featured
  1. Haberler
  2. YAZARLAR
  3. DİZELERE SIĞAMAYAN ŞAİR: ARZU K. AYÇİÇEK

DİZELERE SIĞAMAYAN ŞAİR: ARZU K. AYÇİÇEK

Sevgili Arzu K. Ayçiçek’i 2019 yılında Edremit Belediyesi’nin düzenlediği  3. Kitap Fuarı’nda tanıdım. Kendisi, kitaplarını imzalayıp okurlarıyla sohbet ederken bir taraftan da benimle ilgileniyordu. Ben de hem kendime böylesine önemli bir değeri neden daha önceden tanımadım diye kızmıştım. Hem de kendimi affettirmek adına saygıdeğer büyüğüm ile geçirdiğim her anın hakkını vermeye çalışıyordum.

Bir süre sonra, sanki ülkemizin yetiştirmiş olduğu değerli şair Arzu K. Ayçiçek ile çok önceden beri tanıyormuşuz gibi hissettim. Çok daha doğrusu kendisi samimiyeti ve mütevazılığı gibi kısacası biz genç yazarlara örnek olan bütün davranışlarıyla bu yakınlığı oluşturdu.

Kitap fuarının ardından yaptığım ilk iş, Arzu K. Ayçiçek’in adıma imzalamış olduğu “Siz, Ne Dersiniz” adlı kitabını okumak oldu. Şairimizin bu eseri edebiyatımızın birbirinden değerli isimleriyle gerçekleştirdiği söyleşilerden oluşuyor. Kitabı okuduktan sonra sevgili Arzu hanıma bir kez daha hayran kaldım.  En güzeli de artık kendisiyle iletişim halindeydik.

Ve son olarak kendisiyle geçtiğimiz yaz düzenlen 5. Edremit Kitap Fuarı’nda buluştuk. Bir kez daha fark ettim ki pek kıymetli şairimiz; Anadolu’nun sesi, cefakâr bir kadının yoldaşı, gençlere uzanan umut eli, büyüklerini unutmadan onların izinde yürüyen ve cesur yürekli bir kadın.

Sevgili okurlarım, şair Arzu K. Ayçiçek’in başarılarla dolu ve bir o kadar da alçak gönüllü dünyasına konuk olunca bu görüşmelerime sizler de katılacaksınız. Ve sizler de nice ödüllerin taçlandırdığı üretkenliğe ve bütün evlatlarını bağrına basan bir ana gibi gerçek olan bu yüreğe hayran kalacaksınız. Bunu biliyor ve buna inanıyorum.

Sizleri, değerli edebiyatçımız ile baş başa bırakmadan önce kendisine gerçekleştirdiğimiz bu keyifli röportajımız için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. İşte şimdi, sevgili Arzu K. Ayçiçek ile tanışma zamanı…

Arzu K. Ayçiçek kimdir? Kendinizi okurlarımıza tanıtabilir misiniz?

Sevgili Çiğdem, bu yanıtım tekrar gibi olacak. Ama bunu değiştiremeyiz. Ben, yağmurun, karın bol olduğu, haritalarda bile yeri olmayan, Sivas’ın Divriği ilçesine bağlı İkizbaşak Köyü’nde doğmuşum. Yedi kardeşin üçüncüsüyüm. İlkokula ikinci sınıftan başlayıp beş sınıf bir arada olan köyümün okulunda okudum. Daha sonra babamın işi nedeniyle Divriği’ye göç ettik. İlk, Orta ve Kız Sanat Okulu’nu orada tamamladım. Daha sonra yine babamın işi nedeniyle 1971’de Ankara’ya göç ettik.

Aynı yıl İstanbul hukukta öğretim görevlisi olan ağabeyimle birlikte kalmak için İstanbul’a gittim. Orada kaldığım sürede birçok sanatçı tanıdım. Ve birçok şeyler öğrendim. Nazım Hikmet’in şiiriyle o yıllarda tanıştım. O yıllarda yasaklı olduğu için gizli okurduk. O sırada Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı tanıdım. Kitabevine gittiğimde bana imzalı verdiği küçük cep kitabı denilen şiir kitabını hâlâ saklarım. Adı, “Kazmalama”. O şiir beynimde kazılı durur.

 “Ali Veli Ahmet Mehmet/ Artık anan ağlamasın/ Biraz da Sen ağla gayri/ Bastılar ya bam teline/ Al kazmayı vur beline” diye başlıyor.

Ailem Ankara’da olduğu için, üç yıl iki şehir arasında gidip geldim.  Son durak Ankara oldu. Enver Gökçe’nin de dediği gibi, bundan böyle gurbet yurdumuz oldu.

Edebiyat dünyasına ilk nasıl adım attınız? Süregelen yazın yolculuğunuzu kısaca anlatabilir misiniz?

Kasabada çok güzel bir çocukluk yaşantımız vardı. O yıllar ilk ve ortaokul, bir de Kız Sanat Okulu dışında başka okul olmadığı için öğrenciler başka illerde yatılı okula giderlerdi. (Daha sonra lise ve iki yıllık üniversite açıldı.) Ağabeyim ve iki kız kardeşim de bunlardan biriydi. Ağabeyim üniversitede okurken yaz tatillerinde kendi okuduğu kitapları, yerli ve yabancı yazarların kitaplarını bir bavul dolusu getirirdi. Bizler de babam da dâhil sırayla okurduk. Dünya klasiklerini o yıllarda okumuştum. Onları şimdi zaman zaman tekrar okuyorum. Ve her okuduğumda yeni bir şeyler öğreniyorum.

Bizim çocukluğumuzda radyodan ve teypten başka iletişim aracı yoktu. Bir de evimizde manyetolu telefon vardı. O da her evde bulunmazdı. Şimdi genç şairler daha şanslı. Her şey ellerinin altında.

Bazen de o günleri arıyorum. Çünkü her şey bu denli kirlenmemişti. Yalandan dolandan uzak, daha saf, daha temizdi her şey. Teknoloji iyi ama doğru kullanılırsa güzel bir şey. Dünya elinin altında.

O yıllarda bizim dünyamızda teknoloji bu denli gelişmemişti. Bizler belki de bu yüzden kitap okumaya yönelirdik. İyi ki de öyleymiş. Hepsinden ayrı ayrı beslendiğimi fark ettim. Edebiyat dallarının içinde en çok şiire ilgim vardı. Çok zor olduğunun bilincindeydim. Sanırım ben de zoru seçtim.

Ankara’da semtimizde daktilo kursu açılmıştı. O yıllarda daktilo bilmek önemliydi. Ve ben de daktilo kursuna katıldım. Altı ay sonra birincilik sertifikamı aldım. Daktilo, babamın bana aldığı ilk büyük hediyeydi. Evde durmadan düz yazılar yazmaya başlamıştım. Sonraları bu bana yetmedi sanırım. Kendi kendime şiirler uydurup yazıyordum. Herkesten sır gibi sakladığım bu şiirleri bir gün babam okumuştu. Bu şiirler slogan doluydu. Bunlardan birini Yeni Ortam Gazetesi’ne (1974), Değerli gazeteci Mustafa Ekmekçi’ye gönderdim. Ve iki gün sonra kendi köşesinde yayımlamıştı. Böylece ilk şiirim yayımlanmış oldu. O günden sonra yazmaya karar verdim.

Ankara’da ilk edindiğim şiir kitabı Enver Gökçe’nin Dost Dost İlle De Kavga Ve Panzerler Üstümüze, daha sonraları da Hasan Hüseyin Korkmazgil’in Kavel, Acıyı Bal Eyledik, Ahmet Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim gibi değerli şairlerin şiirleriyle tanıştım.

Onları okuduktan sonra yazdıklarımın şiir olmadığını, yalnızca bir iç dökümü olduğunu fark ettim. Ve şiir yazmayı uzun süre bıraktım. Bu arada sürekli yerli yabancı şairleri okuyor, notlar alıyordum. Derken edebiyat dergilerine rastladım. İlk edindiğim dergi Varlık Dergisi’ydi. Sonra Ankara’da Özgen Seçkin’in çıkardığı Damar Dergisi, ardından birçok edebiyat dergilerinde şiirlerim yer aldı. Böylece gerçek anlamda 1980’lerde edebiyat serüvenim de başlamış oldu.

İlk eseriniz hangisi? Onu elinize ilk aldığınızda neler hissettiniz? Aynı heyecanı diğer kitaplarınız için de yaşadınız mı? Okurlarınızın karşısına çıkmak nasıl bir duyguydu?

İlk kitabım Şehrinizde Kalamam. Ekonomik koşulların ve olanaksızlıkların getirdiği bir geç kalmışlık yapıtıdır demiştim. Ama iyi ki de geç kalmış diyorum. Çünkü bir kitabım olsun da nasıl olursa olsun yerine, olgunlaşmış bir eserin daha doğru olacağını düşünüyorum. Çünkü ilk yapıt çok önemlidir. Şehrinizde Kalamam, yayımlandığında o yıl çok ses getirmişti. Üzerine çok yazılar yazıldı. Değerli yazar ve şairlerden olumlu eleştiriler aldım. Bu da beni gönendirdi. Ve şiir yazmamı daha da hızlandırdı.

Bu arada İstanbul’dan yayımlanan Mavi Dergi, ilk yapıtlar ödülünü vermişti. Bu da benim için çok büyük önem taşıyordu. Kitabım çıktığında eve getirdikten sonra elime alıp defalarca baktım yüzüne. Hayal gibi geliyordu. Çok farklı duygular yaşıyor insan.

Her yeni kitap çıkacağı zaman tabi ki heyecanlandırıyor beni. Her yazan için geçerli bu durum. Bu arada okurun beğenisini merak ediyorsunuz.  Ama ilk yapıtta başka duygular yaşıyorsunuz. Aradan biraz geçince, bundan sonra neler yapacağınızı, bu kitabı aşmanızı ve kendinizi büyük bir sorumluluğun altındaymış gibi hissediyorsunuz. Kendi adıma böyleydi.  Doğrusu da budur diye düşünüyorum. Kimse size yazmak zorundasınız demiyor ama bu işi yapıyorsanız doğru yapmak durumundasınız. Önce kendi emeğinize saygılı olmak zorundasınız diye düşünüyorum.

Yayımlamış olduğunuz diğer eserleriniz hangileridir? Kitaplarınız dışında edebiyat dergilerinde de yer alıyor musunuz? Bugüne kadar hangi ödüllere layık görüldünüz?

Sıralamaya koyacak olursam ilk eserim Şehrinizde Kalamam. Ve diğer eserlerim Herkesin Bir Uzağı Var, Bir Göçün Haritası, Menekşeli Avlular, Rüzgârı Öpen Çocuklar, Ateşin Türküsü, Gözleri Yağmur Yurdum, ve diğer kitabımla aynı adı taşıyan toplu şiirlerim olan Bir Göçün Haritası.

Diğer kitaplarım, (Anı roman) Dağın Ardı, Siz Ne Dersiniz, (yazar ve şairlerle söyleşi), Gölgeme Işık Tutanlar (şiirim hakkında yazılanlar),  Güneşi Öpmek İçin ( Bir ortak şiir kitabı)

Bugüne kadar yurtiçi ve yurtdışında birçok edebiyat dergilerinde ve birçok antolojide yer aldım. Yurtiçini saymıyorum çünkü çok yer tutar. Eserlerim; yurt dışında Almanya’da Şiir-lik ve Melez Dergisi, Azerbaycan’da Bayatı, Kıbrıs’ta Kıbrıs Gazetesi, Yunanistan, Gümülcüne ve Üsküp’te yayımlandı. Ayrıca bir şiirim, İran Tebriz’de Farsça’ya çevrildi.

Ödüllerin bendeki önemi; çok değerli üstatların jüri üyesi olmaları ve onların, şiirimi ödüle değer görmeleriydi.

1996   İlk yapıtlar Şiir Ödülü.

1996   Beşparmak,  Salih Bilgin Şiir Ödülü.

1997   Dünya Kitap Şiir Ödülü (GLUBUS)

1997   Halkevleri Şiir Ödülü  (Bir Göçün Haritası)

1998   Ege Kadın Dayanışma Şiir Ödülü.

1998   Sabri Altınel, BAL-SAN (Balıkesir Sanat)  Şiir Ödülü.

2000   Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) Şiir Ödülü.

2007   M. Sunullah Arısoy  Şiir Ödülü (KEGEV)

2008   Yılmaz Güney Emek Ödülü.

2008   Bülent Ecevit Şiir ödülü.

2011   Behzat Ay Şiir Ödülü.

2013    Yunus Nadi Şiir Ödülü.

Türk ve dünya edebiyatından kendinize örnek aldığınız isimler kimler? Başucu kitabı olarak zaman zaman okuma ihtiyacı duyduğunuz bir yapıt var mı?

Ben isim vermeyi doğru bulmuyorum. Birini söylesem diğerine haksızlık yapacağımı düşünüyorum. Başta Nazım Hikmet olmak üzere, her zaman gerek kişiliğiyle, gerekse toplumcu duruşuyla sanatından ödün vermeyen, çağına tanıklık eden, eğilip bükülmeyen, onca dağılmanın, kirlenmenin ortasında ayakta kalmanın savaşını veren usta şair ve yazarları örnek almayı ilke edinip, onları hep ilgiyle izlemişimdir.

Türk ve dünya edebiyatını, olanaklar el verdiği sürece izlemeye çalışıyorum. Şiir evrenseldir Şiirde sınır yoktur. O nedenle Tük şiiriyle Batı şiiri arasında yakın bir ilişki olduğunu düşünürüm. Gerek dergilerde, gerekse Türkiye’de basılan kitaplarda dünya şiirlerinden Türkçe ’ye çevrilmiş birçok örnekler vardır. Kitaplığımda bulunanları zaman zaman tekrar okuma gibi bir alışkanlığım var.

Antolojileri izlemeye çalışırım. Her okuduğumda onlardan farklı şeyler öğreniyorum. Birini ötekinden ayırmak istemiyorum. Çünkü herkesin kendine göre bir ses rengi, bir çizgisi var. Hepsinden ayrı bir tat alıyorum. Bu nedenle ayrıca başucu kitabım şu demek istemiyorum. Birini söylesem ötekine haksızlık olacağını düşünüyorum.

Dünya edebiyatında, özellikle Yunan ve Rus edebiyatını seviyorum. Şu anda aklıma ilk gelenlerden, Ritsos, Pasternak ve Neruda gibi şairlerin şiirlerini bize çok benzetirim. Kadın erkek ayrımını sevmem. Ama Füruğ Ferruhzad’ın güçlü direnişçi yanını çok severim. Türk şiirinde Gülten Akın ve birçok kadın şairlerimizde olduğu gibi.

Günümüz Türk edebiyatını nasıl yorumlamaktasınız? Genç yazar ve şairler ile bir araya geliyor musunuz? Onlara ne gibi önerilerde bulunursunuz?

Usta kalemleri saymazsam, gerek roman,  dalında, gerek öykü dalında gerekse şiir dalında okunası ürünler çıkaranlar var. Ama bunun yanında vasat ürünler de görmekteyiz. Günümüz şiiri dediğimiz modern şiir, geleneksel şiirden farklıdır. Kolayca anlaşılmayan, okurun anlamak için çaba göstermesi ve kendini biraz yorması gereken bir şiirdir. Bu şiirin okurdan uzaklaştığı söylenir. Çünkü okur, kolay anlaşılan şiire alışmış, kendini yormak istemez. Bu durumda kimi şair, söylemek istediğini imge yığınına dayandırarak hayatla bağını koparırken okurla da koparmış oluyor. Oysa şiir, şairin yüreğinin bir parçası olmalı. Yüreğinin, bedeninin kanıyla yazmalı şiirini. Görerek, duyarak kurulmalıdır şiirin yapısı. Şiir bir şey olma değil, bir şey yaratma sanatıdır bence. İyi şiiri zaman ve okur belirler. Yani kalıcı olan şiir bir gün yerini bulacaktır elbette.

Genç yazar ve şairlerle etkinliklerde buluşup edebiyat sohbetleri yapar, zaman zaman tartışır konuşurduk. Ancak salgın hastalıklar herkesi birbirinden uzaklaştırmıştı. Son yıllarda sık olmasa da bir araya geldiklerini duyuyorum. Ama ben katılamıyorum. Yalnızca yazlıkta bulunduğum zamanlarda kitap fuarlarına katılabiliyorum. Okurlarımla orada buluşmaya çalışıyorum.

Benim söyleyeceğim; şiirde ve diğer dallarda yazmaya yeni başlamış olanlara, yerli yabancı ayırmadan edebiyatı iyi izlemelerini ve kendilerinden önceki usta kalemleri bol bol okumalarını öneririm.

Okumanın ve yazmanın sınırı yoktur. Yazmanın yolu birikimden geçer. Birikim çok önemlidir. Bu işe (karalamaları saymazsam) 1974’te başlamış biri olarak kendimi hâlâ çırak olarak görürüm. Çünkü öğreneceğim daha çok şey olduğunu düşünürüm.

Birçok kültürel etkinliklerde ve kitap fuarlarında yer alan bir isim olarak, bugün yapılan organizasyonları nasıl bulmaktasınız? Bu mecralarda yazar ve eserleri gerçekten de okur ile buluşuyor mu? Ticari kaygılar edebiyat alanında da hissediliyor mu?

Sevgili Çiğdem, senin de söylediğin gibi birçok etkinliğe ve kitap fuarlarına katıldım. Her katıldığımda heyecan duyardım. Ve o gün eve geldiğimde o heyecanla bir şeyler yazmaya çalışırdım. Çünkü oralardan mutlaka bir şeyler öğrenirdim. Kendi adıma, o heyecanı eskisi kadar hissedemiyorum.

Fuarlarda, panellerde bile çok fazla edebiyat konuşulmuyor; daha çok siyasetçiler davet edilip siyaset konuşuluyor. Yayınevleri bile sürekli siyasetçilerin kitaplarını basıp bolca reklamını yapıyor. Yani her şey ticarete yönelmiş durumda.

Diğer yazar ve şairler ürünlerini kitaplaştırmakta güçlük çekiyor. Ve kendi olanaklarıyla çıkarmak zorunda kalıyorlar. Şair büyük zorluklarla kitabını bastırıyor. Kitap basıldıktan sonra yayınevleri yeteri kadar tanıtımını ve dağıtımını yapmıyor. Bu durumda okurla buluşması da zorlaşıyor. Ancak, teknoloji sayesinde kimi okurlar oradan ulaşabiliyorlar. Yazan biri olarak fuarlar için birazcık eleştiri hakkım olduğunu düşünüyorum.

Sizi toplumcu bir kalem olarak görebilir miyiz? İçinde bulunduğumuz dönemde yaşanılanların ne kadarı edebiyata yansıtılıyor? Toplum ve edebiyat konuları hakkında genel olarak neler söylemek istersiniz?

Evet, benim şiirim toplumcu gerçekçi bir şiir. Toplumun çilesini, sevincini dile getiren, öz suyunu toprağımızın derinlerinden alan halk şiirinden de ince duygular alıp dizeleri arasında besleyen bir şiir olduğuna inanıyorum.  Belki de buna etken, yaşadığım kültür oldu.

Ben, Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ın, Nesimi’nin deyişleriyle, halk türküleriyle büyüdüm. Ve şiirleriyle ilk tanıştığım şairler toplumcu şair oldukları için bunun da etkisi olmuştur haliyle.

Şiir dili dünyanın zihinsel imgesidir. İnsan da düşünen bir varlık olduğuna göre, nasıl düşünüyorsa öyle yazar. Ben de düşünüyorum. Çünkü söyleyecek sözüm var. Kendimi böyle var kıldığımı, hayata yazarak baktığımı ve yazmaktan başka bir şeyim olmadığını, yazarken de kendimi tanıdığımı, rahatladığımı düşünüyorum.

Şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Bazen bana, “Şiirlerinde neden hüzün var” diye soruyorlar. Hüzün de bir duruş değil midir?

Keşke ülkemde her şey güzel olsa da ben de neşeli şiirler yazsam. Ben yazamıyorum. Yazanları da takdir ediyorum. Ben gülemiyorum. Çünkü çevremdekiler, sokağımdakiler gülemiyor. Edip Cansever’in dediği gibi: Bir halk gülüyorsa gülmektir.

Bir gün benim sokağımda çocuklar ve kadınlar ne zaman gülerse; işte o zaman ülkemin bayramıdır diye düşünüyorum.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir eseriniz var mı? Önümüzdeki süreçte herhangi yer alacağınız herhangi bir etkinlik var mı?

Üzerinde çalıştığım bir şiir dosyam var. Ama dinlendirmeye bıraktım. Daha önceden yazılmış bir deneme, bir öykü dosyam ve çok önceleri başladığım yarım kalmış bir de romanım var. Onların da üzerinde biraz durmam gerekiyor. Zaman geçtikçe tamam bu oldu diyemiyorum. Daha seçici olmaya çalışıyorum. Zaten son yıllarda fazla şiirde üretemiyorum. Daha çok kitap okumaya verdim kendimi. Doğrusu her hangi bir etkinliğe de katılmak içimden gelmiyor.

Son olarak, okurlarımıza iletmek istediğiniz bir şey var mı?

Okurlara söylemek istediğim: yazarların, şairlerin emeklerini önemseyip bol bol kitap okumalarını isterim. Çünkü içinde her türlü çiçeklerin açtığı bir bahçedir kitaplar.

Bu söyleşimiz için teşekkür ediyorum.

Arzu K. Ayçiçek, Kimdir?

Öz yaşamı

Arzu K. Ayçiçek, Sivas /Divriği’de doğdu. Kız Sanat Okulundaki öğreniminin ardından, 1971’de babasının işi nedeniyle Ankara’ya göç etti. Yazınsal çalışmalara o yıllarda başladı. Toplumsal yaşamımızda önemli yer tutan Sivas toprağının sanatsal ve kültürel donanımı, ilk yazdıklarını etkiledi. Bu etkilerin izlerini taşıyan ilk şiiri, 1974 yılında Yeni Ortam Gazetesi’nde yayımlandı. Edebiyat-Sanat-Kültür dergilerinin pek çoğunda şiir ve yazıları yayımlandı ve zamanla kitaplara dönüştü.

2013 Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü alan sahibi Arzu K. Ayçiçek; Ankara’da yayımlanan Damar Dergisi ile Aydın Söke’de yayımlanan Akköy Dergisi, özel sayı olarak birer sayılarını Arzu K. Ayçiçek’e ayırdılar.
Arzu K. Ayçiçek, yaşamını Ankara’da sürdürüyor.

Röportaj: Çiğdem ÇİMEN

0
sevdim_bunu
Sevdim Bunu
0
_ok_sevdim_bunu
Çok Sevdim Bunu
0
g_ld_rd_
Güldürdü
0
karars_z_m
Kararsızım
0
bu_ne_bi_im_bi_ey
Bu Ne Biçim Bişey
0
k_zd_rd_n_z_beni
Kızdırdınız Beni
DİZELERE SIĞAMAYAN ŞAİR: ARZU K. AYÇİÇEK
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Balikesir24saat ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!