Yoksulluk ülkenin birinci sorunu…
İşsizlik artarak devam ettiği sürece de bu sorun bitmeyecek…
Mevzu derin; sosyoekonomik yapının düzeltilmesine kadar gidiyor…
Az sayıda tarafsız medya her gün insanların yoksulluğundan, açlığından, yürek burkan trajik yaşamlarından kesitler sunuyor…
Büyük kentlerin eteklerinde derme çatma barakalarda yaşama tutunmaya çalışan ailelerin vicdanı olanın vicdanını sızlatan görüntüleriyle…
Türküde söylendiği gibi; “Dert bir değil elvan elvan.”
Hangisinden başlasam diğeri ondan acil…
Evlerin direği, kıt imkânlarla herkesi beslemeye çalışan cefakâr kadınlarımız…
Sütü kesilen, yeterince beslenemeyen anneler mama biberonunu santim santim hesaplayarak bebeğini doyurmaya çalışıyor. Biliyor ki bir öğün biraz fazla kaçırırsa sonraki öğünde bebeye verecek maması yok…
Yok çünkü günlük buluyor. Çocuk bezi de öyle. Paketle alamadığı için taneyle yetirmeye çalışıyor…
KOAH hastası baba oksijen makinesine bağımlı yaşadığı için elektriğin kesilmemesi şart…Kesilirse gitti baba. E, ne de olsa; “Evin direği ya!”
Okula giden çocuk okulunu bırakıp mendil, su satarak eve ekmek getirmezse akşama ekmek yok… Artık evin direği önce anne sonra çocuklar…
Kış geliyor odun kömür yok çoluk çocuk tek göz evde az ilerdeki apartmanlardan kullanmaktan sıkıldıkları için atılan sapasağlam battaniyelere sarılıp birbirlerinin nefesleriyle ısınmaya çalışıyorlar…
Aç insanın nefesi ne kadar sıcak olursa…
En zoru gecenin ayazında zar zor ısıttığı yataktan çıkıp çişini yapmak için dışarı çıkmak…
Şükrediyorlar…
Yoksulluklarına! Kaderlerine!
Bir türlü öğrenemediler; “Yoksulluğun kader olmadığını.”
Babalarından miras olarak sadece yoksulluk kalacağını göre göre…
Bundandır bir torba kömürün, bir koli erzak’ın cankurtaran simidi gibi gelişi…
Vakit ayırabilirseniz http://(derinyoksullukagi.org adresine bir bakın…
Kimileri için yaşam ne kadar zor, ne kadar acı, zalim…
Behiç İstanbulluoğlu’nun tüm yazılarını okumak için tıklayın