Ayvalık’ın dar sokaklarında gideceğimiz yeri bulmaya çalışırken, bir taraftan da binlerce yıllık geçmişini düşündüm, tarihi evlerin büyüsüne kapılıp.
Her birinin ayrı hikâyesi olan bu evlerde nice yaşanmışlıklar var ve çoğu tarihin tozlu yapraklarında unutulup gitmiş. Her zamanki gibi yine hüzün kapladı içimi sanki gelecekten geçmişi seyreden bir yolcu gibi.
Kısa kültür yürüyüşümüzün ardından duvarı boyunca sarkan sarmaşıkların gizem kattığı bir tahta kapıdan içeriye girdiğimde ise gözlerime inanamadım. “Cennet diye betimlenen yer burası olmalı” diye düşündüm.
Bilginer ailesinin temelini attığı ve Melin ailesinin yaşamımıza kattığı, 19. yüzyıldan kalma bu tarihi mekânda ASKEV-Ayvalık Sanat Kültür Eğitim Vakfı faaliyet gösteriyor.
Vakıf, Ayvalık ve Kuzey Ege öncelikli olmak üzere maddi olanakları olmayan, çalışkan, gelişmeye açık gençleri eğitim bursu ile destekleyerek; eğitim, bilim, kültür, sanat ve doğaya duyarlı, topluma yararlı bireyler olmalarına ve toplum bilinci yüksek, nitelikli bireyler olarak yetişen gençlerin ASKEV’e veya benzeri kurumlara destek olmalarına aracılık ediyor.
Doyumsuz görselinin etkisi ile ayrılmak istemeyeceğiniz bu güzel mekânda, vakıf yetkililerinin çabası ile alanında başarılı olmuş sanatçıların konserlerini dinleyebilir, eğitimcilerin, yazarların ve şairlerin söyleşilerine katılabilirsiniz.
İnsanın hayatını dönüştüren ve iz bırakan anlar vardır ya işte bu tarihi mekânda gerçekleştirilen etkinliklerin, katılımcılara bu deneyimi de yaşattığına yakından tanık oldum.
Sera Salonunda gerçekleştirilen etkinlik, Akademisyen Şair-Yazar Sayın Cevat Çapan’ın “Eğitim Durakları” başlıklı söyleşisinin ikinci bölümüydü ve söyleşi sonunda ilkini kaçırmış olduğuma gerçekten üzüldüm.
Yaklaşık üç saat süren söyleşiyi hayranlıkla dinledim. Zira ülkemizde 1860’lı yıllarda kurulan ve eğitim-öğretim tarihimizde önemli yeri olan bir kolejde yetişen değerli hocamızın keyifli geçen ve keyifle paylaştığı öğrencilik yıllarındaki anılarına,
Ve hayatları boyunca öğrenmeyi sürdürmelerini teşvik eden, yaratıcı ve eleştirel düşünme becerilerini geliştiren, uluslararası düzeyde sosyal ve kültürel roller üstlenebilecek donanımda, kısaca yüz elli yıl önce dünyalı gençler yetiştirmeye başlayan,
Müfredatla sınırlı kalmayıp öğrencilerinin ufkunu genişletmek için dönemin bilim, kültür ve sanat etkinliklerinin okul bünyesinde gerçekleştirilmesine ve düzenledikleri kültürel gezilerle diğer ülkelerin kültürü, tarihi ve sosyal yaşamı hakkında bilgi sahibi olmalarına öncülük eden,
Öğrencileri yönlendirerek kurdukları temsili mahkemelerde kendi sorunlarını demokratik ve hukuki bir zeminde çözmelerine, yine öğrenciler tarafından kurulan meclis ve bakanlıklar ile yaşam yerlerine sahip çıkmalarına ve bağ kurmalarına ve hayata dair nicelerine öncülük eden bir eğitim-öğretim sistemine hayran olmamak imkânsızdı.
Bu arada sosyal hayata son derece hazır mezunlar veren kolejin başarısında önemli katkısı olan ve hocamızın döneminde okulun yönetiminden sorumlu, dünya görüşüne sahip okul müdürünü de hayatım boyunca unutmayacağım.
Elbette herkes şanslı olamıyor eğitim hayatında. Ancak bilgiye ulaşmanın kolay olduğu bir çağda yaşıyorken, araştırıp öğrenmek gibi veya doğruluğunu teyit etmeden duyduklarımıza inanmamak gibi bir şansımızın her zaman var olduğunu hatırlamak lazım.
Öğrencilerin öz güvenli, sorgulayan ve çözüm odaklı olmalarında; okul yönetiminin ilerici bakış açısının ve modern çağa donanımlı birey kazandırma sorumluluğunu taşıyan eğitimcilerin ne kadar önemli olduğunu, öykü gibi dinlediğim anılar arasında fark ettim.
Kolejde yetişen öğrenciler adına gurur duydum ve diğer okullarımızın niçin bu sistemde eğitim vermediğine bir o kadar üzüldüm. Kendi adıma biraz da kıskandığımı itiraf edebilirim.
Çünkü okul, dünyalı olmaya, dünyalı gibi düşünmeye, davranmaya ve yaşamaya kısaca dünyaya açılan bir pencere gibidir.