DEMOKRASİ-TARIM, BALIKESİR-TÜRKİYE!!! (Demokrasi toklar rejimidir)…(1)

Yayınlanma Tarihi :
DEMOKRASİ-TARIM, BALIKESİR-TÜRKİYE!!! (Demokrasi toklar rejimidir)…(1)

HENRY KİSSİNGER’IN 1970’LERDE İFADE ETTİĞİ ÖNEMLİ BİR SÖZ İLE YAZIMA BAŞLAMAK İSTİYORUM: ‘PETROLÜ KONTROL EDERSENİZ ULUSLARI KONTROL EDERSİNİZ; AMA YİYECEĞİ KONTROL EDERSENİZ, İNSANLIĞI KONTROL EDERSİNİZ.”
Gelişmekte olan ülkeler bu konuda büyük baskı içindedir… Özellikle ülkemiz önümüzde ki süreçte bu konuda küresel güçler tarafından büyük baskı içine sokulacaktır. Sulama tesislerinin özel kişi, şirket ve özellikle küresel guçlerin kontrolündeki şirketlere kiralanması konusunda adımların atılması halinde ülke halkının çilesi daha da büyüyecektir…

1923 de cumhuriyet kurulduğunda ülkenin sadece 39 mühendisi vardı. Bu 39 mühendisten kaçı ziraat mühendisi idi onu bilmiyoruz. 1914 yılında Osmanlı GSMH’sı içinde tarımın payı % 54’ün üzerinde iken 1923 yılında bu oran % 43 civarındadır. Yine bu yıllarda tarımda kullanılan makine ve aletlerin de son derece ilkel olduğunu görüyoruz.

Cumhuriyet, Lozan’da kurduğu devletin tapusunu alırken çokta önemli bir tavizi vermek zorunda kalıyor. Verilen ya da daha doğrusu verilmek zorunda kalınan bu tavizi dikkate almadan 1923-1929 arası dönemi tam anlayamayız. Lozan Antlaşması’nın Türkiye ekonomisi açışından en önemli yönü ekonomi de tam bağimsızlık kazanabilmek adına ülkemiz ile Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında imzalanan Ticaret Mukavelenamesidir. Bu mukavelenameye göre Türkiye 1929 yılına kadar ithalatta spesifik nitelikli 1 Eylül 1916 tarihli gümrük tarifesini uygulamayı taahhüt ediyordu.

Bunun anlamı yeni kurulan devletimiz için çok açık ve nettir. Savaşın neden olduğu enflasyon(%900’ün uzerinde) ile aşınan spesifik gümrük vergileri nedeni ile yeni kurulan cumhuriyet içerİde yeni oluşturmaya çalıştığı yerli sanayici ve üreticiyi dolayısıyla iç pazarı bir anlamda koruyamayacak bu durumda ya taviz verme ihtiyacını hissedecekti ya da oluşan halkın tepkisi ile devrilecekti. 1923-1929 yılları arasında ithalatımız hep ihracatımızın üzerinde gerçekleşmiştir.

Bu koşullarda 17 Şubat 1925 yılında Aşar vergisinin kaldırılması sıradan bir olay değildir. 1924 yılında 153 milyon lira tutan toplam devlet gelirlerinden 27,5 milyon liralık bölümün Aşar’dan elde edildiği düşünüldüğünde kaldırılan Aşar vergisinin önemi de ortaya çıkar. Aşar Vergisi kaldırılırken zirai üretimin artmasını sağlamak maksadıyla da köylüye para, tohum ve alet yardımları yapıldı. Yüce önder halkın beslenmesinde önemli rol oynayan üç beyazın(un, şeker ve pamuk) içerİde üretilmesi konusuna çok büyük önem veriyordu.

1928 yılı Türk Tarımı için Rönesans tarihi olarak kabul edilir. Tarım kültürünü yaymak, yeni tarım tekniklerini köylü ve çiftçinin ayağına götürmek ve ülke gençliğine gerekli tarımsal bilgileri verebilmek amacıyla daha önce açılmış olan tüm tarım okulları bu yıl içinde geçici olarak kapatılır. Kapatılmış olan uygulama okullarının yerine 1930 yılında İstanbul, Bursa, İzmir ve Adana’da birer “Orta Ziraat Okulu” açılır.
Ülkemize çay bitkisini getiren Zihni DERİN, ‘Halkalı Ziraat Okulu’ndan mezun olmuştur.

Bu okullarda, modern ve uygulamalı eğitim vermek suretiyle bilinçli ve bilgili çiftçi yetiştirilmesi hedeflenmiştir.
1931 yılında yapılan “Üniversite Reformu” ile Ankara’ya taşınan ve 16 Haziran 1933’te Atatürk’ün emriyle “Ankara Ziraat Yüksek Enstitüsü ” açılır. Bu enstitü, kuruluşu ve akademik faaliyeti ile artık eksiksiz “Tarım Üniversitesi”dir. 1 Ocak 1948 yılında Ankara Üniversitesinin kurulmasıyla aynı enstitü “Ziraat Fakültesi” adını almıştır.

Cumhuriyeti kuran yüce önder, kurduğu cumhuriyetin sonsuza dek yaşayabilmesi için üretim aracı olarak “saban”ı seçmiş ve arkasından “Saban her zaman kılıca karşı galip gelmiş” diyerek üretimin önemini vurgulamıştır. Anadolu’da bu kadar uzun süre varlığını sürdürmenin gücünün kılıçta değil “saban”da olduğunu söylemiş ve arkasından da “köylünün üretim gücü olmasaydı bu topraklardan Türkler silinirdi” demiştir.

Yüce önder, ilkel tarım metotları ile tarım yapan eğitimsiz ve hastalıklı köylüyü, çiftçi yapabilmek adına ona toprak verecek ve modern tarım tekniklerini öğretecek bir yapı kurmanın önemini biliyordu. Bu önem o kadar önemliydi ki cumhuriyetin devamlılığı buna bağlıydı. “Toprak reformu” bu çalışmanın en önemli halkasıydı.

Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı Mazhar MÜFİT, o günleri şöyle anlatır: “…Mustafa Kemal, bir çok reformlar yapmak istiyor. Toprak reformu için burada ağalarla, özellikle de Kürt ağa ve aşiret reisleriyle yine Kürt mebuslarından Fevzi beylerle de konuştu, görüştü. Bu reform meselesi, çok önemli bir meseledir. Ağalara bu toprak reformunu anlatmak mümkün değildir. Bu toprak reformunu ele almak; bütün ağa ve aşiret reislerini ve eşraf takımını kaybetmek demektir. Şimdilik biz de bu toprak reformu defterini kapadık” demiştir.

1 Kasım 1929 ATATÜRK:
“… çiftçiye toprak verme işi de, hükümetin sürekli izlemesi gereken bir durumdur. Çalışan Türk köylüsüne işleyebileceği kadar toprak sağlamak, ülkenin üretimini zenginleştirecek başlıca çareler arasındadır.”
1.Kasım 1936 ATATÜRK:
“Toprak Kanunu’nun bir sonuca varmasını, Kamutayın yüksek çalışmalarından beklerim. Her Türk çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa sahip olması, kesinlikle gereklidir. Vatanın sağlam temeli ve imarı buna dayanır.”
1Kasım 1937 ATATÜRK:
“Bir defa memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır…” der….(devam edecek)

YORUM YAP