DAĞ SIRTINI AŞMAK
Şans dediğimiz olgu bıçağın sırtındadır. Bıçağın sırtı jilet kadar keskin, lağım çukuru kadar tehlikeli, Okyanus kadar derin, Ağrı ve Everest kadar yüksek, çelik fırınları kadar sıcak ve güneş kadar yakıcıdır.
Bir dörtlükle geçelim;
“Aşan bilir karlı dağın ardını,
Çeken bilir ayrılığın derdini,
Bülbül kaça verdin, gülün narhını…
Nasıl görürsün, sen benim ömrümün bahtını?
İnsanlar, kurumlar, siyasiler, partiler, ülkeler… kendi kurar kendi tahtını. Taht dediğiniz nedir ki? Taht, bahtın üstünde. Demokratik ülkelerde; taht halkın altındadır. Takdir ve teşekkür ona aittir. Totaliter ülke yönetimlerinde taht halkın üstünde; CEBERUT gibi durur. Hakça katılım, hakça bölüşümü hak getire. Baskı zulüm ve işkence, yolsuzluk ayyuka çıkmıştır.
Yukarıdaki manzara-i umumiye ile sizin bahtınızı karartmak gibi bir hakkım yok. Genel bir durum. Özele indirgersek; ülkemiz seçim arefesinde. Meydanlar gümbür gümbür. Parti liderlerimiz halkımızla buluşuyor ve kendilerini halka sunuyorlar. Bizlere; sesleriyle görüntüleriyle, yaptık ve yapacaklarıyla ilgili sanal, hayali, elle tutulmayan, gözle görülmeyen, umutlarımızı, ruhumuzu okşayan sözlerle ZOKALAR yutturmaya çalışmaktadırlar.
Halkımızın gelen bir yargısı vardır. “ Söze inanma; söz unutulur. Görüntüye aldanma; gözünü boyar, seni yanıltır. Duyduğuna inanma; Çoğu yalandır, Her gördüğünü deden sanma, her lafa kulak asma, sen doğru, gerçek, hak bildiğin yoldan şaşma…” Bu yargılara değer verir ya da vermezsiniz, o sizin takdiriniz.
Ama ülkemizin; siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, jeopolitik, tarihi, demografik, coğrafi gerçeklerini görmeden gözü kapalı oy vermek, toplumumuzu intihara sürükler. Yaşadığımız coğrafyayı yeniden şekillendirmeye çalışan süper güçler; bölgemizin tüm insani, etnik,inanç, bölgesel farklılıklarını kullanarak; TERÖRÜ beslemektedirler. ORTADOĞU coğrafyasının haritalarını inanç ve etnik temelde yeniden çizerek küçük ülkeler yaratmanın gayreti içindedirler. Ortadoğu’da; güçlü, lider bir TÜRKİYE görüntüsünü istemedikleri görülmektedir.
ABD ve AB’nin iki yüzlü çıkar ilişkilerinin kökeninde, Kurtuluş Savaşımız’la onlara meydan okumanın ahır suları yatmaktadır. Bu kuyruk acılarını çıkarmak için ülkemizdeki siyasal iktidarları kullanarak TÜRKİYE’ye hükmetmektedirler. Mustafa Kemal Atatürk Gençliğe Hitabesinde bizlere seslendirmiştir.
“…İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş,… ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir…”
Kaderse, kendi kaderin. Ülke ise, kendi ülken.
Vatan ise, senin vatanın EFEM.
“Kır atınla geçiver, şu dağlara yaslan efem.
Oyna. Yansın cepkenin, yansın güneşten tenin.
Gün senin, şenlik senin.
Şu dağlara yaslan EFEM, EFEM, EFEM!…”
Efeler de ağlar; Makbulesi, Kara Fatması, Nene Hatun… için, ağlar da göğsüne taş basar, yurdum düşman çizmeleri altında kalmasın, güneşi ufuktan doğurmak için; Ulus dağında, Seydan, Alaçam , Madra, Kaz Dağları’nda at koşturdu da kimsenin bilesi yok * İ D U R A K İ *.
Yarısı uyur gezer, afyonlanmış beyinler ne zaman uykularından ayılırlar meçhul