Ucundan kıyısından yakalamıştım 68 devrimci kuşağını. Köy Enstitüsü bir babanın evladı olarak yetişmiştim. İlköğretmen okulu mezunuydum. Kapatılan Köy Enstitüsü ruhu henüz okulumuzdan tam anlamıyla silinmemişti. Bizleri yetiştiren öğretmenlerimiz Köy Enstitüsü mezunuydu. Atatürkçü öğretmenlerimizin bin bir emeğiyle yetiştik. Okuyorduk. Yazıyorduk. Çalışıyorduk. Yatılı öğrenci olarak , tükettiğimiz ürünlerimizi kendimiz yetiştiriyorduk. Tarım dersi bizim için çok önemliydi. Emeğin en yüce değer olduğunu yaparak yaşayarak , tarlada Çomaklı Çiftliğinde alın teri dökerek anlıyorduk. Köylere öğretmen olarak dağıldığımızda hepimiz birer ziraatçı gibiydik.
Hiç bir şey dikemezsek , okulumuzun bahçesine ağaç dikiyorduk. Köylü ile iç içe yaşıyor, onlarla aynı kaderi paylaşıyorduk. Kuru bir öğretmenlikten çok öteydi bizlerin o öğretmenliği.
Sağlık bilgisi dersinde ilk yardım , ateşli çocuk hastalıkları konusunda iyi bir eğitim almıştık.
Kısır da olsa , çaresiz kalan köylümüzün derdine derman olmak için orada vardık.
Köyde sağlık memuru ve ebe varsa , köylü çok şanslıydı.
Köylünün aydınlanmasında , iş birliğimiz örnek oluyordu.
Yatılı okumuştuk. Devletimize karşı sorumlu olduğumuz mecburi hizmetimizin en az 7 yılını ” köy öğretmeni ” olarak yapacağız diye senedimiz vardı.
Tam bağımsız Türkiye için var olan gücümüzle çalışacaktık.
Aldığımız eğitimin gereği. Bunu başarmak zorundaydık.
Yirmili yaşlarımızı sürerken her atandığımız köy bizim de köyümüz oldu. 70 kuşağı olarak köylerimizdeki yoksul ve onurlu Anadolu çocuklarını geleceğe hazırlamaktan başkaca derdimiz yoktu. Sağ ve sığ politik çekişmelerin ortasına geldiğimizde otuzlu yaşlarımızdaydık. Çelişkiler yumağının içinde , bir çözüm aramanın derdine düştük.
Atatürkçü öğretmenler olarak , en iyiyi başarmak için yetişmiştik.
Siirt’e atandığımda 25 yaşındaydım yıl 1976. Siirt Alparslan İlkokulu öğretmeni olarak , okulumu görünce şaşırıp kaldım.
Muhteşem bir okul binası ve kaloriferli. Henüz üç yıl olmuş yapılalı.İhata duvarı o kadar güzel yapılmıştı ki , hayran kalmıştım.
İş derslikleri olan modern bir yapı Siirt Alparslan İlkokulu..
İş dersliklerinin kapısını ilk açtıran ben olmuştum. Okul müdürümüz henüz hazır değil dediği işliği öğrencilerimle düzenleyip , burada hep birlikte el becerilerini geliştirdiğimiz etkinlikleri rahatça yapmaya başladık.
Fen ve tabiat bilgisi dolabını açtık. İskeletleri kurduk. Masaların üzerinde vücudumuzu tanıdığımız organlarımızı birleştirip insan anatomisini tanımaya çalıştık. Öğrencilerime sorduğumda midemizin yerini , böbreğimizin yerini gösterir olduklarında müfettişi bile şaşırtmışlardı.
Dünya , Türkiye fiziki ve siyasi haritaları ile aydınlanmışlardı. Haritalıkta onlarca pırıl pırıl Türkiye haritaları vardı.
Dağlarımızı , meralarımızı, ovalarımızı , akarsularımızı,nehirlerimizi, göllerimizi ,denizlerimizi bir bir gösteren o muhteşem resimler ve haritalar.
Bölgelere göre yetiştirdiğimiz ürünleri gösteren haritalar.
Pamuk , fındık , incir , üzüm ,çay , buğday , diğer tahıllar , tütün..
Atatürk döneminde yapılan Şeker Fabrikalarımız. Onlara pancar yetiştiren illerimizin haritaları göz kamaştırıyordu.
Dokuma fabrikalarımız.
Nazilli Dokuma Fabrikasının her birimini anlatan kocaman haritalı resimler.
Çimento fabrikalarımız. Kağıt fabrikalarımız. Demiryollarımız. Hava Limanlarımız.
Memleketim olan Balıkesir Çimento fabrikası ve Susurluk Şeker fabrikasını bana güzellik olsun diye hep birden bağırarak söylerlerdi.
– Örtmenim… burası sizin memleketiniz. Balıkesirr..
Siirt’i dilsiz harita üzerinde bulduklarında zil çalınca alkış kopuyordu.
Anıtkabir resimleri ve Atatürk resimleri ile anlatılan Kurtuluş Savaşı haritalarını dersliğin tüm duvarlarına asmıştık.
Dilsiz haritada ,başkentimiz Ankara en kolay buldukları ilimiz olmuştu. Fırsat eğitimini yakalayıp onlara Ankara Marşını öğretmiştim.
Şimdilerde öğrencilerine bu marşı öğreten öğretmenimiz var mı ki ?
Ayrıca , ders programlarında da var mı bilemiyorum !.
Ben buraya sözlerini yazayım , belki bizim kuşağın öğretmenleri torunlarına öğretmek isteyen olur. Ben sadece anımsatmak için yazdım. Bizim kuşağımız ilkokul sıralarında iken bunu öğrenip ,söylemiştik.
ANKARA MARŞI
Ankara, Ankara güzel Ankara,
Seni görmek ister her bahtı kara.
Senden yardım umar her düşen dara
Yetersin onlara güzel Ankara.
Burcuna göz diken dik başlar insin,
Türk gücü orada her zoru yensin,
Yoktan var edilmiş ilk şehir sensin,
Var olsun toprağın, taşın Ankara.
Aka GÜNDÜZ
Beste : Halil Bediî YÖNETKEN
Öğretmenliğimi seviyordum. Öğrencilerim de beni. İlkokul öğretmenliğinin keyfini doya doya yaşıyor, öğrencilerimle teneffüste sek sek bile oynuyordum.
İyi ki ilkokul öğretmeni olmuştum.
Hem de ilköğretmen okulu mezunu olarak.
Çocuklarım okumayı öğrenip , gözlerinin içi gülünce , ben onlardan daha çok seviniyor, coşuyor, sınıfımı önüme katıp mandolinimle zeybekler çalıp oynuyordum.
Öğretmendim. Öğretmen..
***
Öğretmen Mukaddes Gezmiş.
Yüreği kanayarak ölen , ilköğretim müfettişi Cemil Gezmiş’in eşi.
Eğitimci bir aile.
Yetiştirdikleri çocukları eğitimci bir anne – babanın eseri.
Yurtsever, bilgili , özverili, dürüst , çalışkan ve cesur.
Deniz Gezmiş’in annesi , Mukaddes Gezmiş öğrencisine seslenir ;
“Hepiniz Deniz olacaksınız.”
Hepimiz Deniz olamadık, geldik bu günlere!.
Mukaddes Öğretmenim , bizi affetme. Tam bağımsız Türkiye için elimizden gelenin ne olduğunu bile düşünemedik !.
Çok mu korktuk ?
Bu anlamda hiç bir sorumluluk almadık, olan biteni gazetelerden okuyor, radyo ve kısıtlı televizyon yayınlardan sadece izliyorduk.
Darağacına gidenlerin yüreği bizlerde yok muydu ?
Tam bağımsız Türkiye konusunda , canlarını ortaya döküp uyaran , Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in ölümüne devrimci eylemini algılayamadık mı ne ?
Ama;
Kahrolduk , üzüldük. Gözyaşı döktük.
6 Mayıslarda düğün dernek yapmadık.
Onların anne babalarına , kardeşlerine ulaşmak için mektuplar yazdık.
Mezarlarına gidip onları, en devrimci yüreklerin yattığı toprağına dokunduk.
Kırmızı karanfilleri yorgan misali üzerlerine serdik..
Deniz’in mezarının başında bir sigara yakıp , mermer taşının kenarına bıraktık.. Vasiyetidir diye duyunca.
Bu arada ;
Türk geleneğinin bahar müjdecisi Hıdrellez’imizin şafağını bize zehir eden hainliği göremedik!.
Bir yanımız bahar coşkusuyla donanırken , bir yanımız kan ağladı.
Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in infazları neden daha sonra ya da önce gerçekleştirilmedi ?
Neden ?
Türk ulusunun , Anadolu’nun geleneksel Hıdrellez ateşini , Anadolu analarının , kızlarının , erkeklerinin bağrını acı ile yakıp bıraktılar!.
Neden ?
Amerikan emperyalizminin böğrümüze böğrümüze batırdığı kanlı ellerinin acısını birbirimize bile söylemeye çekindik.
***
Onlar hakkında yazılan onlarca kitabı okuduk.
Aramızda, onların bu büyük devrimci ,tam bağımsızlık yürüyüşünün özüne dokunamadık.
Oturup sayfalarca yazdık , çizdik. Ölüme meydan okuyan yüreklerinin cesaretini unuttuk!.
Bize söylediklerini roman gibi okuduk. Ne yapmamız gerektiği konusunda , kendimize bir ödev verip çalışmadık. Şimdi sadece arkalarından onları anıyoruz. Hala daha ne söyledikleri konusunda somut bir şeyler yapmadan yaşıyoruz!. Genç yaşında darağacında ölümsüzleşen yaşamların bize bıraktığı direnişin tarihini bildik. Neler yaşandığını okuyup öğrendik öğrenmesine de , elimiz böğrümüzde öylesine 48 yılı devirdik.
Derya deniz yüreklerdi.
Bizler denizlerin kumuyuz.
Minicik bir tanecik , bir tanecik kum tanesiyiz.
***
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının, 30 Ekim 1968’de Samsun’dan başlayan, 10 Kasım’da Ankara’da Anıtkabir’de sonlanan “Mustafa Kemal Yürüyüşü”nde Türk halkına yapılan çağrısının gereğini kaç kişi yapabildik ?Tam bağımsızlık ilkesiyle aklımıza sorup 52 yıl önce gerçekleşen bu Atatürkçü yürüyüşün özünde nasıl seslenmişlerdi. Bir kez daha okunsun !.
Atatürk’üm , yarım asır önce senin tam bağımsızlık ilkelerine sahip çıkan devrimcilerin bir çoğu şimdi aramızda değiller. Umarım hepsi senin yanındadırlar. Çünkü onlar senin tam bağımsız Türkiye’n için çok ağır bedeller ödediler.Yüreğimden geçen , seninle olmalarıdır.
***
HEPİMİZE SESLENDİLER!.
“Büyük Türk Milleti!
Atatürk için toplanalım!
Mustafa Kemal’in milli kurtuluş idealini yaşatmak için, Mustafa Kemal Devrimine saldıran karanlık güçlere dur demek için, milletçe yabancı uşaklığına düşmekten kurtulmak için, Tam Bağımsız, Gerçekten Demokratik Türkiye için, Gazi Mustafa Kemal’in milli kurtuluşçu saflarında toplanalım!
Yaşasın Türkiye!
Yaşasın yarının bağımsız Türkiyesi için mücadele!”
***
Denizlerin tam bağımsız Türkiye özleminin neresindeyiz ? Tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk için Samsun’dan başlattıkları gençlik yürüyüşünde her türlü provokasyona rağmen 10 Kasım 1968 yılında Anıtkabir’e geldiler. 13.30 da Atamızın huzurunda bulundular.
Anıtkabir defterine şu sözleri yazarak bu yürüyüşü ölümsüzleştirdiler.
” Büyük önder , Amerikan emperyalizmine karşı ikinci Kurtuluş Savaşımız’da izindeyiz. Milli Kurtuluş Savaşımız yok edilemez. Onu yok etmek için bütün Türk Milletini yok etmek gerekir.
Tam bağımsız Türkiye için ,Mustafa Kemal Yürüyüşçüleri.”
***
Deniz Gezmiş ;
” Biz Şahsi Hiçbir Çıkar Gözetmeden, Halkımızın Bağımsızlığı ve Mutluluğu İçin Savaştık !
(Son mahkeme savunmasında) Yaptıklarımızın haklı olduğuna inanıyorum.
Halen de bu inancı taşıyorum. Türkiye’nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum.
Deniz GEZMİŞ
***
Sıkıyönetim mahkemesi kararını verir. Türkiye Büyük Millet Meclisi onaylar.
İdamlarına..
***
Üç arkadaş bir araya geldiklerinde tek kelime konuşmadan birbirlerine sırayla sarılıp öpüşürler.
Son kez görüşmenin sessizce , vedasıdır bu.
5 Mayıs 1972 gecesi.
Sabaha karşı, gün ışımadan..
Ankara Merkez Cezaevi saatler gece yarısı.
Baş gardiyan odasında Deniz ve savcı Sami Uğur var.
– Bir çay mümkün mü ?
Elleri arkadan bağlı , gardiyanın yardımıyla içer çayını. Ayakları prangalıdır.
Son bir bardak çayını elleri arkada içirirler.
Sonra , darağacına önce Deniz’i gönderirler.
Saat 01.20’dir !..
***
Aynı darağacına Yusuf Aslan getirilir.
“-Ben halkımızın bağımsızlığı için bir defa ve şerefle ölüyorum. Fakat bizi asan sizler, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz.Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerikanın hizmetindesiniz Yaşasın Devrimciler! Kahrolsun Faşizm” Son sözleridir Yusuf Aslan’ın
Saat 02.20
Sıra Hüseyin İnan’a geldiğinde savcı sorar.
“-Hüseyin yaptıklarından nadim misin?
“-Sadece bir şeye nadimim!.
O da dört Amerikalıyı öldürmemiş olmamızdır onları öldürseydik belki de başımıza bunlar gelmezdi.
Darağacında celladı sandalyesini çekemeden
“-Ben hiçbir şahsi çıkar gözetmeden halkın mutluluğu için savaştım.Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım,bundan sonra da bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum…Yaşasın işçiler ve köylüler!
Kahrolsun Faşizm!.”
Saat 03.00 tür
***
48 koca yıl geçti aradan.
Her Hıdrellez günü yüreğimizde kanadılar , yandık.
Doğan çocuklarımıza Deniz , Yusuf , Hüseyin , İnan , isimleri koyduk.
Son mektubunda Deniz Gezmiş babasına kitaplarını küçük kardeşine bıraktığını yazdı.
“Kendisine özellikle tembih et Kardeşimin bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak da ,bir yerde insanlığa hizmettir”
Ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ;
” Benim söylediklerim bilimle çeliştiğinde siz bilimi seçin.”
Bilime olan inanç. Bilimin insanlığı aydınlatan o muhteşem gerçek ışığı..
25 yaşında bir devrimci yiğit bilim diyordu kardeşi için.
Ey Türk Gençliği diyen Atatürk’üm de bilimi seçin diyordu.
Tüm bu yaşadıklarımızdan ders çıkaracak olan gençler, bir minicik virüs ile boğuşuyor insanlık.
Dünyamızı saran pandemi ile sarsılıyoruz. İnsanlığa hizmet için bilim adamları COVID- 19 virüsü için aşı çalışmalarını aralıksız sürdürüyorlar.
İki ayı aşkın bir süredir dünyayı saran salgının henüz aşısı bulunamadı.
Bilim adamları birbirleriyle yarışıyorlar. Bir tek aşı için. Umutla bekliyoruz. Yüzümüzde maskeler , karantinadayız.
Bilimden , bilim adamlarından asla umut kesmiyoruz. Umutla bekliyoruz.
Emperyal uşakları sadece sizi astılar !
GÜLÜŞÜNÜZÜ asamadılar.
Üç fidandınız..
Şimdi milyonlarca ağacın ORMANI oldunuz..
Hıdrellezimize” YAS “bulaştıran hain faşistler,
Yataklarını paralayarak öldüler.
Anadoluyuz biz.
Acıyı bal eyleriz.
DENİZ GEZMİŞ.
«Baba,
Mektup elinize geçmiş olduğu zaman, aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin, dersem, yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat, bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum.
İnsanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler. Önemli olan, çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum… Ve kaldı ki, benden evvel giden arkadaşlarım, hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de, tereddüde düşmeyeceğimden şüphen olmasın.
Oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir. O, bu yola bilerek girdi ve sonunun da bu olduğunu biliyordu. Seninle düşüncelerimiz ayrı ama, beni anlayacağını tahmin ediyorum… Sadece senin değil, Türkiye’de yaşayan Kürt ve Türk halklarının da anlayacağına inanıyorum.
Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca, Savcı’ya da bildireceğim. Ankara’da 1969’da ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için, cenazemi İstanbul’a götürmeğe kalkma. Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı, küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun, bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da, bir yerde insanlığa hizmettir.
Son anda, yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir. Seni, Annemi ve Ağabeyimi ve Kardeşimi, devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarım.»
Oğlun
Deniz Gezmiş.»
***
Taylan Özgür’ün yanına gömdürmediler Deniz’i.
Vasiyetini yerine getirmediler!.
Vicdanlarında bir sızı var olaydı , böyle bir ölümden sonra , insan olmayı becerebilir, Taylan Özgür ile yan yana uyusun diye Deniz.. Sonsuza kadar insan olmak için bir çaba gösterebilirlerdi. Kimler mi ? Üç fidanın idam kararını verenler !..
Korkaklar !.
Üç genci yan yana gömmeye bile korkanlar! .
Tarih sizi hak ettiğiniz ve olduğunuz yere kaydetti!.
YUSUF ASLAN.
Son mektup..
«Sevgili Babacığım,
3/5/1972 ANKARA
Bu mektubu aldığın zaman, ben ebediyyen bu dünyadan göç etmiş olacağım. Ne kadar sarsılacağını tahmin ediyorum. Bir buçuk seneden beri, benim yüzümden nasıl üzüntü içinde olduğunuz malûm.. Bu son olayı da, metanetle karşılamanızı, sadece dileyebiliyorum.
Babacığım, bu olayda da, Annemin ve Yücel’in, senin tesellilerine ve desteklerine ihtiyaçları çok. Bunun için, ne kadar metin olursan, hem senin sağlığın için, hem de onlar için o kadar iyi olur. Elbette ki, yıllarca emek verip yetiştirdiğin bir oğulun, bir günde öldürülmesi, kolay göğüslenecek bir olay değildir. Fakat, siz, benim ne için, kimlere karşı mücadele verdiğimi biliyorsunuz. Ben, bu açıdan rahat ve vicdan huzuru içinde gidiyorum. Sizlerin de, bu bakımdan rahat ve huzur içinde olduğunuzu ve olacağınızı biliyorum.
Babacığım, Annemin ve Yücel’in senin desteğine muhtaç olduğunu, yukarıda söylemiştim. Onları rahat ettirmek için, bütün gücünü kullanacağından zaten eminim. Babacığım, burada şunu ilâve edeyim ki, Yücel’in hastalığından kendimi sorumlu hissediyorum. Yücel için her şeyinizi ortaya koyacağınız konusunda da, kuşkum yok.
Ablamlar için söyleyeceğim: Fazla üzülmesinler. Olayın sarsıntıları geçtikten sonra, normal hayatlarını devam ettirsinler.
Mehtap’a ne diyeyim? Benim için her zaman, bol bol öpün.
Babacığım, cezaevinde kalan arkadaşları ara sıra yoklarsan, hallerini hatırlarını sorarsan, çok memnun olurum. Her birisi oğlun sayılır. Dışarıda, bizler için uğraşan dostlarımı ve dostlarını hiçbir zaman unutmayacağını biliyorum.
Mektubum burada biterken, Sizi, Annemi, Yücel’i, Ablamı, Aziz Ağabeyi, Mehtap’ı hasretle kucaklarım, Babacığım..
Sağlıkla kalın…
Hoşça kalın…
Yusuf Aslan
Not: Akrabalara da bir mektup yazdım. Fakat belki, vermeyebilirler…»
HÜSEYİN İNAN.
«Babama, Anneme, Kardeşlerime ve Yakın Akrabalarıma,
Söyleyecek fazla söz bulamıyorum. Bir insanın, sonunda karşılaşacağı tabii sonuç, bildiğiniz sebeplerden dolayı, erken karşıma çıktı…
Üzüntü ve acınızı tahmin ediyorum. İleride, durumumu daha iyi anlayacağınız inancındayım.
Metin olunuz. Üzüntü ve acılarınızı unutmaya çalışınız.
Bütün varlığımla hepinize kucak dolusu selâmlar, sevgiler.
Yapılacak çok şey var. Fakat, hem mümkün değil, hem de sırası değil.
Candan selâmlar…
Hüseyin İnan»
****
Üç fidan ektim yüreğime..
Ormana dönüştü..
HÜSEYİN İNAN.. Işıklarda uyu..
RESİMLER için sözlerim..
( Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan..anısına.. 15 Nisan 2016 Ankara Karşıyaka Mezarlığı..)