Dünyayı ve ülkemizi kasıp kavuran şu “fayrus”un
varlığı, elbette ki kesin bir gerçeklik.
Hani o “kıldan ince, kılıçtan keskin sırat köprüsü!”
denilen, yaşamla ölüm arasındaki o zor bir geçit.
İnsan sağlığını ve varlığını tehdit edişi ve buna
bağlı ağır sonuçları da olan kötü bir gerçeklik.
Bu kötü gerçekliğe yönelik alınan ve alınması
gereken kesin ve sert önlemler de kaçınılmaz.
Yani ortada öldüren, fiili bir durum var.
Bu bulaşıya karşı devletlerin, toplumların ve
insanların yaptıkları ve yapmadıkları, alınan-
alınmayan önlemler konusunda çok şeyler
söylenebilir.
Evet, bu fayrus(virüs) gerçekten ciddi.
İnsanlığın en acil, en büyük beklentisi,
bunun elbet bir an önce yenilmesi.
***
Ancak bu virüsün var edilişi, ortaya çıkışı ya da
çıkarılışı, nedeni, maksadı, hedefi ve büyük arka
planının varlığına ilişkin de büyük-derin-haklı ve
makul kuşkular duyulduğu-duyulması gerektiği
de bir gerçeklik ve de kaçınılmaz.
Bunun gereği olarak, kuşkucu-sorgulayıcı insan
aklının da öne sürebileceği iddiaları-yaklaşımları
da var elbet.
Fakat bunun, şimdilerde “can derdi atmosferi”nde,
“gürültüye gitme” azizliğine uğrayabileceği de açık!
Bu yüzden benim için de “şimdilik” erteleme konusunda
çok yönlü tereddütler geçirmemek elde değil.
Lakin artık “bağlasan da durur” değil!
Kuşkular elbet genel, ayrıntıda değil.
Çünkü ayrıntıda somut kanıtlar
veya maddi bulgular gerekli.
***
Öncelikle, bilimsel düşünüşte,
“tarihin diyalektiği” varsa ki var;
buna göre bu “kötü gerçeklik” sanki
bir “Dünya Üçüncü Paylaşım Savaşı!”
İlk ikisindense bambaşka ve çok farklı.
Adeta ilan edilmeden yaşanılan savaş!
Bildik savaş araçlarının dışında, bir virüs
kullanılarak yapılan savaş!
Taraflarının açık, net ve belirli olmaması
üzerine kurulu bir savaş!
Cepheleri de öyle bildik olunmayan bir savaş!
İnsanları-askerleri vurarak, ülkeleri bombalarla
yakıp yıkarak değil;
beden ve ruh sağlıkları üzerinden bir savaş!
Dünyadaki mevcut egemen ve belirleyici olan
“müesses nizam”ın çeşitli neden ve gerekçelerle
sürdürülebilirliğinin artık mümkün olamadığına
dayalı olarak, yeni bir egemen dünya düzeninin
kurulmasının kaçınılmazlığı yönündeki bir savaş!
Dünyayı birinci-ikinci paylaşım savaşlarındaki gibi
yeniden paylaşımın, ülkelerin öyle klasik işgal ile
ele geçirilmesi üzerinden olmayan bir savaş!
***
Kapitalizmin “buhran-bunalım” yaşaması yani
kendi içinde tıkanması zaten doğası gereği.
Bu, kaçınılmaz ve tekraren olmak zorunda.
1. ve 2. Dünya Paylaşım Savaşları gibi…
Öyleyse tıkanan kapitalizmin kendini
“yeniden üretmesi”nin artık gelip
çatması üzerine bir savaş!
Kapitalizmin, bu kendi “buhranını ve
bunalımını” yeni,başka,değişik araçlarla ve
şekillerle aşma stratejisi üzerine bir savaş!
***
Dünyayı Birinci Paylaşım Savaşı(1914)
kapitalizmin özellikle ham madde elde
etmesi maksatlı, ülkelerin zenginliklerini
ele geçirmeye dönük, sömürge elde etmek
için, doğrudan fiili işgalle yapılan ve kendi
içlerindeki rekabete dayalı olarak gerçekleşti.
2. Paylaşım Savaşı(1939) ise bu kez sermaye
birikimiyle birlikte, ürettikleri mallarına pazar
bulma maksatlı olarak, dünya pazarlarını kendi
hakimiyetleri altına almak için yine kapitalist
devletlerin kendi rekabetlerine dayalı olarak
“emperyalizm” olgusu ile gerçekleşti.
Her ikisi de ağır-teknolojik silahlarla ve
milyonlarca insan öldürülerek yapıldı.
***
Birinci paylaşımın hayırlı sonucu da var!
Çok uluslu imparatorlukların dağılması ve
“ulusal kurtuluş savaşları” çağını başlatıp,
ulusların ve ülkelerin bağımsızlıklarına
kavuşması (her yönden bizimki gibi) oldu.
İkinci paylaşımın ki de sosyalist devrimleri
doğurması ve “sosyal devlet” uygulamasını
başlatması oldu.
Her iki savaş da kapitalizmin kendi
buhranı ve bunalımı sonucu oldu.
***
Günümüze gelirsek;
Çok da ayrıntıya girme olanağı yok;
bugün de kapitalizmin kendi iç buhranını
ve bunalımını yaşadığı açık, kesin, ortada.
Öyle az buz da değil hani.
Bunun da aşılması, kapitalizmin kendini
yeniden üretmesi de kaçınılmaz!
Dünya egemenliğini de sürdürmesi de!
Öyleyse, bir yolu olmalı, bir yolu bulunmalı!
Öncekiler gibi yakıp yıkmadan, dünyaya ve
insanlığa istediği şekil vermesi gerekiyor!
Ama bütün insanlığı karşısına almadan!
Tank, top, bomba, mermi kullanmadan!
Hem “müsebbip” hem “kurtarıcı” olarak!
Hem “batırıcı” hem de “çıkarıcı” olarak!
***
Peki nasıl?
Kapitalizm, bilişim teknolojisiyle
birlikte tam olarak küreselleşti.
Yani kapitalist-emperyalizm kurduğu
şu “yeni dünya düzeni”yle dünyada
insanın olduğu her yere nüfuz etti.
Ancak her şey de karmaşıklaştı.
Sermaye ve mal dolaşımı yeni bir
özellik ve karakter kazandı.
Bu yeni karakteri, kısa sürede eskidi ve
artık “egemenliğe” yetmemeye başladı.
İşte “buhran-bunalım” yeniden geldi çattı.
Sermaye, mal, finans, kar, üretim, dağıtım,
birikim, sınırlar, nüfus, sosyal güvenlik,
istihdamla sorunlarıyla doyma, solunum
ve yetmezlik noktasına geldi dayandı.
İşte bunun da adı dünya kapitalizminin
“kendini yeniden üretme” zamanı!
Dünyayı yeniden ve 3. kez paylaşım
ve egemenliği altına alma zamanı!
Eh! Şeklini de biz belirleyecek
değiliz herhalde!
***
İnsanın-insanlığın en zayıf noktası ne?
“Ölüm-ölme korkusu” elbette!
Hastalık, sağlık endişesi!
Menhos “fayrus!-virüs!”
Neden olmasın?
Oldu bile!
Çin’ den başlasın.
Bir taşla kaç kuş?
Peki, kapitalizmin
bu üçüncü “şer”inin,
insanlığa bir “hayrı”?
O da, neden olmasın?!
Tarihin diyalektiğine göre,
her şey karşıtı ile…