İçinde bulunduğumuz anın faturasını çocuklarımız ödüyor.
Masumiyetin sembolü çocuklar, her noktadan sömürülüyorlar, öldürülüyorlar, tecavüze uğruyorlar…
Acımasız koşullar da yaşam mücadelesi vererek ayakta kalmaya çalışan çocukların varlığını emperyalizm güvenlik projesinin oluşmasına katkı sağlayacak tehdit unsurları olarak kullanırken; sevgi ile büyütülen çocukları da ya obezite, ya tüketim çılgını yada diğer pazar unsurları üzerinden sömürmeyi bir şekilde becerebiliyor.
Yani çocuk, bu dünya üzerinde masumiyetin simgesi iken varlığı ile her türlü kötülüğün yada var olduğu düşünülen iyiliğin reklam üzerinden önümüze konan aslında her pisliğin örtücüsü olarak ta kullanılıyor olması, sömürünün en acımasız olanıdır ama ne yazık ki de en sevimli ve en yaratıcı olanı olarak gördüğümüz o çocukların yerinde hepimiz bir anlamda çocuklarımızın böyle olmasını düşleriz. İşte bu düş toplum olarak verdiğimiz sarı öküzümüzdür. Yani çocuklarımız sarı öküzümüzdür. Zengin olursa bizi de kurtaracaktır. Başarılı olursa bizi de onurlandıracaktır.
Hiç unutmam ve sanırım ben yaştakiler de unutmaz.. Suyun para ile satılmadığı yıllarda bir çocuk, bir kova ve içinde buz kalıbı olan suyu, “soğuk su”diye bağırarak para ile satıyor ve sonrasında bankadan kredi alarak işleri büyütüyor ve iş adamı oluyor temasını anlatan yani girişimci ruhun önemini, güzelliğini çocuk üzerinden anlatan bu reklam filmi ile neoliberalizm acımasız yönünü kapatırken halkı da bu yönde uyanık ve girişimci olursan sen kazanırsın diyerek yalnızlık içinde zengin olma hayaliyle beynini kilitliyordu. Ve halkım da ben yapamadım ama çocuğum yapacak yani zengin olacak hayaliyle cumhuriyetin vermeye çalıştığı bütün değerleri bir anda eliyle itiyor ve önüne konan yeni dünya düzenine ait pazarın değersiz bir halkası oluyordu…
İşin en acı yanı ise çocukluğunu yaşayamayanların çocukları üzerinden çocukluklarını yaşarken pazarın içinde soyulup gitmesiydi..
Bugün geldiğimiz noktada hangi çocuğun kaderine ağlayacağımızı bilemez haldeyiz…
Sokak çocuklarına mı ağlayalım..
Evde tecavüze uğrayan çocuklara mı ağlayalım..
Tek kitap üzerinden insanı öldürürken cennete gidiyorum diye sevinç içindeki çocuğa mı ağlayalım..
Obezite olmuş çocuğa mı ağlayalım…
Tüketim markası çılgınlığında sevgiden yoksun çocuğa mı ağlayalım…
Sınavlarda anası ağlayan ama önüne kopya ile geçilen çocuklarımıza mı ağlayalım…
Yetim kalan çocuklarımıza mı ağlayalım..
Çocuk gelinlerimize mi ağlayalım..
Ağır sanayi de insan yerine konulmadan çocukluğunu yaşayamadan ölen çocuklarımıza mı ağlayalım…
Pedofili sapıklarına para ile satılan çocuklarımıza mı ağlayalım…
Okuyacağım diye kilometrelerce yolu çıplak ayakla yürümeye çalışan çocuklarımıza mı ağlayalım..
Cebinde parası olmadan sokaklarda öylece dolaşan çocuklara mı ağlayalım..
Ağlamayanlar elbette var…
Çözüm bulamadığımız sürece bilelim ki ne terör örgütleri, ne diğer cani örgütler yada mafya türü yapılanmalar bitmediği gibi artarak ta devam edecektir. Neoliberal sistemin güvenlik ağının en önemli suç ayaklarıdır, bu çocukların gelecekte ki serseri yaşamları….
O zaman koyarsın insanları ucube binalara hapishane de yaşatır gibi orada yaşatırsın…
Neoliberalizm unutmayalım ki önce çocuğu sömürür.. Çocuk üzerinden herşeyi planlar ve uygular. Toplumun masumiyet duygularını çocuk üzerinden yönlendirir.
Çocuk onun için paradır..
Çocuk onun için tüketim pazarıdır…
Çocuğuna sahip çıkamayan toplumlar yok olmaya mahkumdur…
Unutma! çocuk üzerinden vereceğin her taviz önce yine çocuğunu vuracaktır…
Ve unutma tek başına kurtuluş yok…
Çocuklar sizi konuşacağım derken iş geldi bize dayandı…
Biz değişmezsek siz nasıl geleceğe huzurla bakabilirsiniz ki… Babanın cebinde para, yüreğinde sevgi yoksa kaderin ölümün kucağında acımasız koşullar içinde çiziliyor, demektir.
Bir çocuk, çocuklar için hazırlanmış eğlence parkının içine bile giremiyorsa ve giren çocuklara düşman gibi bakarken kimse senin içindeki kötülük rüzgarlarını kimin ektiğini sorgulamıyorsa ve yardım elini uzatmıyorsa tek suçlu sen nasıl olabilirsin ki…
Sanki herkes masum sen düşmansın, suçlusun…
Kimse sorgulamıyor..
Bir masumiyetten bir cani nasıl oluşuyor diye…
Para ve mal biriktirmeyi sevenlerin çoğaldığı bir dünyada işimiz çok zor..
Çocukların işi daha da zor…
Sokaklar bile onlara kapanmış..
Aileleri sırf oyun oynayabilsinler diye parasını verdikleri mekanlara getirip, götürüyorlar. O para yoksa sokakta kötülükler içinde buldukları bir cam parçası ile aynı kaderi paylaşanlarla birlikte mutlu olmaya çalışıyorlar…
Emperyalizm çocukları üzmeyi çok seviyor. Onların küçücük dünyalarını darmadağın etmeyi ve pazarın aslı tüketicisi yapmayı öyle güzel yapıyor ki…
Doğadan, topraktan, sevgiden uzak büyüyen çocuklar…
Acıların en büyüğünü o yaşlar da yaşayarak büyümeye çalışan çocuklar…
Yaşamı öğrenmeden başkalarının doğruları için beyinleri kilitlenerek büyüyen çocuklar…
Çocukluğunu yaşayamadan büyüyen çocuklar…
Ne güzel söylemiş Nazım usta…
“Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
dünyayı çocuklara verelim
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler.”
En çok niye üzülüyor ve kahroluyorum dostlarım biliyor musunuz; çocuğu üzerinden çevresine kendisini göstermeye çalışan öyle asalak bir kitle oluştu ki.. Çocuğuna bunu yapan tanımadığına kötülük anlamında neler yababileceğini hayal bile edemem…
Ne olur, çocuklarınıza sevgiyi öğretin ve gösterin…
Sevgi içten bir kucaklama bazen bir gülümseme bazen de yerinde yapılan uyarıdır. Sevgi parayla öğretilmez, emekle, bilinçle öğretilir…
Ve unutmayın çocukları kanun ve haklar korumaz, bilinçli ve sevgi dolu bir toplum korur.
Sevgi ve Saygılarımla…