“Yoğurtçular, 7 Kasım 1965…
Üç saatlik katır yolculuğundan sonra kılavuzla birlikte Yoğurtçular Köyü’ne gelir. Bu köyde çalışan eğitimci İsmail’di. Ağalarla savaşını anlattı bir süre “geldiğimde bu köye, bayramlarda köy halkı ağalara kuzu hindi gibi hediyeler götürürlerdi. Önledim ama düşmanım da çok oldu bu yüzden “ diye anlattı.
Okul bahçesine ağaçlar dikilmiş su olmadığı için kurumuş. Eğitmenin yedi çocuğu var. Öğretmen odası tıklım tıklım dolu yağmurda ıslanır. Muhtar evine buyur eder. Karanlık bir oda küçük küçük iki penceresi var. Gece köyde ne kadar erkek varsa gelirler. Konuşmalarını Eğitmen çevirir Türkçeye, Kürtçe’ye.
Herkes ayrılır. Ayrı bir oda var, diye düşünür. Yokmuş. Tek odada muhtar, karısı, evli kızı, küçük kızı ve müfettiş yatar.
Sabahleyin eğitmen gelir konuşurlar. On altı, on yedi yaşlarında evli olan muhtarın büyük kızını anlatmaya başlar. “Muhtar bu kızını üç yıllığına bir çobanla everir. Çoban muhtarın hayvanlarını güdecek, buna karşılıkta kızı ile evli kalacak. Üç yıl sonra anlaşabilirlerse evlilikleri devam edecek. Anlaşamazlarsa çoban hayvanları gütmeyi bıraktığı gibi muhtarın kızını da bırakacak. Kadın kız gelir getirme bakımından önemli, ” der. Müfettiş sorar: “Muhtar kızının ayrılmasını ister mi?” “İster, çünkü bu defa üç bin liraya başka birine satar, ” cevabını alır.”
….
12 yaşındaki kızı tecavüzcüsüyle evlendirirsek herşey sil baştan olacaktır. Tarikatlar iki şeyden asla vazgeçmez ve iki şey de asla gözü doymaz… Para ve beyni kilitli bir kadın… Kedi ve köpek yavrusu doğduğunda gözleri kapalıdır. O gözler sonra açılır. Kız çocuğu da doğduğu andan itibaren karanlığını yırtacak doğru bilgileri alamazsa gözleri açık olsa bile beyni kapalı olduğundan karanlığından çıkamayacaktır… Dinci için bu konu ölüm kalım meselesidir. Cahil ve kendine bağımlı erkeği kendine köle yapabilmesi için kız çocuğunun karanlığın içinde olması ve kendini değersiz hissetmesi gerekmektedir. O yüzden kız çocuğu regl olur olmaz annesinden alıp kocası diye verdiği erkeğin evinde erkeğin annesi tarafından büyütülmesi sevdasından asla vazgeçmez. Yine para gelsin de nasıl gelirse gelsin onlar için hiç önemli değildir… Paranın gücü ile kendi yobaz saltanatları sürecektir…
….
“Biz Cumhuriyeti süs olsun diye kurmadık. Halktan yana bir idare kurmak için yaptık. Hükümetin müfettişleri, valileri, kaymakamları var. Bunların Halil Ağa’nın öküzünü satmanın ne demek olduğunu bilmeleri gerekir. Bir parti örgütümüz var, halkın içinde dirsek dirseğe yaşamaları gerekli, onlarda böyle bir uygulamadan söz etmiyorlar, ne demektir bu? Bizim halkla beraber ve halk için değil, halka rağmen bir sistem kurduğumuz sanılmaktadır. Asıl üzüldüğüm husus burası. Biz Cumhuriyeti anlatamamışız beyler, bundan bu çıkıyor.” Atatürk’ü bu derece sert bir konuşma yapmasına neden olay ise şudur; “Yıl 1936 Atatürk İstanbul’da Florya köşkündedir. Mevsimlerden Sonbahar. Atatürk’ün köşkte halkla temas edememekten ötürü canı sıkılmaktadır. Selanik günlerinden dostu Nuri Conker’e köşkten gizlice kaçmayı teklif eder. Nuri Conker özel bir araba bularak ve Atatürk’de kıyafetini değiştirerek köşkün kapısında bekleyen özel araba ile Çekmece’ye doğru ilerlemeye başlarlar. Atatürk neşelidir. Refakette kimse yoktur. Birden Atatürk’ün gözleri çift süren bir köylüye takılır. Arabayı durdurur. Köylünün yanına gider, çiftin bir yanında öküz, bir yanında merkep vardır. Ulu önder köylü ile konuşmaya başlar. Köylü onu tanımamıştır. Atatürk çifte öküz yerine neden merkep koştuğunu sordu Köylü vergi memurlarının sattığını bildirir. Atatürk muhtar ve kaymakama neden şikayet etmediğini sorar, öküzün satılmaması gerektiğini bildirir. Köylü “onlar bilmez olurlar mı burada kuş bile uçmaz, şimdi Atatürk’ümüz var başımızda” der. Atatürk, Valiye ve Başvekil İsmet Paşa’ya derdini anlatmasını söyler. Köylü onlara derdini işittiremeyeceğini bildirir. Nihayet Mustafa Kemal Paşa’ya derdini anlatmasını tavsiye eden Atatürk’e köylü “O işinden gücünden başını kaldırıp bizim öküzün arkasından mı seyütedecek, sen gönlünü rahat tut beyim, biz işimizi koca oğlanla görürüz tasa etme” der.”
….
1923 öncesi Ankara’da kurulan meclis ve onun başkanlığını yapan Mustafa Kemal’in ortaya koyacağı iradeden çok rahatsız olan İngiliz emperyalizminin bir anlamda yönettiği içerideki aşırı muhafazakar dinci gruplar, yüce öndere çekilmesi önerisini yaparlar. Bu öneri yapıldığı vakit destekleyenler arasında Şükrü Kaya da vardır. Mustafa Kemal, bu öneriyi sert bir tepki ile geri püskürtür. Cumhuriyet kurulur. Cumhuriyet devletinin İçişleri bakanı Şükrü Kaya olur. O Şükrü Kaya ki muhalefetin “ses tonunu” dahi takip eder. Yine bir gün o meşhur yemekli içkili akşam sofrasında konu konuyu açar, o günlere gelir ve Atatürk, ilk mecliste yaşadığı o anı anlatırken Şükrü Kaya’nın gözünün içine bakarak “sen bile göndermek istemiştin Şükrü” der. O Şükrü Kaya ki İsmet İnönü başbakanlıktan ayrıldıktan sonra ajanları kanalıyla İnönü’yü öyle takip ettirir ki sayın İnönü nefes bile alamaz hale gelir.
….
O ilk mecliste nüfus sayımı öncesi bir önerge ile “insan” sayılacaktır, şeklinde verilen bir önerge kadının da sayılacağı endişesiyle kabul görmez. Yani o çok övünülen meclisin erkekleri kadının insan olduğu gerçeğini kabul etmez. Kadın insan değilse nedir… Yazının başında yer alan yazıyı okudunuz… O koşullar içinde o erkeğe baba, o kıza ailenin kızı gözüyle bakabilir misiniz… Bakamaz sınız… Ülkemiz zor bir coğrafya da bin yıllık baskı rejiminin kalıntılarını anca temizliyor… Kadının aydınlanması bütün dengeleri bozuyor. O nedenle tarikatlar ve siyasal dinciler ve emperyalizm hiç biri kadının aydınlanmasını istemiyor. Kadın okumamalı, ev dışında çalışmamalı, erkeğe her şart altında itaat etmeli ve kendini ailesi için, erkek için yok saymalıdır. Böyle bir kadın cinsiyet farketmez. Köle çocuk doğurur… Oysa cumhuriyet kimsesizlerin kimsesi olmak için kurulmuş, eşi benzeri olmayan bir devrimdir. Bu mücadele kulun insan olma devrimidir.
O nedenle ilerleyen günler, aylar ve yıllar daha da zor geçecektir… Cumhuriyetin aydınlanma ışığı karanlığı yenecektir…
Cumhuriyet süs olsun diye kurulmadı!
Sevgi ve saygılarımla…