Kadın duş alırken dinliyordu müziği, içinden nerelere gitti deriz ya aslında içimizden bir yere gitmeyiz.
Gittiğimiz yer hep kendimizi keşiftir, kendisinden uzağa hiç düşmez insan, işte kadında zihninde kendim dediği anılara gitmişti. Sonra dünyaya yeniden gelse kesinlikle sanatçı olmak istediğini düşündü.
Sanat dünyanın en harika uğraşıydı her türlüsü sanatın her çeşidi sanki içinde bir çeşit yaratanı barındırıyordu, uzayın boşluğunu, içindeki sonsuzluğu, özgürlük denilen duyguyu sanat ile yaşıyordu.
Sınırları hayatınızdan kaldırdığınız bir özgürlük başlıyor, diye düşündü. Örneğin canı sıkıldığında kimse anlamadan avaz avaz bağırabilir, ağlayabilirdim. Mutluysam sonuna kadar kahkaha atarak yaşardım diye düşündü
İşte böyle bir zamanda birden bir kâğıt bir yazı bir mürekkep değdi gözüne, efsanelere, mucizelere ve büyülere hep inanmıştı. Hem neden inanmayayım ki tüm dünya da bir efsanenin üzerine kurulmamış mıydı?
İnsanı anlatırken milyonlarca spermin arasından gelen mucize denilmiyor muydu? Cennet bir mucize, yaratan bu mucizeleri gerçekleştiren, ölmeden yıllarca yaşamakta bir mucize değil miydi?
İşte aslında hiç yanlış bir şey yapmıyordu sadece özel güçlere hep inandı ve yine inanıyordu, ama en çok da insanın içindeki kendi gücüne inanıyordu. Burada ise asıl olan iradeydi
Hangi insan iradesini içindeki gücü ortaya çıkarmak için kullanırsa o insan aslında istediğine doğru yol aldığını düşünüyordu.
Bence iyiye ya da kötüye yol alıyordu demek istemiyorum. Çünkü her bireyin iyisi ve kötüsü kendine göre değişiyor diye düşündü.
Böyle zamanlarda toplumda yaşanan kendi aklının ve kalbinin almadığı suçları düşünüyordu. Suçu işleyen insanlar gerçekten bile isteye mi bu suçları işliyordu?
Yoksa bir anlık aldığı hatalı bir karardan dönemiyor muydu?
Dönemediği hata daha mı büyük suçlara neden oluyordu?
İyimserliği bırakmadan gerçekten düşünmek istiyordu, bilinçli değillerdi. Ne yaptıklarının, başkalarına ne kadar zarar verdiklerini, kendi konforları için yaptıklarının başkalarının hayatında ne olunmaz acılar yarattıklarını…
Sonra yeryüzünde insandan başka acıdan, kötülükten beslenen bir canlı olmadığını düşündü.
Aslında böyle zamanlar da uçmak istiyordu. Dünyanın, tüm evrenin üzerinde kanatları olmadan uçmak istiyordu.
Bir yolculuğa çıkmak kimsesiz, kimsesi olmadan sadece ben olarak çıkmak istiyordu. Kendisine dönmek, farklı hayatlar görmek, gözlemlemek, anlamak, anladıkları ile yeni anlamlar keşfetmek…
Aslında en çok istediği insanların zihnine girmekti. Özellikle kötülerin neyin yanlış olduğunu görmek çok istediklerindendi. Bazen de tüm zihinleri gezmek istiyordu kıskançlıkları, yalanları, mutlulukları, sevgileri, kızgınlıkları, kırılmaları görmek istiyordu. Sonra bu yolculuktan hayalleri ve umutların azaldığını görmenin kendini ne kadar üzeceğini düşündü.
Sonra, başka evrenleri mi gezmeliyim acaba güzelliklerle dolu yerler illa ki vardır.
Aslında içindeki coşku bazen hiç yetmiyordu. Bazen bir hayvan olmak istiyordu bazen bir bitki bazen bir toprak bazen bir taş onların gözünden biz insanlar nasıldık. Sanırım karınca için biz insanlar birer devdik, ama bize rağmen yaşamaya devam edebiliyordu.
En çok olmak istediklerinden biri ise suydu. Nasıl bir su kaynak mı olacaktı, okyanusta mı, nehirden denize koşan bir su zerresi mi, çölde beni bekleyenlere rahmet mi, insanların nasıl olsa “su pislik tutmaz” diyerek pislettikleri bir su mu?
Hiçbirini bilmiyordu. Çocuk ruhu geldiğinde çok şey olmak istediğini biliyordu.
Yaşamı bir zaman geçirme gibi yaşamamak için çaba sarfederken bazen ne kadar takılmaması gereken durumlara kişilere takıldığını düşündü. Sonra dost sohbetlerinde boş şeyler ile zaman geçirmemenin ne kadar önemli olduğunu belirttiğimiz halde bu konuda da iradeden yoksun muyuz dedi.
Yaptığım işi bilinçli olarak yapmıyorsam her iş bir vakit doldurma süreci aslında bu hayatta.
Oysa hayat ona göre yaşadığı anlardan ibaret olsun istiyordu. Sitem etmeden, fazla iddiaya boğmadan insanları zorlamadan sadece yaşamaktı yaptığı şey. Böyle olmasına rağmen yakından uzağa doğru çevresindeki insanları yaptıkları ile ne kadar meşgul ettiğini düşündü. Sonra önce yakınlarından soğuduğunu ve ayrıldığını yavaş yavaş her şeyden uzaklaştığını hissetti.
İçindeki fırtınaları, kasırgaları, yağmurları, parlayan ışıkları, yeşeren tohumları, yeni güne merhaba demeyi, yeni oyuna hazırlanan çocuğu kim bilebilirdi ki…
Çünkü o dışarıya hep güneş gibiydi, parlayan o yüzden kimse göremezdi içindeki hüznü.
Dönmeliydi kimsesizliğine
Tek olmaya
Özgür dünyasına…
Müzik önerisi: https://youtu.be/c1ZJZPIvbaM