Hıfzı Topuz, Hava Kurşun Gibi Ağır’da yazdı. Nazım Hikmet, Milli Mücadele’ye katılmak için Ankara’ya gider, Mustafa Kemal Paşa ile tanışır. Nazım Hikmet’e şunu tavsiye eder: “Gayeli şiirler yazın!..”
Yıllar sonra Atatürk cumhurbaşkanı, Nazım Hikmet namlı bir komünisttir. Şiirlerini okuduğu ilk plak kapışılmaktadır. Plağın ünü Atatürk’e kadar ulaşır. Atatürk dinlemek ister. Plak bulunup getirilir, dinler.
“Bu şair sizlere benzemiyor.” der; ardından Nazım Hikmet’i yakından tanımak ister, talimat verir:
“Bulup getirsinler, şiirlerini bu akşam bize kendisi okusun bakalım.”
Vali, polis merkezini arar; talimat verir. Polis seferber olup Nazım Hikmet’in kapısına dayanır. Alışkın ya polis görmeye, hiç şaşırmaz: “Emniyete mi gidiyoruz? 5 dakika izin verin, çantamı hazırlayayım.” der.
Polis geliş sebebini izah eder:
“Aman Nazım Bey, estağfurullah; öyle bir durum yok. Reisicumhur hazretleri sizi emretmişler, şiirlerinizi dinlemek istiyorlarmış.”
Rahat bir nefes alan Nazım Hikmet düşünür. Ne düşünür? Gitse, bütün belalardan kurtulacak; artık başı derde girmeyecek, hapislere düşmeyecek, belki de rejimin yarı resmi şairi olacaktır.
Yok, ona göre değil; polise şunu söyler:
“Reisicumhur hazretlerine benden selam söyleyin. Ben Denizkızı Eftelya değilim!”
Polis şaşkın, şok döner. Cevap merkeze, oradan Vali Bey’e iletilir. Oradan da Atatürk’e.
Hıfzı Topuz’un ifadesiyle, aynen aktarıyorum:
“Peki Gazi ne yapacaktı? Ne yapması beklenirdi? Hele diktatör diye adı çıkmış bir devlet başkanından ne beklenirdi?
Şairi zorla getirmesi mi, tutuklatması mı?”
Hayır, hiçbiri değil. Atatürk der ki:
“Aferin çocuğa! İşte şair dediğin böyle olur.”
Atatürk’e diktatör diyenlerin vicdanlarına gönderilir.(Bu alıntı Müyesser Yıldız’ın yazısından oluşturulmuştur)
…
“O gün, tarihin belki de en bilinmez, en gizemli aşkının filizleneceği günün arifesiydi… Eleni salonda göründü. Rüya gibiydi: güzel ve zarif. Işıl ışıldı. Herkes güleç bir çehreyle Eleni’ye bakıyor, alkışlıyordu:
“İsim günün kutlu olsun Eleni!”
…
“Çok seneler geçti, ben halen her gün senden haber bekliyorum. Herhangi bir zamanda mektubumu alırsan, beni hatırla. Kağıtta ki gözyaşlarımı görebileceksin. Yıllar ve olaylar geçiyor, seninle ilgili çok şeyler konuşuluyor. Mektubumu okurken, başka kadını seviyorsan, mektubumu yırt.
Manastırlı Eleni Karinte, bir gün tanıdığı ve aşık olduğu adama bütün ömrünü harcamıştır. Benim seni sevdiğim kadar, o kadını o kadar çok seviyorsan, kendisine hiçbir şey söyleme, senin kadar mutlu olmasını diliyorum. Fakat, balkondaki kızı hatırlıyorsan ve başkasını sevmiyorsan, seni beklediğimi ve ömrüm boyunca bekleyeceğimi bilmeni istiyorum.
Döneceğini, beni unutmayacağını biliyorum. Babam vefat etti. Beni senden ayırdığından tam bir yıl geçti, beni eve kapattı ve bir ay çıkmama izin vermedi. Ağladım, biliyorum ki tüm kilitleri ve hapisleri boşuna harcadı.
Beni evlendirecekleri adamı sadece bir kez gördüm ve kendisi bana onu sevebileceğimi söyledi. Ben kendisine, ‘Hayır, ben sadece ilk aşkımı seviyorum’ dedim. Babam beni hiç bir zaman affetmedi ve ben de kendisini affetmedim. O zamanlardaki gibi artık genç ve güzel değilim.
Ebediyen seni seven ve seni bekleyen, Eleni Karinte’n.”
Manastır Kültür Müzesi’nde Atatürk Anı Odası’nı gezenlere müze görevlisi tarafından bir aşk mektubu veriliyor, Atatürk’ün Askeri İdadi’de öğrenci olduğu dönemdeki ”İlk aşkı” Eleni’nin yazdığı mektup…
Orada yaşayanların çoğunluğu bu aşkı doğruluyor. Atatürk açışından bakıldığında böyle bir olayın olduğuna dair kesin bir belge yok.. Kitabın ismi “Atatürk’ün ilk aşkı Manastırlı Eleni”
Sevgi ve saygılarımla…