Sevgili okurlarım,
Sizlere ilk kez merhaba dediğim ‘MAT’TI BİZİ KÜLTÜR ÇATISINDA BULUŞTURAN’ başlıklı yazımın esin kaynağı, Behiç İstanbulluoğlu’nun yeni kitabının imza ve tanıtım günüdür. Etkinliğin gerçekleştiği salonda önceki dönem CHP Balya İlçe Başkanlığı görevini yapan Gülay Dayıcan da bulunuyordu.. Kendisi ile ayaküstü sohbetimizde, bin bir emek ile açılışı gerçekleştirilen Akbaş Etnografya Müzesi’nden bahsetmiştik. Müzenin yeniden açılışı ile ilgili gelişmeleri basından takip etmiştim. Haber sitemiz, Balıkesir24saat , hepimizin sahiplenmesi gereken müze ilgili haberlere geniş yer vermişti.
Akbaş Köyü’ne geçtiğimiz salı günü gittim. Sevgili Gülay ablaya geleceğimi haber vermedim.Haber verseydim belki denk gelip görüşemezdik. Müze ziyaretim sonrasında O’nu köy meydanında görünce çok sevindim. Köy kahvesinde gerçekleştirdiğimiz sohbeti anlatmadan önce, sizlere Akbaş Köyü’nden ve müzeden bahsedeceğim.
Akbaş Köyü, başlı başına Cumhuriyet. Yıkılmayan bir kale. Cumhuriyetimizin ilk yılları gibi ilkleri yaşamış. O günlerin çağdaşlığı bugünde sürüyor. Etnografya Müzesi’nin binası Atatürk Cumhuriyetinin ilk ilkokulu. Cumhuriyetin ilanından önce 6 Şubat 1923 yılında Ata’mız ve eşi Latife Hanım, Balıkesir’i ziyaretleri sırasında Balya’da bulunmuş. Kazım Özalp’ın komutan olarak görev yaptığı 3. Fırka’yı teftişe giderken yol güzergahında bulunan Akbaş Köyü’nde mola vermiş. Köylü, Gazi ve eşini okul binasının bulunduğu, o zaman kır kahvesi olan yerde karşılamış ve ağırlamış. Ata, Cumhuriyet ve onun kazanımlarından bahsetmiş. Köye mektep açma fikrini ve buralarda yetişecek bireyler ile ülkenin nasıl kalkınacağını anlatmış.
Eşi Latife Hanım, Akbaş Köyü’nde mektebin bulundukları yere açılmasını söylemiş. Köyün ileri gelenlerinden Ahmet Ağa (Akbaş) önderliğinde, köylünün kendi çabasıyla mektebin yapımı tamamlanmış. 1929 yılında öğretime başlayan Akbaş Köyü, ilk yaygın eğitimin önce köylerden başlatılması amacı ile açılan ”İLK KÖY İLKOKULU” DUR. 1991 yılına kadar da eğitim öğretim devam etmiş. Daha sonraki yıllarda okul binası bakımsız kalmış. Babası bu okulun ilk mezunlarından olan Gülay ablanın öncülüğünde Akbaş Köyü Yardımlaşma ve Güzelleştirme Derneği, okul binasının restorasyonu için düğmeye basmış. Ve günümüzde artık müze olarak ziyarete açık. Bizleri bekliyor.
Akbaş İlkokulu’nda görev yapan öğretmenler, öğrencilerin anıları, köylünün o yıllardaki yaşantısı, okulun ilk mezunlarının başarı hikayeleri gibi konuların her biri başlı başına ayrı bir konu. Umarım gelecekte bu konular araştırılır. Kitap haline getirilir. Bizler de gelecek nesillere aktarabiliriz. Hepimizin ders alması gereken bu tür kaynaklara ihtiyacımız var. Okul binasının, köylünün kendi çabası ile tamamlanması çok önemli. Cumhuriyet; köylümüzün, çocuğunun daha iyi koşullarda yaşaması için en önce okuması gerektiğini bilmesidir. O günlerden bugüne neler değişti de böyle olduk diye sormadan edemiyorum. Yap boz tahtasına dönen eğitim sistemi ile, ne kadar başarı elde edilir ki…
Akbaş İlkokulu’nu yani Akbaş Etnografya Müzesi’ni gezerken öylesine heyecanlandım ki. Sanki ben de o gün Ata’yı karşılayacaktım. Sanki ben de açılacak olan bu mektepte okuyacaktım. Sanki ben de öğrendiklerimi başkalarına öğretecektim. Müze duvarlarında yer alan fotoğraflar Cumhuriyet sevgisini derinden yaşatıyor. Kız çocuklarının krapon kağıdından yaptıkları elbiseler, okul piyesleri, Çanakkale Gezileri, okudukları kitaplar, öğretmenleri ile geride bıraktıkları Cumhuriyet anıları… Her bir fotoğraf, üzerinde düşündürüyor. Onların dünyasına dalıveriyor insan. Sonra günümüze dönünce irkilmemek elde değil. Onların bıraktığı aydınlık yolu içine sindiremeyenlere nasıl olur bizler fırsat verebiliriz?
Öğrencilerin oynadığı piyes de herhangi bir piyes değil, Atatürk’ün ”Büyük Devrimi ” Piyesi … Krapon kağıdından yapılan elbiselerin modelini çok beğendim.Cumhuriyet, insanını çağdaşlığa ulaştırmış.Bugün yüksek ücretlerin ödendiği markaların yer aldığı mağazalarda bulamayız. O günkü insanlarımızın elindeki malzeme ile kendi aklıyla, becerisiyle üretmesi , Cumhuriyetin kazanımlarıdır. Bugün ise bizler ne yapıyoruz? Yeni bir ürün almak yerine hangimiz önce eskiyi dönüştürmeyi düşünüyoruz? Yeni bir şeyi gerçekten ihtiyacımız olduğumuz için mi alıyoruz? Yoksa moda bu benimde olsun düşüncesi ile mi alıyoruz? O fotoğraflara bakarken aklımdan geçen düşünceler bunlardı.
Akbaş Köyü’nün öğrencilerinin sergilediği Ront gösterileri, oynadıkları zeybek; Cumhuriyetin temelinin kültür olduğunu bir kez daha hatırlattı. O yıllarda öğrencilerin, okullarda batı kökenli dansları ve ülkemizin zengin folklor örneklerini öğrenmiş olması da çok önemli. Öğrencilik yıllarımı düşününce sanki hiç bir şey öğrenmemişim gibi hissettim. 1987 doğumlu olarak, ilköğretimi tamamladığımda müzede gördüğüm o çağdaşlık ile paralel bir eğitim aldım diyemiyorum. Bugün çoğumuza sorsak ront nedir diye, o da ne demek gibi cevaplar alırız.O kadar da değil demeyin. Günümüzde çocukların yabancı bir şarkı eşliğinde, yaşını aşan kıyafetler içinde dans etmesini kültürel bir etkinlik olarak algılayanlar yok değil. Eğitim sisteminin istediği gibi çocuklarımızı kurslara gönderiyoruz.Sınavda başarı olmaları için onları birer yarış atına döndürüyoruz. Çoğu çocuğumuz sanatsal ve kültürel etkinliklerden çok uzak yetişiyor. Bu tür sosyal etkinliklere çocukların katılabilmesi için özel eğitim kurumlarına, kurslara gitmesi gerekiyor. Tabii ki her şey maddiyat değil. Önce kendimiz kültürümüzü öğreneceğiz.Sonra çocuklarımıza aktaracağız. Çağdaş medeniyetler seviyesini yeniden, dönemin geçici sistemlerinde başarı göstermek ile yakalayamayız. Akbaş Köyü’nün bir okul yaratan, Cumhuriyet insanı yetiştiren ruhuna erişmeliyiz.
Bugün okullarımızın adı değiştiriliyor. Bizler seyirci kalıyoruz. Eğitim sistemi tamamen değişti. Ne yapabildik? Onlar imece usulü bir okul yaptırmış. Ata’nın eğitim devrimlerine bağlı kalmışlar. Yazması, anlatması kolay.Onlar gibi olabilmek zor. Bu konuda bizler sınıfta kaldık. Öz eleştirimizi hep birlikte yapalım. Bizlere rehber olan Akbaş İlkokulu ve Köy Enstitüleri’nin yarım bıraktırıldığı yerden devam edebilelim.
Öğrenciler gibi köyde diğer yaşayanların yaşamları da Cumhuriyetin hangi zorluklarla kurulduğunu anlatıyor. Köyde açılan dokuma kursundan öğrendikleri ile üç çocuğunu büyüten, okutan Ümmühan Teyze (Aras) en güzel örneklerinden biri. Bugün 90 yaşında ve Alzheimer hastası olduğunu öğrendim. Çocuklarının yanında şehir dışındaymış. Kim bilir onun gibi daha kaç nice köy kadını çocuklarını aynı özveri ile okutmuştur. Onların her biri Türk kadınının, Ata’sı sayesinde elde ettiği haklarından asla vazgeçmeyeceğinin sigortasıdır.
Akbaş Etnografya Müzesi, bizleri o gurur duyduğumuz yıllar ile buluşturuyor. Ziyaret sonrası daha yapılacak çok işimizin olduğunu bilerek oradan ayrıldım. Yazımı kaleme alırken bazı kısımlarında kendimize kızdım. Ama asla umutsuz değilim. Tarihi okulun müzeye dönüşmesi , pek çok sanatsal ve kültürel etkinliklere ev sahipliği yapacak oluşu, bahçesinde Cumhuriyet sevdalısı dostların sohbet edecek oluşu umudumu aşıladı. Tıpkı müzenin açılışına öncülük eden sevgili Gülay abla gibi. Müze ziyaretim sırasında, görevli ile kendisinden iyilikle bahsetmiştik.
Oradan ayrıldıktan sonra köy meydanına geldim. Öğle namazı yeni okunuyordu..Ve köyün bir cenazesi vardı. Köy kahvesine doğru ilerlerken Gülay abla ile karşılaştık. Kahvede sohbetimize başladık. Kahvede bizden başka birkaç köy kadını daha vardı. Akbaş Köyü’nde kadınlar, kahveye istedikleri gibi gelip oturabiliyor. Cumhuriyetin ilk yıllarından sonra ülke genelinde yaşanılan toplumsal değişim buraya da uğramış. Yani ataerkil anlayış kendini hatırlatmış. Gülay abla, son yirmi yıl öncesine kadar kadınların kahve önünden geçmediğini,arka yollardan geçtiğini söyledi.Kendisinin Amerika’dan babasının köyüne döndüğü zamandan beri yaşanılan gelişmeleri de anlattı.
Gülay abla ile 2012 yılında CHP Parti Okulu’nun, Parti Eğitmen adaylarına Güre’de verdiği eğitimde tanışmıştık. Geçen yedi yıl içerisinde belli aralıklarla görüşmüştük. O gün kahvede eski günleri de andık. Kendisi köyüne dönünce önce muhtarlık yaptı. Daha sonra CHP Balya İlçe Başkanlığı görevinde bulundu. ve CHP Balya Belediyesi meclis üyeliği görevi halen daha devam ediyor. Çevre Komisyon üyeliği de bir başka göreviydi. Kaz Dağı ve Madra Dağı Belediyeler Birliği içerisinde de bir görevi var. Onun için hangi görevde olduğunun önemi yok. Çünkü o köyü için yaptıkları ile amacına çoktan ulaştı. İstanbul Üniversitesi’nden eğitim aldıktan sonra yirmi beş yıl Amerika’da yaşamış. Herkesin imrenerek baktığı üst görevlerde bulunmuş. Ve ardından geri dönmüş. İstese Amerikan vatandaşı olabilirdi. Geri dönmezdi. Geri döndüğünde köyüne değil başka bir yere yerleşebilirdi. Kendini köyüne hizmet için adamazdı. Tüm bunları bugüne dek yaptıklarının ne kadar önemli olduğunu vurgulamak için söylüyorum.Çünkü onun başını kessek o yine bildiği yolda emin adımlarla yürürdü. Babasının kendisini ve diğer iki kardeşini Cumhuriyet değerleri ile yetiştirmesi bunu gerektiriyordu. Sohbetimizde radyoda İstiklal Marşı okunduğunda, bütün ailenin radyo önünde ayağa kalkıp Ulusal Marşı’mızı hep bir ağızdan söylediklerini anlattı. İçindeki Cumhuriyet ve Ata sevgisi o günlerden geliyor.
Bulunduğu görevleri kendi çıkarı için değil, köyü ve köy halkı için yaptığı ortada. O görevlerin gelip geçici olduğunu önemli olan insanlığa bir şeyler bırakabilmek olduğunu hiçbir zaman unutmamış. Şuan o görevlerde değil ama köy halkı yine onu muhtar olarak görüyor . Partili olsun ya da olmasın köyden biri onunla siyasi konuları konuşabiliyor. CHP dışındaki partililerin de sevgisini ve saygısını görüyor. Bu müzeyi köye kazandırması zaten başlı başına en büyük eser. Her şeyin üstünde kültürel bir miras. Kendisini sevmeyen, bulunduğu görevlerde hatasını arayanlar elbette olacaktır. Onlardan önce kendisi öz eleştirisini yapabilecek olgunlukta birisi. Eleştiriyi seven ama önce ben ne yaptım demeyi bir türlü öğrenemeyen bir toplumuz. Bu durum CHP içerisinde de aynı. O nedenle eleştiri yapanlar, geriye ne bırakacak diye düşünmekteyim. Başkanlıklar, bir bayrak yarışıdır. Bayrağı alan bir önceki doğruları yok saymadan üzerine yeni doğruları inşaa etmelidir.Ben yaparım,ben bilirim demek yerine ülkenin kurucu unsurları ile görevde olmak gerekir. Gülay ablanında uyguladığı buydu,
Amerika’dan köye döndüğü zaman, yaptığı her şey geleceğe , bugünlere yatırım olmuş. Babasının , Akbaş İlkokulu’nun ilk mezunlarından biri olarak yaktığı Cumhuriyet ateşini hiç söndürmemiş. Bugünde bizlere umut kıvılcımları sıçratarak yanmaya devam ediyor. Akil adamlar Balıkesir’e geldiği zaman da, Gezi Olaylarında da , Silivri direnişinde de Gülay abla hep vardı. Direnmeye devam ediyor.Edecektir de. İşte 68 kuşağı, Denizlerin yoldaşı olmak…
Bizler çoğu şeyi okuyarak, duyarak öğreniyoruz. O günleri yaşamak gerekiyordu belki, bugünün değerini bilebilmek için. Cumhuriyetin ve kazanımlarının önemini anlatan müzeye, bu bilinç ile sahip çıkalım. Akbaş Köyü’nün kapısı da herkese açık. Bu zamana kadar pek çok yerden ziyaretçiyi ağırlamışlar. Müze de köy de uzak yollardan gelmeyi hak ediyor. Atatürk Cumhuriyeti’nin mucizeleri uzağımızda değil yanı başımızda, geçmişimiz de. Hep birlikte sahip çıkacağız, yaşatacağız. Akbaş İlkokulu öğrencileri gibi yetişen nesiller de yeniden var olacak. Gülay abla gibi inandıklarından vazgeçmeyen değerli insanlarımız var olduğu sürece… Onları kendimize rol model edinelim. Kendi uygarlık yolumuzu çizelim. Başka yolu yok insanca yaşamanın. Geleceğimizin daha aydınlık olması dileği ile siz sevgili okuyucularıma mutlu bir hafta diliyorum. Sizlerin huzurunda başta Gülay abla olmak üzere Akbaş Köyü’ne sevgilerimi iletiyorum.
Selam olsun, Kazdağı Çiğdemi’nden Cumhuriyet Köyü’ne!..