Türküler bizimdir, hepimizindir, ortak ve anonimdir. Halkın malıdır, yalındır, herkes anlar, dili ağdalı değildir, halk ağzı ile söylenir. Türküler önce yakılır ve söylenir, sonra kitaplara yazılır ve kaydedilir. Beyit ve dörtlüklerden oluşur, nakaratları vardır, ölçülü ve kafiyelidir. Ezgisi, nağmesi, makamı ve usulü vardır. Halk tarafından sevilerek okunur ve söylenir, söyleyen de dinleyen de büyük bir zevk alır.
Söz ve deyimlerin halk ağzı ve yalın bir dil ile hazırlıksız ”doğaçlama” olarak söylendiği derin anlamlar ifade eden edebiyata Halk Edebiyatı denir. Halk edebiyatı ürünleri, Klasik Türk Edebiyatı dışında kalan ürünlerdir. Malum Klasik Türk Edebiyatına ait ürünler Tevhit, Münacat, Naat, Methiye, Mersiye ve Hicviyelerdir.
Klasik Türk Edebiyatı dışında kalan ve malzemesi dile dayanan aşağıdaki ürünler Halk Edebiyatı ürünleridir. Bunlar; Atasözü, Destan, Hikâye, Masal, Karagöz, Ortaoyunu, Fıkra, MANİ, TÜRKÜ, ŞARKI, Ninni ve Ağıt’lardır. Bu ürünlerin her birisinin ayrı bir yeri ve değeri vardır. İşte ben bunlardan bazılarını “Büyük Harflerle” yazdım ve diyorum ki dokunmayın bizim türkülerimize…
Halk ağzıdır dedikten sonra edebiyat yapmaya ve lügat parçalamaya gerek yoktur. Türk’üm diyen ve Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyen herkes türküden anlar, sever ve dinlemekten zevk alır, yeri geldiğinde de söyler ve türküye eşlik eder.
Buram buram Anadolu kokar bizim türkülerimiz. Çoğunlukla düğün, dernek, eğlence ve şenliklerde dile getirilir, bazen de çekilen acı ve çileler hatırlanınca… kırık hava, kayabaşı, bozlak, türkü, mani, uzun hava ve hoyrat olarak dillendirilir ve söylenir. Aslında koşma, semai ve varsağıdır. Onlar bizim koşmalarımızdır; güzelleme, koçaklama, taşlama ve ağıttır, bazen koşuk, bazen de gazeldir.
Türküler eşliğinde oynanır benim halk oyunlarım, onlar benim folklorumdur folklorum. Halay ve horon çekerim, delilo, tamzara, çayda çıra, Atabarı, Kazak – Kafkas oyunu, keklik, teke zortlatması, efeler gibi harmandalı, zeybek ve bengi oynarım, Ankaralı seğmenler gibi oyunlar oynarım.
Saz, cümbüş, kemençe, tulum, davul, zurna, kaval ve klarnet ile sipsi, def ve darbuka eşlik ederse daha bir coşkulu oynarız biz bu saydığım ve sayamadığım güzel oyunları…
Dokunmayın, dokunmayın bizim türkülerimize, neler var neler o türkülerin içinde biliyor musunuz? Sevgilinin gülüşü, yürüyüşü, duruşu, bakışı ve yan bakışı ile efe ve seğmenlerin haykırışı vardır. Sevgilinin yanakları var ya nar gibidir nar, bazen de elma yanaklı olurlar, selvi boylu olurlar, bülbül gibi sesi vardır, sevgili her zaman kıskanılır, aman nazar değmesin dediğimizdir, o türkülerde de böyle söylenir. Onun beli ve bileği incedir, onun tatlı dilleri yılanı deliğinden çıkarır. Al yanaklı, gül dudaklı, karakaşlı, kara gözlü ve ceylan bakışlıdır.
Sevgilinin sesi çok güzeldir ama hadi türkü söyleyiver deyince nedense çok utanır ve sıkılır, bazen de çok naz eder. Eli elime değse de değmese de, yar koynuma girse de girmese de, değil mi ki gönlüme girdi, yeri kalbimin en derin yerindedir. Platonik olsa da aşkım aşkımı türkü ve şarkılarla dile getiririm ve kendimi teselli ederim. Sigaramın dumanıdır o benim, bu yüzden ince hastalıktır benim derdim, lokman hekim de gelse çare bulamaz. Çakır keyif olduğum zamanlarda Yeşilçam filmindeki o yaşlı adamı hatırlarım “içme oğlum içtikçe hatırlar, hatırladıkça içersin” diyordu ben onu dinlemedim.
Onun başında oyalı yazması vardır, ak yaşmaklıdır, melik örgüdür saçları, ayın on dördünde ben örerim onun güzel saçlarını, kimse görmez ay karanlıktır. Sor istersen kendisine sor, kız saçını kim ördü diye, sana söyler, ördüyse yarim ördü ay karanlık kim gördü diye… Türkülerde kaldı benim aklım ve aşkım, türkülerdeki sevgililerde…yar türkü çağırır her yer iniler, yüreğimi titretir, yanık sevda türküsünü çağır ama sonunu tez getirir, yazması oyalı, kundurası boyalıdır, saçları taranır ve örülür, kırkmalarının ucundan birazcık kesilir, zülüf yüze dökülmesin diye, kesilen kırkmalar bir ömür boyu sandıklarda saklanır, ellerine kına yakarlar ve onu gelin ederler, kulağına da bir çift küpe takarlardı…
Parmağında yüzük, kolunda bilezik olurdu, kemeri Kağızman’a ısmarlanırdı, o kemer gümüştendir ama beline dar gelir, süpürgesi yoncadandır, çorap örer, yelek örer, şalvar giyer, gelin olur ata biner, ayağına sedef nalın giyer, duvağı al kırmızıdır al, kız kardeşimin gelinliği şehidimin son örtüsüdür.
Bana kollarım yastık, saçlarım yorgan olsun sana derdi, övünürdü bahriyeli yârim var diye, benim yârim jandarmada çavuştur, zabittir, muallimdir, tabiptir, polistir, ormancıdır, korucudur, şofördür derdi, asker yolu beklerdi, talimi – eğitimi bilirdi, gemilerde talim var bahriyeli yârim var derdi.
Derenin kenarında kalayladım kazanı diyen bir kalaycı, demirciler demir döver tunç olur diyen bir demirci gibi meslek erbaplarına da yer verilirdi, türkülerin içinde işini bilen ustalar vardı. Ak üzüm asmasıyım, Nazilli basmasıyım, ana doktor getirme ben sevda hastasıyım diyen güzellerin giydiği fistan pazendendir. Höllük eler, şalvar giyer, bohçası vardır, bohçasını alır yola çıkar ve yavuklusuna kaçar, karakolda doğru söyler mahkemede şaşar. Dam üstünde un eler, tombul tombul memeler…
Dini bütündür, abdest alır, namaz kılar, türkülerde bile yar yolunu bekler, yarim giymiş beyaz asye cuma namazından gelir diye yol gözler, adımı bilmez olur mu elbette bilir, türkülerdeki adım Gül Ali, Aslan Mustafa, Dokunmayın Hasan’ıma, Halil’im, İbram Çavuş, Halil İbrahim, Hüsmen Aga, Yanık Ömer, Oy Mehmedim Mehmedim, Oy Memik Memik, Hoca Memiş, Aman Eşref, Osman Aga, Vur Beline Ali Dayı, Amca, Emmioğlu, … Enişte’dir.
Onların adı da çoğu zaman; Ayşe, Hatice, Hafize, Halime, Dudu, Emine, Fatma, Fadime, Fahriye, Cemile, Foforlu Cevriye, Ferayi, Kezban Teyze , Küsüm, Mefaret Hanım, Kız Meryem – Meryem, Mahmure, Nazife Hanım, Oy Nurcan’ım, Suzan – Suzi, Zahidem, Zeynebim – Zeynebim, Gelin, Kaynana, Baldız ve Görümce.
Türkü söyleyenler sanki seyyah olup bu âlemi gezmiş gibidir, çok yer ve yurt bilirler. Hey on beşli on beşli (Kozak) Tokat yolları taşlı, on beşliler gidiyor kızların gözü yaşlı… Evreşe yolları dar, bana bakma benim yârim var. Balıkesir yolunda sepeti var kolunda, Bandırmalı güzelim, Bursa’nın ufak tefek taşları, Çanakkale içinde aynalı çarşısı, Denizli’nin Horozları bellidir, Erzurum çarşı pazar, Erkilet güzeli bağlar bozuyor, Sivas ellerinde kıratım kişner…
Emir Dağı’nı, Niğde’yi, Bor’u, Ulukışla, Adana, Ankara’nın bağlarını bilir büklüm büklümdür Ankara’nın yolları. Kütahya’nın pınarları, Silifke’nin yoğurdu, Yürü yavrum yürü Konyalım yürü ve Meram bağları, Edremit’in bağına duman çökmüş dağına, Gesi Bağları, Bodrum Hâkimi – Nasıl kıydın Mefharet Hanım kendi kendini…
Burası da Aspat değil Halilim aman Bitez Yalısı, Çökertme’den çıktım da Halilim, Karahisar kalesi eğilir gelir, Ağrı dağı, Nemrut Dağı, Maden Dağı, Kırklar Dağı, Bitlis’te beş minare, Burası Muş’tur (Huş’ur) yolu yokuştur, Malatya – Malatya, Diyarbakır türküsü – Mardin kapı şen olur, benden selam olsun Bolu Beyi’ne…, Alaçam’ın selvisi…Ordu’nun dereleri aksa yukarı aksa, Çarşamba’yı sel aldı…
Kıbrıs’ı da bilir, Magosa’ya vardım yan basa basa, Trakya’yı da bilir Manastır’ın ortasında var bir havuz, Estergon kalesi bre dilber aman…Alooo.. Yemen’dir gülü çemendir, Tuna nehri akmam diyor, etrafımı yıkmam diyor, ünü büyük Osman Paşa Plevne’den çıkmam diyor…
İzmir, Kordonboyu ve Karşıyaka ile İzmir’in dağlarında açan çiçekler de türkülerimizin konusudur. Hele Bergama’nın Kırmızı buğday türküsünü bir kere dinle bayılırsın… Tuna, Arda, Meriç, Fırat gibi azgın akan nehirlerin her iki yakasında başlayan aşklar ve suya düşen başlar da anlatılır türkülerde…
Bazen sorarlar, kız sen İstanbul’un neresindensin diye, İstanbul’u ezbere bilir Beyoğlu, Üsküdar, Beşiktaş, Kasımpaşa, Yeni Cami, Tophane, Galata, Yedikule, Adalar, Moda, Küçüksu, Emirgan, Çamlıca, Heybeli’yi falan bilir çünkü mehtaba oradan çıkılır, Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun…
Şarkılarında içindedir sevgililer, yaşanmış ve yaşanamamış aşklar vardır. Kavuşan ve kavuşamayan sevgililer vardır şarkıların içinde, bir liseli esmer kızdır, gece – gece kirpikli kadın, köprüden geçti gelin, sarı gelin olur, huysuz ve tatlı kadın, aynalı körük isteyen sevgililer, yaylı araba isteyenler…
Sadece insanlar değil hayvanlarda vardır şarkı ve türkülerimizin içinde, kara koyun, kınalı kuzu, manda, mandanın yavrusu, sinek, at, ceylan, bülbül, karaca, kanarya, kuş, allı turna, güvercin, kumru, keklik, geyik. Kavalını keyifle çalan çobanlar vardır, sürüsünün peşinde kavalını yanık yanık öttürür.
Türküler ibretliktir insana ders verir, yaşamın güzel örneklerini sergiler. İnsanı hayata bağlar, aşkın, sevdanın ve vefanın insana aşılanmasıdır. Mertlik, yiğitlik, efelik, seğmenlik ve kahramanlığın her türlüsü türkü ve şarkılarla dile getirilir. İçinde güç, kuvvet, derman ve takat olduğu gibi çare, ilaç ve yaraya merhem de vardır. Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece iki kapılı bir handa…
Kendisi vefat etse bile namı yürüyen efeler, yiğitler ve aşıklar vardır, Köroğlu, Sepetçioğlu, Kerimoğlu, Yörük Ali Efe, Pala Remzi…ve bunların adı ile oynanan halk oyunlarımız vardır. Öf ülen öf, hadi ülen …, desti, hey hey, hayde, hayde bire, haydi efeler, şakırdatıver, takırdatıver, saydırıver, seki sekiver gibi ses, söz ve haykırışlar vardır, türkü söylenirken, türkü çağırılırken oyunlar oynanır, gençler ve delikanlılar coşar ve galeyana gelir. Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa, Arş arş ileri…
İzmir efelerinin mor cepkeni vardır, efeler hem diz kırar hem fındık, Ankara’lı seğmenlerin seke seke oynaması ve Atatürk’ü karşılamasıdır türkülerimiz. Askerin matrası, kasaturası, palaskası, tüfeği ile potinleri bir de fesi türkülere konu olmuştur. Kışlanın önünde redif sesi var, açın çantasında acep nesi var, bir çift kundura ile bir de fesi var… kışlalar doldu bu gün, doldu boşaldı bu gün… asker yolu beklerim vay benim emeklerim… İstanbul çok güzel ama zabitleri pek yaman,
Sevda yaman kelime, duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini, Ankara kızlarına, dil şad olacak diye… zeytin gözlüm sana meylim, kara gözlüm efkarlanma gül gayri, ibibikler öter ötmez ordayım,
Türküde konu aranmaz, türkü Türk halkının yaşam tarzıdır, hayatın her anını yansıtır. Türkü her zaman ve her yerde söylenir özellikle, arifene ve hank gibi şenliklerle, düğünlerde, güzel Anadolumuz’un değişik yerlerindeki kürsü başları ile sıra gecelerinde, kına gecelerinde gruplar halinde de söylenir.
Orak biçerken, çift sürerken, harmanda düven sürerken, bulgur kaynatırken, bulgur çekerken, koyun – keçi ve davar güderken, yün eğirirken, çulfalıkta bez dokurken, halı dokuyup – gergef işlerken, bağa ve bahçeye gidip gelirken söylenirdi bizim güzel türkülerimiz.
Gözler, bakış ve sevgilinin gözlerinin rengi türkülerin konusudur. Sevemedim kara gözlüm, bak yeşil yeşil, mavi mavi masmavi, ruhuma neşe sunar kahverengi gözlerin, ela ve çakır gözlü, çakmak gözlerinle, gözleri fettan güzel, mahmur gözler uykusuz, gözlerim yaşla doldu, sil gözünün yaşını…bir bakış baktın kalbimi yaktın…, bakış ve bakışın şekli, yere bakan yürek yakan, yan bakan…
Sanatçılarımız vardır, hepsi birbirinden kıymetlidir. Radyo ve TV’lerde sahne ve konserlerde canlı canlı türkü söylerler. Bazen de CD ve kasetlerle seslerini duyururlar. Öyle türkülerimiz vardır ki, bazı sevdiğimiz sanatçıların üzerine oturan ve çok yakışan bir elbise ve bir gelinlik gibi durur ve sanatçı o türkü ile hatırlanır ve anılır.
Birkaç örnek verecek olursak; Bedia Akartürk’ten Elmaların Yongası türküsünü, Ali Çakar’dan Edremitin gelini, Selcan Orhan’dan Kırmızı Buğday türküsünü, Mustafa Kemal Şimşek’ten Dikenli Bahçeye Giremeyenler türküsünü, Sümer Ezgü’den Anadolu’dan Geldik türküsünü…Gaydırı Gubbak Cemilem’i, Fatih Kısaparmak’tan O’adam Benim Babam türküsünü,… veya sevdiğimiz bir sanatçıdan sevdiğimiz bir türküyü dinleyince nasıl mutlu oluyoruz. Ah! Bir Ataş Ver Cigaramı Yakayım türküsünü dinlerken de ulusça hüzünleniyoruz.
Haydi güzelim, haydi naz yapma, utanma, söyleyiver Ormancı’yı, Çökertme’yi, İki Keklik türküsünü, bak seni dinlemeye hasret kalanlar da var, … sesin de çok güzel, aman değmesin sana da nazar.
Türküler bizimdir, hepimizindir, ne olur türkülerimize dokunmayın. Türkü dinlemeye ve söylemeye hasret kaldığımız güzel günlere bir an önce kavuşmak dileklerimle…
6 ŞUBAT 2024
Muharrem KAYNAK