“Cennetin Kanı” , Yüksel Sarı’nın bu yıl okurları ile buluşan eserinin adı. Yazar, kitabını doğa kıyımına karşı canlarını veren Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çifti başta olmak üzere doğa savaşçılarının onurlu mücadelesine ithaf etmiş… Kendisini, hem bu anlamlı düşüncesinden dolayı hem de doğa anayı konu edinen bir kitabı edebiyatımıza kazandırmış olduğu için kutluyorum.
Bir doğa mücadelesini ve insanın karanlık yönünü can alıcı bir dille okura anlatan kitabın, son okuması Mustafa Selçuk tarafından gerçekleştirildi. Sevgili okurlarım, bir solukta okuyup bitirdiğim kitabın konusu, Mustafa beyi tanımama vesilen olan olayla birebir örtüşüyor.
Mustafa beyin görevli olduğu köye, iki yıl önce bir RES projesi için gitmiştim. Projeye, halkımız başta olmak üzere bütün doğaseverler dur demeseydi; doğa harikası köyümüz de bu toprakların gerçek sahibi köylümüz de olumsuz yönde etkilenecekti. Binlerce yıldır yaşatılan manevi değerler de son bulacaktı. Bu değerlerin başında, kitapta ustalıkla işlenilen Yörüklerin kendilerine özgü yaşamı geliyor. Türkmenlerin kutsalı olan Eybek Dedesi de önemli bir unsurdu.
Kitabın kahramanları Erdal ve Sevim çifti, Antalya’nın Finike ilçesine bağlı bir köyde yaşıyor. Kahramanlarımız mermer ocağı projesini engellemeseydi, Aladağ’ın zirvesinde bulunan Eroğlu Nuri Türbesi yok olup gidecekti. Yüksel bey, eserinde bu hassas konuyla birlikte diğer manevi değerlerimizin de tehdit altında olduğunu vurgulamış.
Yazarımızın ele aldığı, dikkat çekici bir diğer olay da şu; mermer ocağı şirketi köylüyü yanına çekebilmek için Elmalı Yörük Şenlikleri’ne sponsor oluşu. Bu durumu fark eden Erdal Bey ve eşi, şenlik alanını anında terk ediyor. Böyle bir durumda, bizler ne yapıyoruz? Özel şirketlerin yapmış olduğu yardımlara inanıyor muyuz? Bu projelerin, geçim kaynağı elinden alınarak işsiz bırakılan köylüye yeni bir iş kapısı olduğunu mu sanıyoruz? Yoksa kahramanlarımız gibi hiç tereddüt etmeden tepkimizi gösteriyor muyuz?
Kitabı okurken, başta Kazdağları olmak üzere diğer yörelerde tanık olduğum doğa mücadeleleri gözümün önünden geçti. Doğa ve yaşam karşıtı projeler yüzünden maruz kalınan sorunları düşündüm. Finike’nin köy yollarından geçen damperli kamyonların yarattığı tahribat, uygunsuz yapılan susuz kesim, mermer ocağının tozundan etkilenen ağaçlar, hayvanlar, akciğer hastalıklarına yakalanan insanlar, rant uğruna bu da yapılır mı dedirten her şey…
Bütün bu olumsuzlukları, mevcut iktidarın Anadolu’yu tamamen yok etme politikasından beslenen vahşi madencilik ve diğer projeler yüzünden yaşamayan bir bölgemiz kalmadı. Doğa talanına karşı amansız mücadeleyi yürüten cesur yürekler de bu toprakların sahipsiz olmadığını defalarca gösterdi. Tıpkı kitaba hayat veren Erdal Bey, eşi ve diğer savaşçı kahramanlar gibi.
Erdal Bey ve eşi Sevim Hanım, bir ağacı canı pahasına koruyan bir köylü kadınını ekranda görür. Onun bu direnişinden etkilenirler. Hiç vakit kaybetmeden İstanbul’u geride bırakırlar. Finike’nin dağlık bir köyüne yerleşirler. Kurdukları doğal yaşamın mutluluğu içindeyken, kendilerini mücadelenin tam da ortasında bulurlar. Böylece Finike Çevre Platformu kurulur. Büyük bir dayanışma ve hukuk savaşı sayesinde Finike tehlikeyi atlatır. Kazanılan zafer, büyük bir coşkuyla kutlanır.
Bu başarıyı kabul edemeyen olan rant odakları, insanın şeytani yönünden yararlanarak kahramanlarımız Erdal ve Sevim çiftinin katilleri olur. Sanırlar ki, bu üzücü ölümler doğa mücadelesini verenleri yıldıracak. Onlar, Anadolu insanının ülkesi ve toprağı uğruna canını feda etmekten çekinmeyeceğini unutmak da istiyor. Bu uğurda hayatını kaybeden doğa savaşçıları da ölümsüzlükleri ile onlara bu gerçeği hatırlamaya devam ediyor.