Bir ülkenin “aynasıdır” dışişleri.
Dışarıdan nasıl görürseniz, içerisi hakkında fikriniz olur.
İçeriyi yansıtır dışişleri.
Vitrindir.
O nedenle bugüne dek hep liyakatın asıl olduğu, partililiğin pek bulaşmadığı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni temsilin ve niteliğin ön planda olduğu “örnek” bir yapılanma olarak görülmüştür.
Çok değerli diplomatlar, büyükelçiler sayesinde ve onlara şemsiye olan Türk Dışişleri himayesinde ülkemizin saygınlığı, inandırıcılığı muhafaza edilmiştir.
Ama kamuoyunun gündemine gelen bazı son isimlere bakıyorsunuz…
Türk Dışişleri’nin vitrininin de çatladığını görüyoruz.
Öyle isimler Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen başka ülkelere atanıyorlar ki toplum vicdanı yaralanıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’ni temsile ne kadar uygun oldukları ve dışişleri birikimlerini mercek altına alıyorsunuz…
Yabancı dil bilmeyen bile atanıp onun yanına tercüman dahi verildiğini okuyorsunuz gazetelerden.
Her devlet için Dışişleri Bakanlıkları en önemli bakanlıkların başında gelir.
Sonuçta dünya ile gözünüz kulağınız o bakanlıktır.
Ve o bakanlık nezninde de büyükelçilikler ve konsolosluklar devletin yüzünü yansıtan küçük devletçiklerdir bir bakıma.
Örneğin Ankara’da bulunan konsoloslukların önünden geçerken gördüğünüz bayraklardan anlarsınız ki aslında orası ABD’dir, İngiltere’dir, Almanya’dır.
Türkiye için de aynısı geçerli değil mi?..
Dünyanın tüm ülkelerinde olmasa da büyük çoğunluğunda konsolosluklarımız, büyükelçiliklerimiz, temsilciliklerimiz var.
Elbette oraya atanan isimler, o devlet tarafından da mercek altına alınıyor.
Türkiye’ye atanan ABD büyükelçilerinin isimleri üzerinde niye çok tartışıyoruz, niye adamların GBT’sine bakar şekilde didik didik inceliyor; bazılarını seviyor bazılarından nefret ediyoruz?
Önemlidir çünkü.
Devletin yansımasıdır.
Koca Dışişleri teşkilatı dururken, birikimli-deneyimli-bilgili nice dışişleri bürokratı mevcutken hangi üstünlükleri nazara alınarak dışarıdan atama yapılması tercih ediliyor?
Bu aynı zamanda teşkilat içinde soğukluk yaratmaz, gerçek meslek mensuplarını yaralamaz ve meslek aşkını kırmaz mı?
Yapılan atamalar ne kadar liyakat esaslı ise, atadığınız kişi ne kadar donanım ve birikimli ise o devletin sizi o kadar dikkate alacağı kuşkusuz değil mi?..
Ki bu aynı zamanda hayatın olağan gerçeği ve akışa uygun bir sonuç değil mi, hangi kuruma özgülerseniz özgüleyin, ister herhangi bir kamu kurumuna ister herhangi bir belediyeye.
Görev verdiğiniz kişilerin bilgi düzeyi o işe uygun değilse; tecrübesi yoksa, hatır gönül, torpille bir yerlere geliniyorsa sonuçta eldeki malzemenin ne olduğunu herkes görmüyor mu eninde sonunda?
O kumaştan iyi bir elbise çıkmasını beklemek mümkün olabilir mi?..
Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu, atamalarla ilgili gelen yoğun eleştiri ve tepkiler sonrası şöyle demişti geçtiğimiz günlerde:
“Eleştirilerin aksine, dışarıdan atanan kişilerin son derece başarılı olduğunu, dışarıdan atama yaparken atama yapacağımız ülkeye en uygun ismi seçiyoruz. Öyle kafamıza göre ismi seçmiyoruz.”
Bu sözlerin kamuoyunda ne kadar inandırıcılık bulduğu şüpheli.
Bu arada hatırlayalım lütfen, büyükelçi atamaları, diğer diplomat atamalarına benzemez. Büyükelçi atamadan önce atanacak kişinin ismi ilgili devlete bildirilir ve izin istenir, ilgili devlet onay verirse atama gerçekleşir ki bu işleme agreman denir.
Umut edelim ki Türk Dışişleri’nin yaptığı/yapacağı atamalar bundan sonra izin vermeme, agreman alamama çıtasına takılmaz.
Bu, bir ülke için “olmaması gereken” bir eksidir çünkü.