Kent sorunlarının çoğu, yerleşim alanları planlanırken arazilerin doğal özelliklerinin ve ekolojik dengelerin göz ardı edilmesinden kaynaklanmaktadır. Örneğin, dere kenarlarına veya taşkın bölgelerine yapılan yerleşimler, sık sık sel ve su baskınlarına maruz kalmaktadır. Verimli tarım arazilerinin yapılaşmaya açılması gıda üretimi için gerekli tarım alanlarını azaltmaktadır.
Kent içi aktif yeşil alanların yetersizliği, şehir içinde sıcaklıkların artmasına ve buna bağlı olarak hem can kayıplarına hem de enerji maliyetlerinin artmasına yol açmaktadır. Beton yapıların yoğunluğu ve yanlış konumlandırılmaları, hava akımını engelleyerek kentsel ısı adalarının oluşmasına neden olmaktadır. Sulak alanların, orman varlıklarının tahrip olmasıyla yerel iklim dengesinin bozulmasına ve biyolojik çeşitlilik kaybına neden olmaktadır.
Bu sorunların çözümü için arazi kullanımında arazinin; jeolojik yapısı, gıda, su ve diğer ekosistem hizmetleri üretimindeki işlevleri gibi özelliklerinin dikkate alınması gerekmektedir. Tarım alanlarının, ormanların, meraların, su havzalarının korunması, doğa olaylarının afete dönüşmesinin engellenmesi ve olası etkilerinin en aza indirilmesi için kritik rol oynar. Bir kentin planlanmasında ve yönetiminde doğal varlıkların, habitatların korunması, ekosistem bütününde koruma-kullanma dengesinin gözetilmesi, afet risklerinin azaltılması için doğa tabanlı çözümlerin uygulanması gerekmektedir.
Kentler, nüfus yoğunluğu ve sanayi faaliyetleri nedeniyle iklim değişikliğinin nedenleri ve sonuçları bakımından önemli bir role sahiptir. Ülkemizde il ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranının 2022 yılı itibariyle %93,4 (tüik) oranında olması, bu alanların iklim değişikliğine karşı özellikle kırılgan hale getirmektedir. Kentlerdeki plansız yoğun yapılaşma nedeniyle beton ve asfalt yüzeylerin genişlemesi, bunun karşılığında yeşil alanların azalması kentsel ısı adalarının oluşumunu meydana getirmekte ve sera gazı emisyonunu artırmaktadır. Bu durum, özellikle yoğun nüfuslu kent merkezlerinde sıcaklık farklılıklarını artırarak, enerji tüketimini yükseltmekte ve hava kalitesini düşürmektedir. Sonuç olarak kent sakinlerinin yaşam kalitesi olumsuz yönde etkilenmektedir.
Kentlerin iklim değişikliğine katkısı ve etkilenebilirliği göz önünde bulundurulduğunda, azaltım ve uyum faaliyetlerinde etkili stratejilerin uygulanması hayati önem taşır. Kent çeperlerindeki tarım arazilerinin, kent içi ormanların ve biyolojik çeşitliliğin korunması bu bağlamda en stratejik gerekliliktir. Enerji verimliliğini artırmak; yenilenebilir, temiz enerji kaynakları kullanmak ve sürdürülebilir ulaşım alternatiflerini desteklemek iklim kriziyle mücadelede öncelikli adımlardır. Ayrıca, yeşil alanların genişletilmesi ve planlama süreçlerinde ekosistemi gözeten bir anlayışla hareket edilmesi, hem iklim değişikliği etkilerini hafifletmek hem de kent sakinlerinin yaşam kalitesini artırmak için kritik öneme sahiptir. Bu süreçte düşük gelirli ve kaynaklara eşit erişimi olmayan kırılgan toplulukların korunması ve güçlendirilmesi gerekmektedir. Öncelik verilmesi gereken bu politika ve uygulamalarla sosyal adalet ve eşitlik de sağlanacaktır.
Yaşanabilir kentler için temiz gıda, su , hava ve alınacak kararlara aktif katılım kentli hakkıdır.
Kentler, sürdürülebilirlik, demokrasi, eşitlik ve sosyal adalet ilkeleri çerçevesinde hakkaniyete uygun şekilde planlanmalıdır. Kentsel mekanlar, hizmetler, imkanlar ayrıcalıklı gruplar için değil tüm kentlilerin kullanımına uygun olarak tasarlanmalıdır. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkesiyle özgürce yaşama, karar mekanizmalarına katılım haklarının koruma altına alındığı yerleşim birimlerinde yerinden, yerel ve özerk yönetimler, ihtiyaçların ve önceliklerin belirlenmesinde kolaylık sağlarken hizmetlerin de daha hızlı gerçekleştirilmesini sağlar. (TEMA Vakfı Yerel Yönetimler için Ekosiyaset Belgesi 2024)
Yerel yönetici adaylarımızdan kentli hakkını düşünen proje ve uygulamalar bekliyoruz.
Metin KUTER