featured
  1. Haberler
  2. YAZARLAR
  3. DEMOKRASİ-TARIM, BALIKESİR-TÜRKİYE! (Demokrasi toklar rejimidir)…(4)

DEMOKRASİ-TARIM, BALIKESİR-TÜRKİYE! (Demokrasi toklar rejimidir)…(4)

Özetlemeye çalıştığım bu raporu ben şöyle okudum: 2002 krizinden sonra uygulamaya konan model doğrultusunda 2002-2006 yıllarında GIDA FİYATLARI, SEYREDEN ENFLASYON FİYATLARININ ALTINDA KALMAK SURETİYLE BİR YANDAN KENTLERDE YAŞAYAN YOKSUL NÜFUSUN ORANININ DÜŞÜRÜLMESİNE KATKI SAĞLAMIŞ (DOLAYISIYLA ZENGİNLEŞMESİNE KATKI YAPMIŞ) DİĞER YANDAN DA ÜLKENİN ÜRETİM GÜCÜ OLAN TARIM SEKTÖRÜNÜN YÜKSEK MALİYET NEDENİYLE ÇÖKÜŞÜNE NEDEN OLMUŞTUR. BU ÇÖKÜŞ ÇERÇEVESİNDE 3 222 000 KİŞİ KÖYDE İŞİNİ YA DA GEÇİMİNİ SAĞLAYAMADIĞI GEREKÇESİYLE KENTE GÖÇMÜŞTÜR. TARIMSAL FAALİYETLER BU DURUMDAN OLUMSUZ ŞEKİLDE ETKİLENMİŞTİR. KÜÇÜK TOPRAK ÜRETİCİSİ MAL VARLIĞINI SATARAK KENTE GÖÇ ETMİŞ VE BERABERİNDE YENİ SORUNLARI DA GİTTİĞİ YERE TAŞIMIŞTIR.(Görüleceği üzere 2003 ve 2007 yılı seçimlerinde bu politika etkili olmuştur)

2001 yılında yaşadığımız büyük krizin çıkış noktasında tarım vardır. Kriz ile birlikte yürürlüğe giren uygulamalar sonucunda küçük çiftçilik yok olurken yerine orta ve büyük ölçekli çiftçilik geliyordu. Dolayısıyla endüstriyel tarım da hızla gelişiyordu.

Yeni ortaya çıkan durumla ile ilgili bir değerlendirilme yapılmasında fayda vardır diye düşünüyorum.

“Ülkemizde tarımsal yapı, 2001 sonrası özellikle yaşanılan Şubat krizinin de etkisiyle hızlı bir değişim sürecine girdi. Kriz nedeniyle artan girdi maliyetinin etkisiyle 20 dekardan küçük arazi üzerinden yapılan ziraatın Pazar payı giderek azalıyordu. Girdi maliyeti ile pazarda oluşan fiyat arasındaki koşullarda değişim gözleniyordu. Üretim, Pazar koşulları dikkate alınmadan yapılırsa eğer bunun sonucun da, kar payı da yerini zarar payına bırakacaktı. Bu durumda küçük ölçekli çiftçilik oluşan yeni Pazar koşulları nedeniyle üretimden çekilmeye başlamıştı. Üretimden çekilen küçük ölçekli çiftçilik yerini orta ve büyük ölçekli çiftçiliğe bırakıyordu.

Ziraat yapılan arazilerde sulamanın yaygınlaşması beraberinde üretim tekniklerinin değişmesini de getiriyordu. Asıl değişim ise üretimin şeklindeydi. Artık zirai üretim de üretmek kadar Pazar da oluşan fiyatlarda dikkate alınmak zorundaydı. Değişime dolayısıyla bilgiye kapalı olan ve bu nedenle hazırlıksız yakalanan Türk köylüsü için gerçekten tehlike sinyalleri çalmaya başlamıştı.
Sulu ziraat ile birlikte artık zirai üretimde bir yandan makine kullanımı artmaya başladı diğer yandan ürün deseni değişmeye başladı. Ürün deseninin değişmesi de daha fazla emek gücüne, gübre ve zirai ilaç kullanılmasına neden oluyordu. Bütün bu değişen şartlar, 20 dekardan küçük araziyi işleyerek ziraat yapan üreticiler için artık yolun sonu demekti.

Küçük çiftçiler tasfiye olurken artık zirai üretimde ortalama toprak büyüklüğü de artmaya başlıyordu.
*TÜİK’in 2006 Aralık ayı içinde açıklanan “2001-2006 DÖNEMİNE AİT TARIMSAL İŞLETME YAPI ARAŞTIRMASI” SONUÇLARINA GÖRE; 20 dekara kadar toprak işleyen işletmelerin sayısı toplamda %33,4’den %24,8’e azalırken, 20 dekara kadar toprak işleyen işletme sayıları artış gösteriyor; 100 dekardan daha fazla toprak işletenlerin sayısı da %16,64’ten %21,1’e çıkıyor; Bunun yorumlanışı da küçük ölçekli çiftçiler üretimden çekilirken, orta ve büyük ölçekli çiftçiliğin giderek yaygınlaşması demekti.”( Prof.Dr. Seyfettin Gürsel ve Ulaş Karakoç araştırmasından alınmıştır)

Tarım sektöründeki bu değişim, ülkenin geleceğini çok yakından etkileyecekti. Zaten söz konusu krizlerin nedeni de belki de buydu. Küçük çiftçi tasfiye edilmeliydi.

Küçük çiftçi neden yok edilmeliydi sorusu çok önemlidir!
Yeni dünya düzeninde toplumun örgütlü kesimleri ile köylü sınıfı varlığı ciddi tehdittir. Özellikle köylü sınıfının varlığına tahammül edilemez. Çok ilginçtir, ABD’nin geçmişinde köylü toplumu yoktur. Köylü toplumu Avrupa ve bizde vardır. Köylü demek bağımsız işveren demektir. Üreterek ayakta kalmak demektir. Tek başına üreterek yaşamını sürdürmek ise bu sistemde arzu edilen bir yapı değildir.
Küçük çiftçinin üretimi insan odaklıdır. Küçük çiftçinin üretiminde bağımlılık yoktur. Bağımlılıktan kasıt; tohum, gübre ve kimyasal kullanımının azlığıdır. Küçük çiftçi, toprağı korur, fosil yakıt kullanımı çok azdır, sentetik gübre ve kimyasal kullanımı yok denecek kadar azdır. Ürettiği her şey sağlıklıdır. Küçük çiftçinin uluslar arası tohum şirketlerine bağlılığı yoktur. Küçük çiftçi, işsizliği ortadan kaldırır. Küçük çiftçi uyguladığı tarım tekniği ile dünyanın iklimini soğuturken, ülkesinin toprak-su ve tohum kaynağını korur dolayısıyla insanlarını doyurduğu için aç insanların olmadığı üretimin sağlıklı yapılmasına neden olması ile de ülke ekonomisine her yönden önemli katkı sağlar.
Küçük çiftçi toprağı yormaz. Ona gözü gibi bakar.. Toprak o kadar önemlidir ki o üretendir, o insanı yaşatandır, o bir devletin olmazsa olmazıdır… Toprak-Su ve Tohum üçgeni altın üçgendir. Bir devletin gücü bu üçgeni yönetebilme iradesinden gelir. Devlet, milletini doyurabildiği ölçüde yoluna devam eder. Doyuramadığında, tencere de dert kaynamaya başladığında herşey sorgulanmaya başlar.
İnsanlık tarihine bakın.. Yaklaşık 800 yıl büyük bir uygarlık kuran Sümerler, toprak-su ve tohum üçgeninde toprağı koruyamadığı için yani tuzlulaşma nedeniyle toprak verim vermemeye başladığı için ortaya çıkan huzursuzluk nedeniyle yıkılmıştır. Osmanlı da tarihi ipek yolunun önemi ortadan kalkınca borçlanmaya başlamış ve sonunda halkını doyuramadığı için süpürge tohumu ile yapılan ekmeği yemeye mecbur bıraktığı için gelişen Avrupa’nın paylaşım alanı konumunda kaldığından yıkılmıştır. 14 Mayıs 1950 yılında yapılan seçim de CHP’nin tek parti dönemi bulguru yağsız yiyenlerin gösterdiği direnç nedeniyle sona ermiştir. Devletin en önemli görevi halkını sağlıklı beslemektir. Aç insan varlığı ile hiçbir şey olmaz. Üç bin yıllık tarihimizin geneline baktığımızda gördüğümüz dövüşen yanımız değil insanımızın köylü yani üreten yanının çok güçlü olmasıydı. Üreten, üretmeyi bilen insan herşeye direnir. Aç insan hiçbir şeye direnemez ve teslimiyet sonunda yok olur..
Üreteceğiz. Üretmek içinde hem toprağa, hem suya hem tohuma hem de köylümüze yani küçük üreticimize sahip çıkacağız… Çıkmak zorundayız. Tencere kaynamazsa ülke kaynar…
Üretmediğiniz domates yada zeytin yada patates bilin ki an gelir elinizdeki en değerli eşyanız ve pahalı oyuncağınızdan daha pahalı olur ve yiyebilmek için çöpleri karıştırır durursunuz..
Bu kadar önemli çalışma yapan küçük çiftçinin üretim dışı kalması ile artık ülkenin zirai üretimi bağımlı hale gelir. Büyük çiftçinin ayakta kalması Pazar koşullarına bağlı olduğundan artık üretim ülke pazarı için değil uluslar arası pazara göre şekillenecektir.
Burada ilginizi çekeceğini düşündüğüm bir bilgiyi paylaşmak istiyorum.”Şu anda dünya üzerinde üretilecek olan gıda-üç yıl sonrası dahil-büyük tarım ve gıda şirketleri tarafından satın alınmış durumdadır.
Tarımsal girdinin de, tarımsal üretimde elde edilen gıdanın alım fiyatını da belirleyenler aynı küresel firmalardır.”(2.03.2011-Radikal)
O zaman burada durup bir tanım yapmamız gerekiyor. Yaşadığımız bu sürecin adı gıda emperyalizmidir. Gıda emperyalizmi diyoruz çünkü gıda fiyatları küresel şirketler tarafından yükseltiliyor. Bu yükseltmelerde insan faktörü yoktur. İnsanların açlıktan ölmesi onların umurunda değildir. Uygulanan bu program neticesinde ülkemizde de durum pek parlak değildir.
İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı(OECD) Türkiye’de açlık sınırında yaşayan çocuk sayısının %24,6 olduğunu belirtmiştir. İstatistiklere göre Türkiye’de her 4 çocuktan biri açlık sınırında yaşıyor. OECD ortalaması %12,7’dir(3 mayıs 2011-Cumhuriyet Ekonomi).
Ülkemizdeki tabloya gelince; nüfusumuz 2000 yılından 2009 yılına kadar %11,9 oranında ve gıda harcamalarımız da %30 artarken, gıda üretimimiz yerinde saymıştır. 2010 yılında sanayimiz %13,6 büyürken tarım ise %1,2 büyüdü(Güngör URAS).
Bu durumda kendi doyuran ülkemiz gıda maddesi ithal etmek zorunda kaldı. Ortaya çıkan bu yeni durumun açıklaması artık ülkemiz kendi iç pazarında gıda fiyatlarını belirlemeyecektir. Talep artarken üretimin gerilemesi gıda ürünlerinde enflasyon konusunu getirecektir. Yaşam şartları her geçen gün ülkemizde ağırlaşacaktır. Bu noktada başka bir senaryo devreye girmektedir. Ucuz gıda ya da ucube gıda yani GDO(Genetiği değiştirilmiş ürün)!
Ucuz ya da ucube gıda ile beslenmenin ise birey ve toplum sağlığı yönünden ciddi bir faturası vardır. Ucuz gıda meselesinin asıl üzerinde durulması gereken bir başka boyutu ise lütfen buraya çok dikkat edin sağlık harcamalarındaki artıştır. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre “ABD’de ortalama bir ailenin beslenme harcamaları son 30 yılda yarıya düşmüş(%18’den %9,7’ye). Ama aynı süreçte sağlık harcamalarının ortalama Amerikalının geliri içindeki payı da %5’ten %18’e çıkmıştır. Şeytan bunun neresinde dediğinizi duyar gibiyim. Yerken de ölürken de gırtlağımıza kadar öpülmek yeni dünya düzeninin çılgın projesidir.
Ucube gıda GDO hakkında herkesin bir fikri vardır. Ben burada başka bir noktaya değineceğim. GDO’lu yemle beslenen hayvanlar kanalıyla topraklarımızın kirlenmesi ya da kirletilerek biyoçeşitliliğin azalması sağlanıyor. Nasıl oluyor diyorsanız onu da kısaca söylemek istiyorum. GDO’lu yemi yiyen hayvandan bu yemin %60’ı hiç bozulmadan dışkı yoluyla çıkıyor. Eğer bu dışkılar gübre olarak kullanılırsa ki kullanılıyor o zamanda farkında olmadan toprağımız, GDO’lu tohum tarafından işgal edilmiş oluyor… Ülkemiz yılda 1 milyon tona yakın DDGS(damıtma küspesi) ve mısır grizini GDO’lu olarak ithal ediyor ve yem rasyonlarında kullanıyor. ABD Tarım Bakanlığı Ulusal Bitki Hastalıkları Tedavi Sistemleri Koordinatörü Don Huber, GDO’lu ürünlerde yeni bir patojen saptandığını belirterek, “Danalardaki kısırlık oranı %20’nin üstüne çıktı, sığırlarda düşük yapma oranı %45’e kadar yükseldi” demiştir.
İçinde bulunduğumuz dönem bilgi çağıdır. Böyle olunca da geleceğin tarımı nasıl olacaktır sorusunun yanıtı önem kazanmaktadır.

“Geleceğin tarımı bilgiye ve çiftçiler, araştırma enstitüleri, kamu otoriteleri arasındaki işbirliğine dayanacak ve bu temel üzerinde şekillenecektir.
Söz konusu işbirliğinin amacı, çevre ve doğanın korunması açısından olumsuz sonuçlara yol açmaksızın, ülkenin tarım ürünlerinin dünya pazarlarında rekabet edebilmesini güvence altına alacak, dinamik ve uzun dönemli bir tarım politikası ortaya koymak ve uygulamaktır. [Bilinmektedir ki,] çevreye ve doğanın korunmasına ilişkin mülâhazalar kaynakların optimal kullanımı kadar tarım ürünlerindeki uluslararası rekabette de belirleyici bir rol oynayabilmektedir.”
(Danimarka’da Risø Ulusal Laboratuvarı tarafından “Çevre Dostu Tarım” konusunda yapılan bir teknoloji öngörü çalışmasından 1 alınmıştır.) Bu önemli tespitte anahtar sözcük ‘bilgi’dir. Geleceğin tarımı bilgi temeli üzerine oturacaktır.( Aykut Göker-Ulusal Tarım Kurultayı)
Bilginin nereden sağlanacağı sorusunun yanıtı da bu tanım içindedir. Bilginin ana kaynağı, bu işbirliğinde yer alacak araştırma enstitüleridir; bu enstitülerce yürütülecek bilimsel ve teknolojik araştırmalardır.(devam edecek)

0
sevdim_bunu
Sevdim Bunu
0
_ok_sevdim_bunu
Çok Sevdim Bunu
0
g_ld_rd_
Güldürdü
0
karars_z_m
Kararsızım
0
bu_ne_bi_im_bi_ey
Bu Ne Biçim Bişey
0
k_zd_rd_n_z_beni
Kızdırdınız Beni
DEMOKRASİ-TARIM, BALIKESİR-TÜRKİYE! (Demokrasi toklar rejimidir)…(4)
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Balikesir24saat ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!