Yurt dışına bir kez olsun çıkıp da geri döndüğünde hemen her vatandaşın ağzından “ortak payda” altında neyi duyarsınız en çok?
Cadde ve sokakların temiz olduğunu, çevrenin korunduğunu ve özellikle de nereye giderseniz gidin meydanların bolluğunu.
Küçük büyük farketmez hangi ülkenin hangi şehrine giderseniz gidin, meydanlara baktıkça şaşarsınız.
Aklınıza buralar gelir.
Beton, beton, beton.
Küçük olsun, büyük olsun bizim kentlerde meydan dediniz mi, daha çok “bina yapılacak fırsat” görülmüş gibi rant hesapları yapılır.
Nihayetinde İstanbul karşımızda.
Fotoğraflara baktığımızda, dünyanın nadide şehirlerinden birini nasıl da meydansız, havasız bıraktığımızın farkına varıyoruz.
Sadece İstanbul değil, Türkiye’nin tüm kentlerinde meydanlar tabiri caizse düdük kadar.
Avrupa’ya gittiğinizde ise inanılmaz bir şok vuruyor sizi.
“Ne güzel yaşayan meydanlara sahipler” diye imreniyorsunuz ister istemez.
İşin en tuhafı ise; tüm siyasetçiler, milletvekilleri, belediye başkanları habire yurtdışına gidip duruyor, temas üzerine temas yapıyor, akla hayale gelmedik ülke ve şehirlerle bile ilişki kurularak kardeş kent dahi ilan ediliyor ya…
Nasıl oluyor da bizim siyasiler, oralara gittiklerinde, oraların şehirlerinden ders almıyorlar; bunu anlamamız bugüne kadar mümkün olmadı.
Oysa…
Yaşayan meydanlar değil sadece, kentlerin bozulmamış yapıları, geçmişe saygı, kültür ve yeşille yoğrulan bir hayat çok mu zor?
Değil elbet.
Ama bizde şehirler çoğu kez, gelecek düşünülmeden ve anlaşılmaz şekilde yönetiliyor.
Ne yazık ki ele geçen fırsatları betona dönüştürme sevdamız bitmedi, bitmiyor.
Sonra orta şiddette bir deprem olduğu zaman kara kara düşünüyoruz, toplanma alanları nerede diye.
Toplanma alanlarına sahip çıkamayan ve yok eden bir ülkede şehirlerin meydanlarının olması ne de uç bir hayal değil mi?!
Meydanlar, kentlerin kimliğidir.
Yeşile ve şehrine sahip çıkan uluslarda kent bilinci çok daha yüksektir.
Ama o uluslarda yönetenler de şehirlerin meydanlarla yükseldiğinin farkındadırlar.
Kimsenin aklına “meydansızlık” gelmez.
En küçük şehirden tutun en büyük şehre kadar…
Alalım birkaç ülkeden birkaç kenti… İstanbul ile Ankara ile karşılaştıralım…
O meydanlar ki aynı zamanda sanatla ve kültürle yoğrulur.
Müzeler, sanat galerileri, heykeller bir kente sadece estetik güzellik ve turizm alanında artı değer katmaz.
Şehre ufuk açar, kentli bireyin düşüncesini aydınlatır.
Bizde ise heykellere bile tahammül edilemediği, yıkanın ve kıranın her daim varolduğu gerçeği acı bir tespit değil mi?
Meydanlar, şehirlerin incileridir.
Kentlerimizde kaç meydan var?..
Meydan olabilecek fırsatların kaçı “meydan” amaçlı değerlendirilebildi?
Nasıl yıpratıyoruz şehirleri?
Duygusuz, ruhsuz, beton işgali altında bıraktığımız bu şehirlerde deprem korkusunu cami avluları veya okul bahçelerindeki “toplanma alanları”(!) ile mi gidereceğiz?
Meydanlar şehirlerin kimlikleridir.
Aynı zamanda doğal toplanma alanlarıdır.
Yok edilmezler, betona teslim edilmezler.