Bir insana “geber” diyebilen birinin İstanbul gibi dünya kentinin Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdür Yardımcısı olması veya olabilmesi mi?
Yoksa Kahramanmaraş’ta 10 yaşındaki çocuğuyla sokağa çıkınca 392 TL para cezası kesilen vatandaşın, polislere hitaben “ölürse benim çocuğum, sana ne oluyor” diye tepki göstermesi mi?
İstanbul.
Kahramanmaraş.
Çok farkları var.
Hiç farkları yok.
Önce Kahramanmaraş’a bakın.
Sokaktaki vatandaşın cahilliğini, umursamazlığını bir kenara koyun…
“Evlat” kavramıın hiç bir şey ifade etmediği bir bakış açısını öte tarafa bırakın…
Cahilliğin tavan yapmış halini ve eğitimsizlik ile bilgisizliğin bizi neye dönüştürdüğünü düşünün.
Sonra İstanbul’a bakın…
“Çocuklarımız aç, nasıl evde kalalım” diyen roman kadına “geber” diyen insan(!)a bakın…
Hangisi daha insan?
Biri evde kal çağrısının altında geçim sıkıntısını nasıl çözeceğinin sıkışmışlığının altında bir imdat çığlığı…
Diğeri ise içindeki virüsü dışa vuran bir kamu görevlisi…
Hem de Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdür Yardımcısı…
Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdür Yardımcısı “geber” diyebiliyorsa aile yapımızın ve sosyal politikalarımızın ne halde olduğunu sorgulamamız gerekmez mi?
Ki bu noktada son yıllarda altı hep çizilen o devasa çirkin tablo çıkmıyor mu karşımıza…
Yerde sürünen liyakat.
Liyakata önem verilmediği zaman; hak edene hakkı teslim edilmediği zaman…
Makamlara kimlerin oturtulduğuna baktığımız zaman kaçıncı kötü örnek bu?
Bir başkasının sıkıntısına ve zorda kalmışlığına “geber” diyebilen İstanbul gibi dünya kentinin Aile ve Sosyal Politikalar Müdür Yardımcısı böyle.
Son zamanlarda nice rektör, öğretim üyesi “vukuatı” yaşadık, hangi kafaların hangi makamlarda hangi kurumların başında olduğunu gördük.
Bilimin, bilginin peşinde olacağına 800 yıl geriden gelenlere “ünvan” verildiğini gördük.
Ve…
Bugün içinde bulunduğumuz kabus ortamında herkes bilim insanlarının ağzına bakıyor iyi bir şeyler duyabilmek umuduyla.
Son bir ayda, Türkiye tarihinde ekranlara çıkan bilim insanı sayısı rekoru kırıldı ve yine son bir ayda, bilim insanlarını dinleyen milyonlar da rekor kırdı.
Başımız sıkıştığında ve çaresiz kaldığımızda ortaya çıkarmış olsa da bir virüs bize belki bundan sonranın yolunu ve ufkunu açtı.
Demek ki bilim ve bilgi, geleceğin inşasının gerçek kahramanlarıymış.
Covid sayesinde bunun farkına vardıysak, varabildiysek Türkiye’nin sağladığı büyük faydadır bu.
Demek ki beyin göçünü engellemek gerekiyormuş, yurtdışına kaçışı durdurmak, bilgiye, bilime, bilim insanına yol açmak gerekiyormuş.
Covid’den beteri cehalettir, liyakatsizliğe prim vermek ve günü kaybetmektir.
Covid sayesinde cehaletin virüsten beter olduğunu anlayabiliyorsak, gününü bilemesek de elbet bir gün biteceğini bildiğimiz salgın sonrası, tekrar üretime, insana, sevgiye, bilime, çağdaşlığa ve elbette insanlığa dönebilirsek ne de güzel olur.
Şerden hayır doğmuş olur.
Aksi hal Covid’den beter cehalet karanlığıdır ki onu aşamazsak, bir 100 yıl sonra da “geber” diyenler “amir”; “ölürse benim çocuğum sana ne” diyenler “babasıyım” diye karşımıza çıkmaya devam eder!
Ayakların baş olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Cehalet dersen dizboyu. Göreceklerimiz çok daha. İradenin fiyatı bir paket makarna, bir çuval kömür olduğu müddetçe…