Çevre, sağlık ve ekolojik yaşam bilincinin gelişmesi ve özellikle yakın geçmişte yaşadığımız virüs salgınından sonra kırsal bölgelere göç arttı.
Ancak hızlı göç alan kırsal kesimlerde artan nüfusla birlikte yaşanan plansız ve programsız şehirleşme artık kent yaşamının olumsuzlukları ile yarışır hale geldi. Henüz alt yapı sorununu dahi çözememiş olan bu bölgelerde hızlı betonlaşma birçok sorunu da beraberinde getirir oldu.
Mesela kanalizasyon olmadığı için özellikle kış aylarında şiddetli yağan yağmurlardan çevrenin göl haline gelmesi,
Yaygın olarak kullanılan fosseptiklerden zaman zaman bilinçsizce doğaya salınan atıkların, çevre, doğa ve canlı sağlığını başlı başına tehdit eden bir sorun olması,
Artan konut sayısı sebebiyle sık sık elektrik ve su kesintilerinin yaşanması,
İnşaat ve evsel katı atıkların açık alanda yakılarak bertaraf edilmesi ve enerji değeri düşük katı yakıtların hava kirliliği yaratması,
Özellikle depremsellik gözetilmeksizin tarım arazilerinin konut alanı olarak değerlendirilme düşüncesizliği ve daha niceleri kırsal kesimlerin günümüz modern dünyasında yaşadığı ilkelliklerden sadece birkaçı.
Neden sürdürülebilir mimari tasarımlarıyla planlı, programlı ve kalıcı olarak kentleşemiyoruz?
Dünyayı tehdit eden küresel ısınma, iklim değişiklikleri, doğal kaynakların ihtiyaçtan fazla tüketilmesi, atık üretimi ve karbon emisyonu gibi birçok küresel sorun, insan eliyle yapılan her işte sürdürülebilirliğin göz ardı edilmesinden kaynaklanıyor.
1987 yılında yayımlanan Brundtland Raporunda; doğal kaynakların hızla tükenebileceği, insan kaynaklı müdahalelerin iklime ve ekosisteme olumsuz etkileri sebebiyle ekonomik büyümenin ve toplumsal kalkınmanın yavaşlayacağı hatta durabileceği belirtiliyordu.
Artan nüfusun ihtiyacını bir an önce karşılamak için meydana gelen çarpık kentleşmeler, ekolojik yaşam bilinçsizliği, ormansızlaşma, habitat tahribatı, su, hava toprak ve sanayi kirliliği gibi insanın sebep olduğu faaliyetlerle dengesi bozulan ekosistem, bu duyarsızlığın karşılığını acı deneyimlerle yaşatıyor insanlığa.
Mesela yakın çevrenizde yapılan bir inşaatın planlama aşamasından başlayıp tasarım, yapım, kullanım, bakım, yıkım ve yeniden yapım aşamaları süresince doğanın, çevrenin ve tüm canlıların bu durumla ne denli etkileşim içinde olduğunu hiç düşündünüz mü?
Açıkçası ben bu kadar detaylı düşünmemiştim. Çünkü sadece gürültü, toz, toprak, çevreye bırakılan veya yakılan inşaat atıkları ve yerine göre trafik sıkışıklığını rahatsızlık olarak görüyor ve bunların sadece çevresi kadar zarar verdiğini sanıyordum.
Oysa çeşitli kimyasal maddelerden elde edilen inşaat malzemeleri, bilinçsiz inşaat yapım teknikleri ve enerji kaynaklarının %50’si gibi büyük bir oranının kullanımı gibi sayacağımız birçok sebeple sadece yakın çevrede değil uzun vadede hava, su ve çevre etkileşimi ile dünyadaki tüm ekolojik dengelerin bozulmasına sebep oluyormuş.
Üstelik çevresel etki değerlendirmesi çok da dikkate alınmadan üretilen yapıların bırakın çevre dostu olmasını doğa, çevre ve canlı sağlığına verdiği zararlar bilinirken artık kırsalda da sürdürülebilir ekolojik yaşamdan bahsetmek mümkün değil.
Çünkü ekolojik yaşam, doğa içinde karmaşadan uzak, domates, biber yetiştirmek veya köy halkının ürettiği ürünlerle beslenerek bir yaşam sürmekten çok daha fazlası.
Zira yaşamın sürdürülebilir olması, bugünün ihtiyaçlarını karşılayan doğal kaynakların, gelecekte de kullanılabilir olmasına bağlı.
Bu sebeple ekolojik yaşam bilincinin geliştirilmesi ve yaşam şekli haline gelmesini destekleyen sürdürülebilir kalkınma modelleri ile kalıcı çözümlerin hayata geçirilmesi, insanlık ve geleceği için her şeyden çok daha önemli.
Çünkü sürdürülebilir ekolojik yaşam, “her şeye rağmen” değil, “her şeyi dikkate alarak” yaşamı sürdürme çabasıdır.