller de aynı süreçten geçti. Tekel fabrikaları yok ülkemizde artık. Sigara üretimi tamamı ile yabancı şirketlerin kontrolünde ve Virginia tütünü tüketen bir ülkeyiz. (Bu arada sigara sağlığa zararlıdır)
Gençliğim Savaştepe’de geçti. Koca ilçe köyleri ile birlikte tütün yetiştiriciliğinden geçimin sağlıyordu. İnsanlar kendi tarlalarında zahmetli bir üretim içerisindeydiler ama mutluydular. 20-30 yıl sonrası için umutlar yaşatıp, gelecek planları yapıyorlardı. Her yıl giderim Savaştepe’ye. Öğretmen Okulluyuz. Bizde bitmek tükenmek bilmeyen bir sevdadır o okul. Her gidişimde Savaştepe’nin hızla ilçeden köye dönüştüğüne şahit oluyorum. Tarım bitmiş. Gençler uzak şehirlere asgari ücrete iş bulma derdinde göç etmiş. Sahi tütün çiftçiliğinin köküne kibrit suyu dökülürken Balıkesir ilinden kimler vekildi?.. Sağdan kaç tane vardı, soldan kaç tane?. Ne önemi var sağın solun? Bakıyorum ülkemin siyasi manzarasına maalesef içi boş bir sosyoloji. Eylemi, söylemi ile örtüşmeyen siyasetçiler cenneti ülkem.
Ben bu iktidardan şikayetçiyim evet. Ancak yerine “ben yönetirim” diyen muhalefete bakıyorum umutlarım yerle yeksan oluyor. Bir tanesi çıkıp “ben kapatılanSümerbankları, demir çelik fabrikalarını, Tekel fabrikalarını, konserve fabrikalarını yeniden açacağım..” demiyor. Örgütlü işçiden çekinen sol olur mu? Ülkemde var maalesef. Soma’da 301 işçimizi kaybettiğimiz maden ocakları TKİ’nin değil özel sektör maden işletmesinindi. Biriniz çıkıp, “Bu ocaklarda iş güvenliğini sağlayacak koşulları oluşturamadığınız için buraları kamulaştırıyorum. Çalışanlarda kamu işçisi olacak” diyemiyorsunuz. Neden?.
Neden sizce? Acı gerçeği yazayım; ülkemde sağ siyaset de sol siyaset de sadece göstermelik. Herkese bir misyon verilmiş o kadar.
Muhalefete sesleniyorum. Bu iktidarı sandıkta yenmek mi istiyorsunuz?… Böyle bir iddianız mı var?. O zaman çıkın programınıza yazın söyleyin bizde size oy verelim; “Halkın zararına olan her şeyi halktan yana yapacağız. Enerji piyasası başta olmak üzere ülkemizin tüm stratejik iktisadi alanlarında kamulaştırma başlatacağız. Elektriği bu ulusa maliyet fiyatına arz edeceğiz “ deyin bakalım sandıktan ne çıkacak?..
Neden bunu diyemiyorsunuz?.. Yoksa ikbaliniz bu millete değil de başka yerlerde mi?
Oğuz GEREN 12.02.2022