Doğa yasalarının doğal bir sonucu olan
doğa olaylarının, toplumların yaşamında da
yorumlanışları, karşılıkları, izdüşümleri olur.
Binlerce yıllık uzun deneyimlere dayalı olarak
üretilen bu izdüşümlerin birçoğu isabetlidir.
Bunun her toplumda çok örnekleri de vardır.
Bunlardan birisi de şu “cemre” olayıdır.
“Cemre” sözcük karşılığı olarak
“kor halindeki ateş” demektir.
Takvimlerde, ilkyazdan(bahar) önce,
birer haftalık aralıklarla önce havaya,
sonra suya ve en son olarak da toprağa
düştüğüne inanılan ısıtıcı (ısıl güç) ya da
sıcaklık yükselmesi olayı olarak tanımlanır.
Yani aslında meteorolojik “hayırlı” bir olaydır.
Uzun ve usandırıcı, kasvetli kıştan sonra baharın
müjdecisi olarak bilinen “cemre”lerin ilk olanı,
şubat ayının 19-20’sinde “havaya” düşer.
Havanın o dondurucu gücü nispeten iner.
Doğanın iç döngüsü gereği gerçekleşen
doğadaki bu doğal değişimi insanlık,
uzun süreli deneyimleriyle fark eder.
Buna sembolik olarak ilk “cemre” der.
İkinci cemre 26-27 şubatta suya düşer.
Doğadaki sular artık “buz kesmez.”
Yani topraktaki tohumlanmaya, çimlenmeye,
filizlenmeye ve de yeşillenmeye zarar vermez.
5-6 martta da üçüncü “cemre” toprağa düşer ki,
toprak artık çimlenmeye gebedir.
Çimlenme, yeşillenme, uyanışın müjdecisidir.
Ürün almak için ekip dikmenin zamanı gelmiştir.
Her bir “cemre”nin bu düşüşü ile havadaki sıcaklık,
kademe kademe artsa da “cemre”ler arasında,
yine gidip gelen küçük sıcaklık düşüşleri olur.
Ancak kesin olan bir şey var ki kışın bitişi ve
ilkyazın(baharın) gelişi kaçınılmazdır.
Bunlar elbette ki doğanın “cemre”si.
Toplumların döngüsü de doğadan etkilenir.
Hatta çoğu kez de doğanın tam bir yansıması gibidir.
Örnekse, 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri de sonuçları
açısından sanki ülkemize veya toplumumuza düşen
dördüncü “cemre” gibi olmadı mı?
Çok temel bir gerçektir ve hep söylenmez mi ki;
“İktidar yıpratır; ancak ‘mutlak iktidar’
daha çok yıpratır.” diye…
Ayrıntılara girmeye gerek yok.
Çok söylendi ve çok da yazıldı.
Fakat yirmi yıla yaklaşan bir süredir
hem ülke, hem millet, hem de her kesim
çok yoruldu, çok hırpalandı.
Toplumla birlikte, iktidarın kendisi ve
kendi taraftar kitlesi de öyle.
Yani hepimiz, her birimiz yorulduk.
Oysa toplumlar yorgun yürüyemez.
Konu Türkiye ise bu hiç düşünülemez.
Bu çok sürdü ve de artık, çarık ayağı sıkmakta!
Gerilim, gerilim, gerilim, hiç son bulmamakta.
Memleketin-milletin üstüne kasvet çöktü!
Hem gerçek hem toplumsal enerji tüketildi.
“Toplumsal sinerji” hiç üretilemez oldu.
“Nereye varacak bu işin sonu?” sorusu
ve endişesi, sağlam noktaları da bozdu.
Hani “Kalamış’tan bir tatlı huzur almaya“
şarkısı bile, ağız tadı ile mırıldanılamaz oldu.
Bu kadar yüksek gerilimle yaşamaya yetecek
bir toplumsal enerji türü, dünyada var mıdır?
En büyük varlığımız olan “toplumsal barışımızı”
yine en büyük güvencemiz olarak diri tutmak
zorunda değil midir bu ülke?
Bu güvenceyi ortadan kaldırabilecek, kimin
hangi tercihi, hangi hırsı, hangi tutkusu ve
hangi hesabı haklı ve meşru görülebilir ki?
Mütemadiyen bir itiş kakış ile bir ülke ve
bir toplum nasıl yoluna devam edebilir ki?
Nasıl ki bir canlının kendine yük olması,
kendini taşıma gücünü kaybetmesi
gerçek ve mümkünse; iktidarların da
ülkesine yük olabildiği, gerçektir.
Bizimki buna “en iyi” örnektir.
Ülkede toplumsal kış uzun sürdü.
Geçen yıl bahara ulaşılmışken, iktidar
eliyle yeniden uzaklaştırılmaya çalışıldı.
Ancak ne yapsa, ne etse de başaramadı.
Derken, esrarengiz bir “fayrus” dayandı!
Toplumun yüreğini “can derdi” kapladı.
Can alıcı ve de bulaşıcı salgın halini aldı.
İktidar, hazırlıksız-önlemsiz yakalandı.
Adımlarını bir ileri, iki geri atması da,
baharın gelişini uzattıkça da uzattı.
Kutuplaştırmayı ve de gerilimi
yüksek tutarak muhalefeti ve
bütün başka kesimleri dışladı.
Peki, bu durumdan geriye ne kaldı?
Üç “cemre” kesmedi, az geldiği belli!
Anlaşılan, 31 mart ve 23 haziranda
düştüğü gibi yeni bir “cemre”nin,
“dördüncüsü” kaçınılmaz oldu!
Düşeceği yer de milletin yüreği oldu.
Ne “cemre” ama; doğanın döngüsünü
toplumda da aynen başlattı!
“Dördüncü cemre” yola çıktı.
Bahar uzakta değil, bu kez
çok ama çok yaklaştı.