Çoğumuz, bir tarihte bir yerlerde okumuştur ama nasıl da günü geçmez, eskimez bir rivayettir ki, hatırlamak şart olmuştur:
“Eski zamanların birinde kudretli, haşmetli, akıllı bir padişah yaşarmış. Bu padişah, doğudan batıya dünyaya nizam verir, bilcümle işleri tamam edermiş. Padişahın çok sevdiği bir de dalkavuğu varmış. Dalkavukluk mesleğinde eşi bulunmaz bir üstat imiş. Lakin vakit erişmiş. Bu yetenekli dalkavuk rahmet-i Rahman’a kavuşmuş.
Bir ay, iki ay, üç ay dalkavuksuz idare eden padişah, bir süre sonra “bu böyle olmayacak” deyip kendisine bir dalkavuk almayı murat etmiş. Vezirlerini çağırmış. “Tez elden çığırtkanlara haber verin. Memlekette kendisine güvenen ne kadar dalkavuk varsa huzuruma gelsin. Bizzat hepsini imtihan edip en kabiliyetlisini yanıma alacağım” diye emretmiş.
Memleketin dört bir yanına dağılmış çığırtkanlar. Elde davulları, dört bir yanda çığırmışlar: “Haşmetli padişahımız, kendisine güvenen dalkavukları huzuruna bekliyor. En beğendiği dalkavuğu yanına alacak. Duyduk duymadık demeyin.”
Memlekette dalkavuk mu biter? Yüzlercesi, ilan edilen tarihte dayanmışlar sarayın kapısına. Öyle ki, kuyruğun bir ucu saraydaymış da diğer ucunu görene aşk olsun.
Kudretli padişah, tek tek huzuruna çağırmış dalkavukları. Hepsine ilk sorusu aynı imiş: “Dalkavuk musun?”
Huzura çıkan dalkavuk namzetleri bu soruyu duyar duymaz başlıyorlarmış anlatmaya: “Elbette dalkavuğum efendim. Hatta yedi sülalemiz dalkavuktur. Benim büyük büyük dedem de Nuşirevan’ın dalkavuğu imiş hatta…”
Padişah, kendilerini süslü sözlerle tanıtan dalkavukları huzurundan “uygun değil” diye göndermiş akşama kadar. Öyle ki, o uzun sıra dalkavuk bulunamadan biteyazmış.
Akşamın son deminde, sıranın en sonundaki dalkavuk çıkmış huzura. Padişah, ona da sormuş “dalkavuk musun” diye. Adam hiç duraksamadan “Estağfurullah” demiş, “Siz ki cihanın padişahısınız. Siz bizim dalkavuk olduğumuza hükmederseniz dalkavuğuzdur. Yok, dalkavuk olduğumuza hükmetmezseniz kapınızda bir paçavrayızdır.”
Adamın cevabını çok beğenen padişah, onu dalkavuk olarak işe almış.
Gel zaman git zaman, bu ufak tefek adam, eski dalkavuğu dahi aratmayan bir namlı dalkavuk olup çıkmış.
Bir gün padişah, patlıcan yemeği yiyormuş. “Bugün patlıcan ne güzel” demiş. Huzurda bulunan dalkavuk, başlamış konuşmaya: “Hakk-ı âliniz var efendim. Patlıcan öyle güzel bir nimettir ki. Hele turfandası. Yağı tamam konulursa bayıldısı ayrı güzel olur. Eti kıvamında olursa karnıyarığına doyum olmaz. Kızartması ayrı, dolması ayrı lezzetli olur. Hem fakir fukaranın göz aydınlığıdır patlıcan.”
Padişah, memnuniyetle dinlemiş dalkavuğun anlattıklarını.
Bir başka gün, padişahın sofrasında yine patlıcan yemeği varmış. Padişah bu sefer hiç beğenmemiş patlıcanı. “Bugün çok kötü patlıcan” demiş.
Huzurda bulunan dalkavuk yine almış sözü. Başlamış anlatmaya: “Hakk-ı âliniz var efendim. Bu patlıcan yararsız, kötü bir nimettir. Olgunu hemen çekirdeklenir, yenmez olur. Yağını biraz fazla kaçırsalar bayıldısı yenmez olur. Etini bir tamam koymazlarsa karnıyarığını at çöpe. Kızartması yağlı, dolması acı olur. Hem çabuk pahalanır. Fakir fukara istifade edemez.”
Padişah, dalkavuğun anlattıklarını ağzı açık dinlemiş. “Ulan köftehor” demiş, “sen değil miydin geçen gün patlıcanı yere göğe sığdıramayan. Şimdi niçin yerin dibine sokuyorsun nimeti?”
Dalkavuk, istifini bozmadan cevaplamış soruyu: “Hakk-ı âliniz var padişahım. Geçen gün patlıcanı övüp göklere çıkaran da, bugün onu yerden yere vuran da benim. Zira ben patlıcanın değil, sizin dalkavuğunuzum.”
***
Siyasetin perişan halinin ortasındayız, iktidarı olsun, muhalefeti olsun; hepsi ayrı hikaye.
İnsan en çok neye şaşıp kalıyor üzülerek biliyor musunuz?..
Hiç mi bir şey değişmez 50-60 yıldır?
Hiç mi siyasete nitelik gelmez?
Hiç mi siyaset sahnesinde güzel bir oyun olmaz?
Bu toprakların makus kaderi mi bu, hep vatandaşın hüsrana uğradığı?
Fırıldaklık uğruna akıl dışı açıklamalarda her gün dünya siyaset tarihinde rekorlar kırıyoruz, doğru ve akıl ortak paydasında buluşamayalı kaç zaman oldu?
Seçim atmosferine giriyoruz…
Musluklar açılacak, yalakalık daha da artacak; dalkavukluk tavan yapacak….
Neticede yerinde sayacağımız kaç yılımız daha heba olacak?
1940’lardan sonra başlayan, Atatürk’ü ve dolayısıyla Cumhuriyet’i kötüleme çabası ve buna malzeme Rıza Nur ile Kadri Mısırlıoğlu’nun saçma kitaplarıyla afyonlama macerasını da unutmadan ekleyelim… Kurucu değerleriyle bu kadar çok didişen ve bu kadar nankör bir güruhun dünyada başka bir örneği yok.
Hayret ediyor insan; siyaseti tel tel dökülüyor, laiklik budanıyor, eğitim sistemi evlere şenlik, yargı güveni dibe vurmuş, tarım ve hayvancılık can çekişiyor, sağlık sistemi tıkanmış, yerel idarelerin hali için Sayıştay feryat edip duruyor…
Ama bir şeyin değiştiği yok, dalkavukluk da hep revaçta!
50 yıl sonra da aynı hikaye anlatılacak mı acaba?