Çin’in 60 milyon nüfuslu Hubei eyaletinin 11 milyon nüfuslu Wuhan kentinde ateş, öksürük, nefes darlığı yakınmalarıyla ortaya çıkan gizemli hastalık can almaya başladığından beri ne olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz.
Daha kötüsü de ne olacağını bilemediğimiz için geleceğe yön verememek hepimizi ekonomik ve sosyal yönden olumsuz etkiliyor…
Ne olduğunu anlamak için bilgiye gereksinim duyuyoruz.
Akşamdan akşama açıklanan sayılar günlük yaşamımızın bir parçası olsa da bizi ne denli aydınlattığı tartışılır. Toplum sağlığı ve bireysel yaşam hakkıyla doğrudan ilişkili bilgi gereksinimi, sonunda Sağlık Bakanlığının günlük rapor adı altında sayısal verileri biraz daha yerel düzeyde ayrıntılar içerecek biçimde vermeye zorladı.
Yeterli midir derseniz yeterli olmadığı ortada ama ölümü gösterip sıtmaya razı etme tarzı bir yaklaşımla hiç yoktan iyidir dedirtti hepimize… Bir de cep telefonlarına yüklenen “Hayat Eve Sığar” adlı uygulama ile açık yeşilden kırmızıya doğru olası tehlike haritası bulunulan bölgede saptanmış COVID-19 testi pozitif olanlar ve temaslıları konusunda kabaca fikir vermekte. Diyelim bulunduğunuz bölge kıpkırmızı… Ne yapacağınız da belli değil…
Ancak; yaşadığımız durumu gerçekçi bakış açısıyla açıklayacak olursak:
Corona virüs ailesinden COVID-19 adlı virüs bir kişiye bulaştıysa, kim hangi istatistikten söz ederse etsin, o kişi için artık hastalık vardır, bulaşmadıysa henüz yoktur… Bu kişide hastalık belirti göstermezse hayatı daha da karmaşık bir duruma bürünecektir. Bir yandan ekonomik kaygılar diğer yandan hastalığı bulaştırma olasılığının verdiği duygusal kaygılar… Belirti göstermesi, hastaneye yatışı da beraberinde getirir… Bu sefer de kendi yaşamına ilişkin kaygılar belirecektir.
Bir kişinin ailesinde COVID-19’a yakalanan varsa, kim hangi istatistikten söz ederse etsin, o kişi için artık hastalık vardır, yakalanan yoksa da henüz yoktur…
Bir kentte hastanede yatan COVID-19 hastası varsa o kent için artık hastalık vardır, yatan hasta yoksa henüz yoktur…
Bunları neden söylüyorum:
Şu anda Türkiye’de hastalığın izine rastlanan kişilerin tüm nüfus içindeki oranı binde 8 düzeyinde. Yani ülkemizde her 1000 kişiden sadece 8’i bu virüs ile tanışmış. Hastalanmış veya hastalanmamış. Ama Sağlık Bakanlığı seçilmiş denekler üzerinden yaptığı saha taraması sonucunu böyle açıkladı.
Bu oran arttıkça, toplumsal olarak hastalık bilincinde bir artış olacak. Bu bilinç düzeyi arttıkça durumun ne olduğu ile ilgili algımız berraklaşacak.
Ancak bu anlattıklarım bireysel hastalık algısıyla ilgili olan durum.
Her geçen gün daha çok kişinin yakınlarından hastalanan olması sosyolojik de kimi sonuçlar doğuracak. Değişen algılar, yaşanan kaygılar ve kimi üzüntüler, güvenilen, inanılan, uğruna çaba harcanan sosyolojik kavram ve gerçekliklerde de değişimlere neden olacaktır.
Bunu en özgün biçimiyle İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın yaşadıkları ile gördük aslında. Şimdi de Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro özelinde bir süreç başladı. Hastalığa yakalanıncaya kadar olup bitenleri son derece küçümseyen her iki siyasetçinin ortak özelliği kapitalist ekonomik düzenin yaman savunucuları olması.
Zaman içinde ekonomik düzen üzerine olan görüşlerinde köklü değişiklikler olur mu bilinmez; ama Boris Johnson’ın seçimlerden önceki göçmen karşıtı söylemlerini unutmamışken hastaneden çıktıktan hemen sonra, seçmenleri içinde önemli bir yeri olan aşırı sağcılara rağmen, kendi başında nöbet tutan göçmen sağlık çalışanlarını tek tek adlarıyla anması, COVID-19’un Dünya’da ne kadar büyük değişimlere neden olma gücünü içinde saklı tuttuğunun bir göstergesi değil mi?
Bakalım Jair Bolsonaro’da neler değişecek?
Ya da 65 yaş üstü insanları daha çok etkileyen bu hastalığın yayılmakta olduğu gerçeğine rağmen yapılacak olan CHP Kurultayında?
Bir şeyler değişir mi dersiniz?
(*) Heraklitos …