Ne sayısını ne isimlerini takip edip bilmemize imkân olan o kadar çok üniversitemiz oldu ki; kuşkusuz bu kadar üniversite içinde nice değerli akademisyen de vardır ama adı intihal iddialarına karışmış, Atatürk düşmanı 39 yaşındaki bir profesörü bir üniversiteye rektör atamak…
Gerek profesör olmak gerek rektör olmak böylesine kolaylaştırılabilir mi?..
***
Devletten her tür ihaleyi alıp işlettiği otoyollarla döviz üzerinden kazanç sağlayan bazı şirketlerin vergi borçlarının silinmesi, vergi borcunu ödeyebilmek için kredi çekecek kadar vicdanlı vatandaşların da bulunduğu gerçeği karşısında hak mıdır?..
***
Bir ton para harcayıp süper terminal binaları yapıp cafcaflı törenlerle havalimanları açmak…
Ama bu havalimanlarının bazılarına yıllardır bir uçağın inip kalkmaması…
Bunu bir kenara koyun, uçuş olmayan bu terminallerde onlarca personel çalıştırmak…
Yetmezmiş gibi sayılarını artırmak…
Yetmezmiş gibi terminal binası dahi olmayan açılmamış havalimanına müdür atamak.
***
Başkent’in “başkent” olma özelliklerini budayarak İstanbul’a finans merkezi oluşturup BDDK ve Merkez Bankası gibi kurumların bazı birimlerini İstanbul’a taşımak…
Sonra bu birimlerde çalışanların “yandım Allah” feryatlarıyla kendilerine ek zam verilmesini teklif etmek…
Kamuoyu tepkisi ile sonradan bu ek zamdan teklif etmek…
***
Kapalıçarşı ve Tahtakale’nin fiili finans merkezi olması karşısında suni finans merkezinin atıl kalması..
***
Yıllardır ve yıllardır ve yıllardır ülkenin yüzde 90’ının hiç kuşku yok şikayet ettiği kalıcı yaz saati uygulamasını inatla sürdürmek…
Ne faydası olduğu izah ve ispat edilmeden çocukları, eğitimcileri, aileleri, çalışanları gece karanlığında mahkum etmek…
Ticari hayatı da Avrupa saat farkının açılmasıyla belli bir ölçüde felç etmek…
***
Ülkedeki çiftçiye ve tarıma el uzatmak yerine…
Sudan’ın ortasında bir milyon dönüm arazi kiralayıp orada domates, biber yetiştireceğim ve bunu Türkiye’ye getireceğim diyerek ve üzerine bunun bir de büyük bir proje olduğunu söyleyebilmek…
Bunun için şirket kurmak, yönetim kurulundan tut, müşavirine kadar bir ton insana bir ton para ödemek…
Sonra…
Büyük projeyi(!) şakkadak sonlandırmak ve şirketi kapatmak…
***
Her açıklamada hayatın gerçekleriyle uymayan istatistiki veriler açıklayan TÜİK’e göre bile eğitim harcamalarına devletin ayırdığı payın yıldan yıla düşmesi; OECD ülkeleri içinde ortaöğretim harcamalarında 40 ülke arasında Türkiye’nin 38. olması…
***
PISA sonuçlarında Türkiye’nin dünya ortalaması altında kalmasına rağmen eğitime bakacağımıza ve sorunlarına odaklanacağımıza ÇEDES gibi projelerle eğitim sistemine fayda getirmeyecek sevdalara düşmemiz…
***
Devlet aklını yitirdiğimizin bu yazı ölçeğine alabildiğimiz birkaç örneği sadece.
Devlet aklı partiler üstüdür ve parti aklıyla devlet aklını karıştırdığımız zaman yalpalamamamız mümkün değildir.
Biz parti aklını devlet aklının önüne koyuyoruz nicedir.
2008’e kadar yüzümüzü batıya dönüp takdir edilen bir ülke konumundayken sonraları o aklı kaybettiğimiz için pek çok alanda ilerleyemiyoruz işte.
Devlet yönetiminde o kadar çok bile bile lades yapıyoruz, o kadar çok aynı hataları tekrarlıyoruz ki doğanın verdiği dersleri alsak en azından bundan sonra dere yataklarına bina yapmaz, denize dolgu yapıp yollarımızın deniz tarafından her yıl yutulmasına sebep olmayız.
Devlet, partiler üstüdür.
Bir ortak, evrensel, bilimsel doğrular vardır.
Bir de her partinin kendi bakışı…
Eğitim gibi, bilim gibi, ekonomi gibi alanlarda eğer liyakati ve gerçeği es geçip tribüne oynarsak bugün ne yaptığımızın da ayırdında olamayabiliriz.
Maalesef bugün olan bu.
O yüzden devlet aklı, devlet sağduyusu, devlet olgunluğu hayatın her alanına yeniden gelmeli.
SOS veriyor nice veri, nice olup biten.
Acilen. Yeniden. Devlet aklı.