Sevgili Ekrem Akgül bilimi, emeği ve doğayı savunan değerli bir dost. Neredeyse hayatının tamamı mücadele ile geçen Ekrem Bey, şuan İDA Dayanışma Derneği’nde başkanlık görevini layığıyla yerine getiriyor. Birçoğumuz İDA Dayanışma Derneği’ni, Kazdağları’nın sesini bütün dünyaya duyuran Kirazlı direnişinde tanıdı. Elbette, derneğin daha çok kimse tarafından bilinip tanınmasında o büyük mücadelenin rolü var. Ama öncesinde de derneğimiz, Çanakkale başta olmak üzere yurdun hangi köşesinde bir doğa katliamı yaşanıyorsa o bölgeye dayanışma elini uzatmaktaydı.
Hem İDA Dayanışma Derneği, hem de Kirazlı mücadelesini etkin kılan Su Ve Vicdan Nöbeti, Çanakkale’de uzun yıllardır büyük özverilerle devam eden direnişin ve dayanışmanın bir sonucu. Önümüzdeki süreç de herkese örnek olan bu mücadeleye Çanakkale’nin, doğanın ve yaşamın çok daha ihtiyacı olduğunu anlatıyor. Çanakkale ve birçok ilçesi, devam etmekte olan doğa karşıtı projeler ile boğuşuyorken nasıl olmasın ki?
Sadece Çanakkale’yi değil hepimizi etkileyen sorunları ve bizleri gelecekte nelerin beklediğini değerli başkanımız Ekrem Bey ile konuştuk. Çok daha doğrusu Çanakkale’yi, İDA Dayanışma Derneği’mizi, umudumuzu güçlü kılan Kirazlı direnişi gibi birçok konuya dair sorularımı kendisi yanıtladı. Bunun için kendisine, siz sevgili okurlarımın huzurunda sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Derneğimize çalışmalarında başarılar diliyorum. Ve ardından sizleri, Ekrem beyin hepimizi bilinçlendiren, doğadan ve bilimden yana olan açıklamaları ile baş başa bırakıyorum.
Ekrem Akgül, kimdir? Kendinizi okurlarımıza tanıtabilir misiniz?
1952 Biga doğumlu emekli öğretmenim. Çanakkale Öğretmen Okulu ve Eğitim Ön Lisans mezunuyum. Yurdun farklı illerinde ve ağırlıklı olarak Çanakkale’de otuz yıla yakın sınıf öğretmenliği yaptıktan sonra emekli oldum.
18 yaşından itibaren ara dönemler hariç; TÖS ile başlayan, TÖB-DER, EĞİTİM-İŞ, EĞİTİM-SEN ile süren çağdaş, laik, demokratik ve bilimsel eğitimi savunan öğretmen örgütlenmelerinin içinde üye olarak ve yönetim kurumlarında yer aldım. Emeklilikte de çeşitli STK’ların içinde bulundum. Şuan İDA Dayanışma Derneğ’imizin YK Başkanlığı’nı sürdürmekteyim.
İDA Dayanışma Derneği, hangi amaç doğrultusunda ne zaman kuruldu?
İDA Dayanışma Derneği’miz 2015 yılında; yaşadığımız coğrafyada, sürdürülebilir yaşam koşullarının ekonomik sosyal, hukuksal, adaletli ve sağlıklı bir toplumsal düzlemde başta kamusal alanda olmak üzere inşası ve yurttaşlık haklarını merkeze alarak korunması amacıyla kurulmuştur.
Bu amaçla, temel hak ve özgürlükler yanında; sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını, doğa hakkını, çocuk ve kadın haklarını en geniş sınırlarda savunur. Bu bakımdan tüzüğümüz oldukça kapsayıcıdır.
Kurulduğunuz günden bugüne dek hangi faaliyetlerde bulundunuz?
İDA Dayanışma Derneği’miz toplumsal bir ihtiyaçtan doğmuştur. Oluşumunun arka planında; 20 yılı aşkın uzun, yoğun, başarılı bir mücadele geçmişi ve temeli vardır. Özellikle termik santrallere ve maden şirketlerine karşı meşru zeminde, hukuksal ve eylemsel olarak yürütülen etkin mücadelenin geldiği nokta itibarıyla yeni bir tüzel kişiliği zorunlu kıldı. Uzun tartışmaların ve değerlendirmelerin ışığında İDA Dayanışma Derneği’miz kuruldu. Gündemin etkin ve sorumlu dinamizmini üstlenmiş ve halen sürdürmektedir.
Uzun mahkeme süreçleri ve keşifler hukuk mücadelesinin ana eksenini oluşturmaktadır. Halkın Katılımı ve Bilgilendirme Toplantıları, karar vericilerin kamusal çıkarlar ile uyuşmayan karar ve tasarruflarına karşı yürütülen mücadelenin eylemsel boyutu, yerel halkla dayanışmanın gücü oranında kazanımlar ortaya koymaktadır.
Yakın-uzak bölge, yerel halk ve STK’ları ile oluşturduğumuz dayanışmalar, halkla ilişkiler çalışmaları, verdiğimiz-aldığımız onlarca eylemsel desteğin her biri elde edilen kazanımlar bakımından haklı ve meşru zeminde, yasalar ve hukuk içinde sürdürülmektedir.
Çan’da, Karabiga’da, Çırpılar’da, Yenice’de, Aliağa’da, Yırca’da, Akbelen’de yıllara uzanan termik direnişlerimiz. Artvin-Cerattepe’ye eylemli, yine aynı şekilde Sinop Anti NGS Platformu’na da eylemli destek de bulunduk. Diyarbakır’da Hasankeyf, Van’da Van Gölü için ise katılımlı destek sağladık. Hakkâri’de buzul erimesine karşı da katılım desteğimiz oldu.
Ve Soma’da toprak altında kalan 301 madencinin ailelerinin yanında, İDA Dayanışma olarak davanın bütün duruşmalarında gözlemci olarak bulunduk. Burada belirttiklerim, İDA Dayanışmanın dayanışma örnekleridir.
Kirazlı direnişini oluşturan unsunlar nelerdi?
Kirazlı, Kazdağları Karasal Ekosisteminin içinde yer alan Çanakkale Merkez köylerindendir. Kanadalı maden şirketi Alamos Gold; bölgede Kirazlı-Ağı Dağı-Çamyurt projeleri ile çok geniş bir sahada, Atikhisar Barajı’mızın su toplama havzasında altın madeni açık ocak işletmesi için ÇED Süreci’ni başlattı.
2019 yılına kadar uzanan, uzun ve mücadeleli bir süreçti bu. ÇED Olumlu Kararı’na itirazlar, mahkeme süreçleri… En son; Danıştay’ın 2019 Temmuz ayında ZMO ve Çanakkale Belediyesi’nin temyiz başvurusunu reddetmesiyle hukuk yolunu tüketmiş oldu. Ve ‘’Su ve Vicdan Nöbeti’’ eyleminin yolu açılmış oldu.
Çanakkale İskele Meydanı’nda; çevre il ve ilçelerden belediyelerin, bölge milletvekillerinin, STK’ların ve halkın geniş katılımıyla gerçekleşen miting gibi bir basın açıklaması ile Alamos Gold uyarıldı. Çanakkale’nin tek içme-kullanma suyunun kaynağı Atikhisar Barajı’nın havzasında; Kazdağları Karasal Ekosistemi içinde siyanür ile altın ayrıştıran bir maden olamazdı.
Çanakkale’de İDA Dayanışma ve STK’lar, sendikalar, belediye, meslek odaları kurumsal temsiliyetlerle Çanakkale Kent Konseyi’nde toplantılar yaptık. Bunun sonunda, Çevre Meclisi çatısı altında ağırlığı İDA da oluşan bir Koordinasyon Kurulu oluşturduk. Kirazlı’da Balaban Tepesinin altında belirlediğimiz alana, Su ve Vicdan Nöbetinin ilk çadırlarını 26 Temmuz 2019’da kurduk.
Geniş bir sosyal medya ağı ile dayanışma çağrıları yapmaya başladığımızda moral yükselten çok sayıda olumlu tepkiler aldık. Hızlı bir çadır katılımı gelmeye başladı. Süreci yöneten koordinasyon büyük bir sorumluluk ve ciddiyetle sık sık toplanarak karşılaşılan birçok handikabın, birçok sorunun çözümünü olabildiğince hızla, karlılıkla ve özveriyle üretmeye çalıştı. Düzenin yerini, düzensizliğe ve kaosa bırakmadık. Buna izin vermedik. Bunda eylem bilinci, ciddiyeti ve sorumluluğu taşıyan aktivistlerin katkısını teslim etmek gerek.
Koordinasyonun belirlediği eylem planına göre; bu eylem, katılımın zirve yaptığı bir noktada, maden sahasına uzanan bir yürüyüş ve Çanakkale’de yapılacak, çevresel, yüksek katılımlı bir miting ile bitirilecekti. Uzayan, uzadıkça da sönümlenen bir sürece girilmeyecekti.
5 Ağustos 2019’da; binlerce insan dağların, ormanların içinden madene aktı. Sahaya girildiğinde uzaktan görülenden çok daha vahimdi manzara. Koca bir ekosistem yok edilmiş, üzerindeki yeşil örtü biyolojik derisi yüzülmüş bir canlı gibi çırıl çıplak soyulmuş, canlı toprak ana kayaya kadar kazınmış, saha çölden beter bir hale getirilmişti. Artık, mikro organizmaların bile içinde yaşamadığı bir açık hava morgunda hissettiren bu dramatik tablonun, doğa savunucularının haklı mücadelesinin gerekçesini en net biçimde ortaya seren ibretlik görüntüsü olduğuna inanıyorum.
Her gün sayıları katlanarak artan otobüsler dolusu, eyleme destek vermeye gelen günü birlik katılımcıları, sahada proses hakkında bilgilendirdik. Siyanürün hangi aşamada nasıl sürece dahil olduğu, cevherin kırma-eleme işlemi dahil, dore kalıp üretimine kadar, ayrıntılı olarak kendilerine aktardık. İki aylık bir sürede; yaklaşık 150 bin insanın maden sahalarının nasıl bir tahribat yarattığını yaşayarak bilgilenmesini sağladık. Bunun, kendi coğrafyalarını savunmada bilinç olarak önemli geri dönüşleri olacağını düşünüyorum.
Gerek 5 Ağustos 2019’da maden sahasına giren on binler, gerek 18 Ağustos 2019’da Fazıl Say’ın eyleme destek amacıyla Kirazlı’da kuş seslerinin eşlik ettiği açık hava konserini izleyen elli bin insan ile Kirazlı direnişi; kitleselliği ve barışçıl karakteri ile ulusal ve uluslararası dayanışmanın sergilendiği ‘’Kazdağları Eylemi’’ olarak tarihteki saygın yerini almıştır. Ruhsatı yenilenmeyen Alamos Gold maden sahasını terk etmek zorunda kalmıştır
Kirazlı, artık kamuoyunun gözetimi altındadır. Konu, Uluslararası Tahkim Kurulu’nda olsa da, işletmeye açılmamış bir maden sahasının akıbetinin kamuoyu tarafından izleniyor olmasını toplumsal duyarlılık adına olumlu buluyorum. Bizler de, İDA Dayanışma olarak süreci zaten takip ediyoruz.
Kirazlı halen neden rehabilite edilmedi?
Sözleşme gereği; bir maden işletmesi, maden ömrü sona erdiğinde, işleten şirket tarafından sahaya rehabilitasyon uygulanır. Kirazlı’da topografyası bozulmuş 213 hektarlık bir saha ve çevresinde yok edilen doğal ormanlarıyla kendi kaderine bırakılmış durumdadır. Bizler dernek olarak konunun takipçisiyiz.
Araştırmalarımız sonucu edindiğimiz bilgi; OGM tarafından burada bir rehabilitasyon projesi üzerinde çalışıldığı, bitiminde ihale edileceği, bunun milyon dolarlık maliyetli bir proje olduğu, sadece ağaçlandırmadan ibaret bir işlem olmadığı, ancak yüklenicinin ruhsatı uzatılmayan şirket olması ve sahanın Uluslararası Tahkime taşınmış olması nedeniyle rehabilitasyon ihalesinin beklemeye alındığı yönündeydi. Tahkim süresinin de takriben beş yıl kadar süreceği belirtiliyor. (iki yıl geçti) OGM’nin bu yükü bir şekilde üstlenmek istemediğini anlıyoruz.
Bugün de Çanakkale’nin birçok ilçesi çevresel tehdit altında değil mi?
Evet… Maden ocağı, termik santral, jeotermal projeleri, Saros Körfezi’ni kirleten doğalgaz iskelesi ve son zamanda bunlara eklenen eko turizm adı altında rant yatırımları bu güzelim coğrafyayı kuşatmış durumda. Bunlara bir de, Çanakkale-Balıkesir Bütünleşik Kıyı Planı eklendi. Ne yazık, daha düne kadar, yaşanabilirlik kriterleri bakımından öne çıkan bu bakir coğrafya, yoğun rant projelerinin tehdidi altındadır.
25 yıl önce, 320 Mw’lık ilk termik santral projesine (Çan 1) karşı başlattığımız direnişe rağmen, bugün Çanakkale’de beş adet termik santral (4000Mw) havamızı kirletmeye devam ediyor. Çan, nefes alamaz durumda. Gerek baca gazları, gerek Pm2.5 ve Pm10 partiküller rüzgârlarla yüzlerce kilometre savruluyor. Tarım arazileri, meralar kül istilası altında.
Karasal soğutmalı termik santraller, yeraltı ve yüzey sularını bitirdi. Küresel kuraklığın kapıda olduğu bu zamanda debileri giderek düşmekte olan yüzey suları ve zayıf yeraltı hidrojeolojisi ile yöre, ciddi bir kuraklığın pençesindedir.
Bugüne kadar planlanan 20.000 Mw’lara çıkarılmak istenen kapasite artırıcı projeleri kısmen de olsa yıllar içinde mücadele ile iptal ettiremeseydik, şu an çok daha zorda kalacaktı bu değerli coğrafya. Uzun süredir gündemden düşmüş görünen Lapseki-Kirazlıdere Termik Santrali , yedi yıl sonra yeniden gündeme getirilmiş bulunuyor.
Maden sahaları başka bir dert. Çanakkale ve Balıkesir’i de kısmen içine alan Kazdağları, yöresel ekosistemi yüzlerce maden ruhsatı ile parçalanmış durumda. Lapseki-Şahinli’de üretimi süren Tümad altın madeni, kapasite artışı için ÇED Olumlu Kararı aldı. Hemen dernekler, o dalar yurttaşlar olarak İptal davası açtık.
Daha önce ÇED ini iptal ettirdiğimiz Koza, Serçiler’i terk etmeden aynı ruhsat sahası içinde yeni bir ÇED süreci başlattı. Aynı şekilde Çan-Halilağa’da , Cengiz Holding’in iştirakı Truva Bakır yeniden ÇED süreci başlatmış bulunuyor.
Her biriyle, yerellerde STK’lar olarak ayrı ayrı ve dayanışma içinde mücadele ediyoruz Yasal süreçler uzun sürse de bırakmıyor, yeri geldikçe eylemlerle karşı duruyoruz. Herkesin kendi yaşam alanını savunmak zorunda bırakıldığı bir zamanı yaşamaktayız. Dayanışma ve direnişle başaracağız, başka bir yolu yok bunun.
Jeotermal, Ayvacık’ta önemli bir sorun oluşturuyor. Yaklaşık 44 bin hektarlık bir termal sahada; sondajlar ve reenjeksiyon yetersizliğine bağlı işletme problemleri çevresel olumsuzluklara neden oluyor. Gülpınar ve Tuzla’da hukuksal mücadeleye destek oluyor, dayanışma sağlıyoruz. Mücadele oralarda da uzun soluklu.
Kurulmuş tesislerin akışkanı, yüzeye veya derelere deşarjı ve yoğunlaşmayan gazların su buharı ile atmosfere salımı asıl problemi oluşturuyor. Konuyu biraz daha açmak gerekirse; jeotermal kaynakların ülkemizdeki işletilme biçimleri, oldukça problemli. Dünyada yenilenebilir enerji kaynağı olarak kabul ediliyor. Özellikle iklim krizinin tüm etkileriyle ülkemizde de sonuçlarının çarpıcı biçimde hissedildiği zamanları yaşıyorken, bu tür kaynakları doğru kullanmamız gerekir.
Yeryüzüne çekilen akışkanın Tuzla özelinde kuyudibi sıcaklığı 174 derece, kuyu ağzı 144 derece kızgın buhar içeriyor. Enerji üretim prosesinde kapalı devre çevrim içi 27 derecede buharlaşan bütan, pentan, propan gibi gazlar hızlıca türbinden geçirilip üretim gerçekleştirdikten sonra, ısıtıcı akışkan yoğunlaştırılarak reenjeksiyon kuyusundan rezervuar derinliğine basılır Ve süreç böyle işler. Sorun burada başlıyor.
Jeotermal Enerji Santralleri, 7/24 üretim yapan en verimli santrallerdir. Yılda en çok 15 gün bakım için durdurulurlar. Kurulumları pahalıdır. Her bir kuyunun maliyeti derinliğine göre 20-25 milyon doları bulur. Üretim ve reenjeksiyon kuyuları aynı maliyettedir. Rantabl bir santralin en az üç üretim ve en az iki reenjeksiyon kuyusuna ihtiacı vardır. Reenjeksiyon pompaları 7/24 çalışır ve üretilen enerjinin %3 ünü kullanır. Denetimsiz işletmelerde, bu sarfiyattan kaçınma ve rezervuara ulaşmayan yetersiz geri basma kuyuları yüzünden akışkan taşarak yüzeye yayılır ki; topraktaki ürünü, meyve ağaçlarını akışkanın ihtiva ettiği radyoaktif serpintiler kurutur. Ülkemizde maalesef jeotermal santrallerin yarattığı, kısmen değindiğim başlıca çevre sorunudur bu. Çözüm; yaptırımlar içeren denetim. İşletme formatı, düzenleyici yönetmelik.
Bir de yer seçimi ki; jeotermal kaynak neredeyse, yatırım da oradadır yaklaşımının her bölge için geçerli olamayacağını anlamalıyız. Zira, altı üstünden değerli bölgeler vardır. Gülpınar ve Tuzla, Kuzey Ege’de organik zeytin ve zeytinyağı üretiminin coğrafi olarak seçilmiş bölgesidir. Öncelikle; zeytin yasası buralarda jeotermal aramalara, sondajlara dolayısı ile termal yatırımlara izin vermezken, yasa tanımazlığın karşısında durmak yine biz doğa ve yaşam savunucularına düşüyor.
Geleceğe yönelik projeleriniz nedir?
İDA Dayanışma Derneği’miz, bu zamana kadar kendi başına ya da ortaklı olarak finansman destekli bir proje yürütmedi. Bunun belirgin bir nedeni yok aslında. Çevremizde dayanışma içinde olduğumuz derneklerin yürüttükleri, proje sahibince planlanmış eğitim içeren birçok toplantısına gönüllü katılımlarımız oldu, oluyor. Daha çok, karar vericinin tahribat yaratan projelerine karşı; doğa, toplum, insan adına mücadelenin savunuculuk tarafındayız sanırım.
Zira, içinde yaşadığımız, parçası olduğumuz doğa ve tabii insan, öyle kuşatılmış ki; savunamazsak her gün yaşam alanlarımız biraz daha daralıyor. Her gün biraz daha köşeye sıkışıyor insanoğlu. Ama biliyoruz ki, artık var olmak, hayvanlıkta bıraktığımız doğal seleksiyonun organcıl değişimleriyle değil, gelişkin beyinli insanın toplum biçimi değişiklikleriyle mümkün.
Ve doğa üzerinden ele aldığımız hiçbir sorunu, salt çevreci yaklaşımlarla çözemeyiz. Çünkü insan doğaya toplum biçimiyle, üretim biçimiyle, yaşam biçimiyle etki ediyor. Düğümü atıldığı yerden ve ancak toplum yoluyla çözebileceğimizi bilerek, çözüm odaklı değişimleri adım adım toplumun önüne koyarak ilerlemeyi rasyonel buluyoruz.
Küresel boyutta yaşadığımız iklim krizinin, yerelde önümüze koyduğu sorumluluktan kaçamayız. Bu kapsamda, krizin belirgin nedenlerini önümüze koyarak, her biri için hangi çözümleri ürtebileceğimize odaklanıp, yerelden müdahale sorumluluğumuz ve zorunluluğumuz her geçen gün kendini biraz daha duyuruyor.
Biliyoruz ki; sorunlar, onu yaratan nedenleri ortadan kaldırarak çözülür. Bu kapsamda; çözüm odaklı bir yaklaşımla, fosil yakıtlar küresel ısınmanın nedenlerinden biridir. Ve yerine koyacağımız kaynaklar da yenilenebilir enerji kaynaklarıdır.
Çanakkale, sahip olduğu yenilenebilir kaynaklar bakımından taşıdığı potansiyelin değerlendirilmesiyle, %100 yenilenebilir enerji dönüşümünü gerçekleştirebileceğini öngörebilmek zor değil. Adım atmak ve çaba göstermek gerekiyor. Merkezi kararlar aksi yönde gelişse de, yerelden tepkilerin ve taleplerin yükseltilmesi durumun değişmesinde etkili olacaktır. Zira, henüz tarih, doğa, kültür değerlerini yitirmemiş bir kentin artan fosil yatırımlarının çevresel baskısı altında sağlıklı yaşaması ve gelişmesi mümkün değil.
Küresel ısınmanın sebep olduğu iklim krizine çözüm arayışlarıyla her yıl toplanan taraflar toplantıları (COP23 Bonn biz de İDA olarak katılmıştık) henüz yaptırım uygulayan bir çözüme ulaşamadı. Türkiye de halen fosil yakıtlara eğilimli. Ülkemizin dışa bağımlılığı da her yıl artarken, sürdürülemez sona hızla yaklaşıyor. Ve herkes bunu seyrediyorsa, bir duyarsızlık içindeyiz demektir. O yakıcı sonun hepimizi yakacağı belli ise. Bir şey yapmalı gerçekten.
İDA Dayanışma Derneği’miz, çözüm odaklı çalışmalarını sürdürüyor, sürdürecek.
Teşekkürler.
İletişim: Kemalpaşa Mah. Belediye İş Merkezi, No:66 Çanakkale
Telefon: 05055778254
Mail: ekremakgul17@hotmail.com